ÜZÜLEREK SÖYLÜYORUM, 24 SAAT İÇİNDE GEZİ PARKI'NA MÜDAHALE EDİLECEK!

Başbakan Erdoğan'la dün bir araya gelen Bülent Peker, izlenimlerini yazdığı uzun bir blog yazısıyla kamuoyuyla paylaştı.

Peker’in izlenimleri içinde en dikkat çeken ise, devletin Gezi Parkı’na "çok kısa bir süre içinde müdahale edeceği" oldu. Peker, bunu şu cümlelerle anlattı;

Değerli Arkadaşlar,

Gezi Parkı eylemleri ile ilgili dün (12.06.2013) Sayın Başbakan’la yapılan görüşmede neler konuşulduğuna dair birçoğunuzun merak ve endişe içerisinde olduğunuzu biliyorum. Tahmin edilenden çok daha uzun süren bu toplantının hemen ardından Ankara’dan hareket ederek az sabaha karşı Bursa’ya vardım. Gerek medyada yapılan açıklamalar gerekse Twitter üzerinden gelen yorumlar neticesinde birçoğunuzun bu görüşmenin detayları ile ilgili endişeli bir bekleyiş içerisinde olduğunu bildiğimden, sabah erken saatlerde bu önemli toplantı ile ilgili notlarımı kaleme aldım.

Öncelikle söylemeliyim ki; bu hayli uzun bir yazı olacak. Dolayısıyla sizlerden sabır ve anlayış rica ediyorum...

Bugüne kadar olduğu gibi; aşağıda belirtmiş olduğum tüm hususların, son derece objektif ve aynen olduğu gibi sizlere aktarıldığı hususunda sizleri temin ederim. Bu konudaki güveninizi ve inancınızı benden esirgemeyeceğinizi temenni ederim.

Öncelikle toplantıyla ilgili birçok insanın kafasında oluşan bazı soru işaretlerini gidermem gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle toplantının "hemen öncesinde" Radikal gazetesinde de aynen yayınlanan aşağıdaki yazımı okumanızı rica ediyorum. Akabinde, dünle ilgili tüm detayları sizlerle paylaşacağım...

Neden ben seçildim? Beni kimler seçti?

Açıkçası hiçbir fikrim yok. Bunu benden ziyade bu görüşmeye katılmamı isteyenlere sormanız daha doğru olur. Son 1 hafta içinde Gezi Parkı olayları ile ilgili Sayın Başbakana 2 adet mektup yazdım. Bunlardan özellikle birincisi birçok insan tarafından "hislerine tercüman olduğu" gerekçesi ile teveccüh gördü ve beğenildi. O veya bu sebeple benim bu yazdıklarım toplum içerisinde umudu yeşerten, birliğimizi tetikleyen bir araç oldu diye sanıyorum. Sıradan bir vatandaş olmam, Ak Parti destekçisi olmam ve halkın içerisinden bir görüşü lisan-ı uygun bir biçimde dile getireceğime dair bir görüntü sergiliyor olmam seçilmem için bir etken olmuş olabilir diye düşünüyorum.

Gitmeyi neden kabul ettim?

Öncelikle teklif geldiğinde kimlerin davet aldığına hızlıca bir baktım. Zira karar vermek için çok fazla zamanım yoktu. İçlerinde son derece saygı duyduğum bilim insanları, akademisyenler, meslek erbapları ve sanatçılar olduğunu gördüm. Her kesimden değişik görüşün temsil edildiği bu ortamda yer almanın eylemlerin barışçıl yöntemlerle sonuçlanması adına faydası olabileceğine inandım. Benim kişisel düşüncem böyle bir toplantıda özellikle Gezi Parkı direnişinde aralıksız olarak bulunan çok sayıda aklı başında kardeşimizin de bu tür toplantılarda mutlaka yer alması gerektiği yönündedir. Bugün olmasa bile bundan sonraki görüşmelerde bu arkadaşların da bizzat temsil edilmesi ve muhatap alınması gerektiğine yönelik düşüncelerimizi iletiyor olacağız.
Diğer taraftan bu görüşmeye gitmeyi kabul etmeyen veya iptal eden isimler olduğu duyumunu aldım. Kendilerinin bu konudaki karar ve düşüncelerine sonsuz saygı duyuyorum. Fakat ben aynı şekilde düşünmüyorum. Bunu bir nevi diplomatik bir girişim gibi düşünüyorum. Hangi şartlar altında olursak olalım "hepimizin yapabileceği bir şeyler" mutlaka olmalı diye düşünüyorum. Benim de elimden gelen bu. Müzakereyi ve görüşmeleri kesmek, taraflar arasındaki köprüleri atmak hiç kimseye hiçbir yarar getirmeyecektir kanaatindeyim. Bu nedenle zor olsa da, içimiz, vicdanımız kan ağlasa da bu adımdan geri dönmemeliyiz. Bu bir dava ise eğer, bu davaya gönül veren herkes kendi elinden geleni yapmalı. Kimisi sahada, kimisi medyada, kimisi ise masada bu mücadeleyi ve talepleri sonuna kadar anlatmaya devam etmeli... Bu ülke on yıllardır bunu yaşayıp, tecrübe etmedi mi? Diyaloğa ve karşılıklı iletişime en çok ihtiyacımız olan bir zamanda iletişimi koparmanın kime ne faydası olabilir, bunu düşünüyorum. Bu nedenle tek başına dahi kalsam ve elimde böyle bir imkan varsa inandığım bu dava için bunu sonuna kadar kullanacağımı belirtmek istiyorum.

Kimi temsil ediyorum? Ne talep edeceğim? Neler söyleyeceğim

Sanıyorum ki en büyük endişe de bu. Şunu açıkça belirteyim ki, "hiç kimsenin veya hiçbir grubun temsilcisi" olarak oraya gitmiyorum. Gezi Parkında bulunan, hepsi birbirinden değerli kardeşlerim müsterih olsunlar. Onların kendi iradeleriyle seçmediği hiç kimsenin onlar adına konuşmasını doğru bulmuyorum. Benim de böyle bir hakkım olmadığını çok iyi biliyorum. Böylesine kritik bir zamanda kimsenin rolünü çalmak gibi bir niyetim olmadığını da bütün samimiyetimle herkesin bilmesini istiyorum.

Ben sivil bir vatandaş olarak, kendi kaleme aldığım düşünce ve görüşlerimi bizzat dile getirmek amacıyla bu görüşmeye gidiyorum. Eğer eyleme katılan arkadaşlar her iki mektubumu okumuş ve her ikisinde de bana katılıyor iseler, benden yana bir endişe duymasınlar. Orada söylediklerim, yazdıklarım ve inandıklarımın sonuna kadar arkasındayım. Hiç kimsenin bundan yana en ufak bir endişesi olmasın. Hiç kimseden ve hiçbir şeyden de korkmuyorum ayrıca. Çünkü bunda korkacak bir şey olduğunu düşünmüyorum. Gayet sakin ve makul bir şekilde sayın Başbakan’la aynı ortamda buluşacak ve kendi gözlemlerimi, düşünce ve hislerimi paylaşacağım. İçimizde yanan bu ateşe bir bardak su taşımak bile olsa bunu yapacağım. Hepimiz elimizden geleni yapmak ve bu olayı bir an önce barışçıl ve demokratik yollarla sonuca kavuşturmak durumundayız diye düşünüyorum.

Gelelim dün neler konuşulduğuna...
Saat 16:00’da başlayarak tahmini olarak 2 saat sürmesi planlanan toplantı saat 16:30’da başlamış ve 21:30’da sona ermiştir. Toplantı konunun önemine de uyacak şekilde tam 5 saat sürmüştür. Bunun çok önemli olduğunu ve bu alanda bir benzeri olmadığını düşünüyorum.

Toplantıya Başbakan liderlik etmiştir. Başbakan’ın haricinde; Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Hüseyin Çelik, Başbakan Danışmanları Yalçın Akdoğan ve Sümeyye Erdoğan, Ak Parti milletvekilleri ve ilgili müsteşarlar toplantının tamamına katılım göstermişlerdir.

(Yazımı uzatmamak adına, toplantıya katılan ve Gezi Parkı direnişini destekleyen 11 kişilik listeyi teker teker burada belirtmeme gerek yok sanırım.)

Neler oldu? Neler konuşuldu?

5 saat süren bu önemli toplantıda neler konuşulduğunu satır satır yazmam elbette ki mümkün değil. Bu nedenle sadece önemli gördüğüm bazı noktalara değineceğim.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; toplantıya katılan herkes kendi düşünce ve görüşlerini "herhangi bir zaman kısıtlamasına veya engellemeye maruz bırakılmadan" ifade edebilme imkânına sahip olmuşlardır. Toplantının 5 saat sürmesinin sebebi de budur zaten. Sayın Başbakan, yaklaşık 4,5 saat boyunca tüm katılımcıları dikkatlice dinleyerek, kendi notlarını almıştır. Birkaç istisna açıklama haricinde konuşmacılarının anlatımları hiçbir şekilde bölünmemiştir. Kişi başı yaklaşık 20-25 dakikalık bir anlatım süresi düştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. (Bunu özellikle belirtiyorum çünkü toplantı öncesinde birçok vatandaş gibi bizim de ne kadar dinleneceğimiz ile ilgili bazı endişelerimiz mevcut idi...)

Ben şahsen katılımcıların tamamının Gezi Parkı eylemleri ve Taksim Projesi ile ilgili kişisel görüş ve düşüncelerini son derece rahat ve açık bir üslupla dile getirdiğine inanıyorum. Dürüst olmak gerekirse bundan daha fazlasının olabileceğine de açıkçası inanmıyorum.

Bu 5 saat boyunca, Taksim Projesi’nin bugün ki durumu ve yapılan hatalar, Gezi Parkı eylemlerinin yapısı ve gelinen nokta, devlet eliyle uygulanan şiddet ve bunun sorumluları, bundan sonraki süreçte eylemlerin taşıdığı risk ve daha onlarca konuyu son derece kapsamlı ve sağlıklı bir şekilde aktarabildiğimize inanıyorum. Taksim projesi ile ilgili akademik ve teknik konuların yanı sıra, eylemler süresince tüm yaşananlar günlerdir direnişe bizzat katılan kişilerin dilinden tüm açıklığı ve çarpıcılığıyla dile getirilmiştir. Taksim projesi ve Gezi Parkı direnişine ek olarak; hükümetin genel politikaları, Başbakan’ın üslubu ve halkın bu konudaki endişeleri üzerine yoğun anlatımlar olduğunu belirtmeliyim.

Rica ediyorum bu söyleyeceğimi ajite etmeyin lakin toplantıya katılan arkadaşlarımız içerisinde Gezi Parkı eylemleri sırasında yaşadıklarını anlatırken dakikalarca gözyaşlarına boğulan, duygusal anlamda içinde olduğu psikolojiyi aynen olduğu gibi yansıtan kişiler oldu. Bunu söylüyorum çünkü ben dünkü toplantıda hiç kimsenin aklında ve yüreğinde olan düşünceleri saklama ve gizleme ihtiyacı duymadığına, herkesin her şeyi amiyane tabiriyle çatır çatır dile getirdiğine "yürekten" inanıyorum. Bunu diğer toplantı katılımcıları da aynen söyleyeceklerdir, adım gibi eminim. Bu yüzden lütfen kimseye haksızlık yapmayın...

Toplantı sonrası elde edilen sonuç...

Evvela, biz bir temsil heyeti olmadığımızı ve herhangi bir kararın alınması için de oraya gitmediğimizi üstüne basa basa söyledik. Biz, hükümetin Gezi Parkı olaylarının ve halkın rahatsız olduğu konuların "tüm boyutlarıyla ele alınabilmesi" ve olayları her açıdan son derece açık ve şeffaf bir şekilde paylaşılabilmesi amacıyla bir nevi "brifing heyeti" rolünü oynadık diyebilirim. Bu söylediğimiz çok net. Bu nedenle şu meşruiyet meselesini, dışarıya karşı bölünmüş ve çok başlı bir imaj vermemek adına, daha fazla tartışmanın bir manası yok diye düşünüyorum.

Tekrar söylüyorum... Aşağıda anlatacağım şeylerin tamamı olan biteni aynen yansıtmaktan ibarettir. Doğru ya da yalan, katılıyorum ya da katılmıyorum meselesi değildir. Ne olduysa, bize ne söylendiyse kelimesine dahi dokunmadan size aynen anlatıyorum... Sen inandın mı, inanmadın mı diye bana sormayın lütfen...
5 saat süren toplantının son yarım saatinde Sayın Başbakan bizlerin yapmış olduğu yorumlara cevaplarını ve kendi yorum ve düşüncelerini ve hükümetin olaya yaklaşımını dile getirmiştir. Başbakan, bu konuşması esnasında kısıtlı bazı istihbarat bilgilerini ve park içerisinde yapılan bazı önemli araştırmaları da kayıt dışı olarak bizlerle paylaşmıştır. Bahsi geçen istihbaratlara ait görüntü ve video kayıtları da toplantı esnasında hazır bulunmaktaydı. Fakat toplantı 5 saate uzadığı için, saatler süren bu görüntüleri izleme imkânımız olmadı. (Bu görüntüler içerisinde Dolmabahçe’deki camii ile ilgili görüntüler olduğunu da söylemeliyim...)

Anlayışınıza sığınarak daha fazla bu konuya girmek istemiyorum. Lakin verilen çok sayıda bilgiden bana en ilginç gelenlerinden birini söylememde bir sakınca yoktur sanırım. Park içerisinde yapılan bağımsız bir araştırmada katılımcılara en çok sevdikleri liderin kim olduğu soruluyor. Birinci popüler cevap (yaklaşık %50 civarıydı sanırım) Atatürk çıkıyor. İkinci popüler cevap ise (yaklaşık %40) Abdullah Öcalan... Bu ve buna benzer daha birçok bilgi paylaşılmıştır.

Demem o ki; devletin ulaştığı sonuç şudur: Bir süredir Taksim Meydanı’na ve diğer alanlara yayılmış olan provokatif gruplar şu an ağırlıklı olarak parkın içerisinde konuşlanmış durumdadır. Bu grupların çok ciddi eylem hazırlığı içerisinde oldukları tüm istihbarat kaynakları tarafından tespit edilmiştir. Bu kişilerin kimler olduğu, geçmişte ne yaptıkları, kimler ile ilişkili oldukları ve ne yapmaya çalıştıkları çok net bir şekilde bilinmektedir. Fakat park içerisinde halka karışarak sürekli hareket halinde olduklarından müdahale edilememektedir.


Bunu çok üzülerek söylüyorum arkadaşlar. Bizzat birinci ağızdan verilen kesin bilgiye göre "24 saat içerisinde Gezi Parkı’na müdahale edilecek" ve park polis kontrolü altına alınacaktır.

Grubumuz bunu öğrendiğinde Başbakan ve ekibine, masum ve haklı bir dava için parkta olan insanların zarar görmemeleri için diğerlerinden izole edilmeleri gerektiği hususunda çok yoğun ısrar etmiştir. Başbakan bunun olmaması için bu gruba bizim bir çağrıda bulunmamızı bizden istemiştir. Grubumuz herhangi bir kitleyi temsil etmediğinden bunu kabul etmemiştir. İyi niyetle bunu yapsak bile çoğunluk tarafından dikkate alınmayacağını belirtmiştir.

Bunun üzerine Başbakan’a bu insanların diğerlerinden izole edilmeleri ve gerekirse parktan çekilerek polisi provokatörlerle baş başa bırakmaları için mutlaka bir adım atması gerektiği konusunda yoğun baskı yapılmış ve "bu kitleye hiçbir şey sunmadan geldikleri gibi gitmelerini bekleyemezsiniz" denilmiştir.
Bunun üzerine Başbakan; "Gerekirse referandum seçeneğini masaya yatırabiliriz. Bizim bu tür konuları halka danışmaktan, onlara fikirlerini sormaktan yana bir sıkıntımız yok" demiştir. Buna ek olarak; olayın zaten şu anda yargı aşamasında olduğu, bu aşama sonuçlanmadan herhangi bir adımın atılamayacağı, henüz uygulama projesinin dahi hazır olmadığı ve ortada sadece avam projelerin olduğu, araya yerel seçimlerin girmesiyle birlikte de meselenin kamuoyunda daha sağlıklı bir ortamda tartışılabilecek imkânların olacağını açıkça belirtmiştir.

Bunun üzerine biz de, bunu açıklamanın bize düşmediği bilgisini vererek hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik’e toplantı sonrası yapacağı basın toplantısında bu bilgileri mutlaka dile getirmesi gerektiğini aktardık. Hüseyin Bey de yapmış olduğu basın toplantısında bu bilgiyi vermiştir. Fakat toplantıya katılan bizlerin %90’ını bu fikri kabul ettiği bilgisi doğru değildir. Zira, bizim bir şeyi kabul edip etmeme yetkimizin olmadığı, sadece bize ne söylendiyse halka da aynı şekilde açıklama yapılması gerektiği bilgisi kendilerine defalarca iletilmiştir. Olay bundan ibarettir.

Yukarıda belirtmiş olduğum her şey aynen olduğu gibi size yansıtılmıştır. Bundan sonraki kısım ise meseleyle ilgili kendi düşünce ve yorumlarımı yansıtmaktadır.
Her şeyden önce; haklı bir meseleyi savunmak için meydanlara inen onbinlerce insanın arasında çeşitli provokatif grupların da olduğu inancını benim de taşıdığımı en başından beri söylemiş ve mektubumda da bunu aynen yazmış idim. Meydandaki ve parktaki protestolar esnasında, kendi gözlerimle bizzat gördüklerim haricinde birçok arkadaşımın bizzat yaşadıkları ve şahit oldukları ile de bunu zaten biliyor idim.

Fakat, ben devletin bu grupları farklı bir yöntemle izole edebileceği ve bastırabileceğini düşünüyor idim. Görünen o ki; devlet bu grupların bastırılması için parkın dağıtılmasını bir zorunluluk olarak görüyor ve bunu da çok yakın bir zamanda yapacak. Bu artık çok net. Keşke devletin bu fikrinin değiştirilebilmesi için bir yol, yöntem vs olsa ama üzülerek söylemeliyim ki bu artık çok zor görünüyor. Yani, diğer mülki idari amirler ne derlerse desinler çok yakın zamanda (bugün de olabilir) parka müdahale edileceğini ve parkın dağıtılacağını çok açık bir şekilde biliyor ve bunu sizinle paylaşmam gerektiğinin sorumluluğunu taşıyorum.

Mesele sadece benimle ilgili olsa hiçbir sorunum olmaz... O zaman kendi değerlendirmemi yapar, kendi kararımı verir ve ona göre bir davranış içerisine girerim arkadaşlar – ki öyle yapacağım. Fakat, başkalarının atacağı adımların sorumluluğunu taşımam mümkün değil. Allah göstermesin, yarın bir gün birisinin başına gelebilecek en ufak bir şeyden dolayı sorumlu olmayı vicdanen asla kabullenemem. Hiç kimseye ama hiç kimseye benim yüzümden, söylediklerim yüzünden en ufak bir zarar gelmesini istemiyorum. Bu nedenle yapabileceğim en doğru şeyin her şeyi olduğu gibi anlatmak olabileceği kanaatine varmış bulunuyorum. Takdiri, kendi özgür ve hür iradesiyle hareket edecek olan sizlere bırakıyorum.

Bunun dışında küçük bir siyasi analizi de izninizle sizinle paylaşmak istiyorum. Yukarıda kalın harflerle yazdığım kısım bence çok önemli. Zira, ben hükümetin bu düşünce ve planından hemen geri adım atmasının bazı siyasi sonuçları olacağını ve bunu bu şekilde dayatmayla yapmayacağını çok iyi biliyorum. Bu nedenle geri adım atmaktansa, ortadaki mevcut durumu da mazeret göstererek bir "duraklama adımı" atmayı daha uygun gördüğünü düşünüyorum. Yani şu anda konuyla ilgili bir eylemsizlik söz konusudur. Bu konuda çok netim.

Haklı gösterilerin arasına sızan provokatif eylemlerin bastırılması, işgalin sona erdirilmesi ve sükûnetin sağlanmasının ardından, bu meselenin tüm taraflarca yeniden masaya yatırılabileceğine inanıyorum. Bunun için de, hükümet üzerindeki baskıların yasal yöntemlerle arttırılarak devam ettirilmesi, gerekli tüm istişare ve müzakere mekanizmalarının sonuna kadar işletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu söylediğim için kusura bakmayın arkadaşlar ama bugüne kadar uygulanmayan "akıllı ve etkili muhalefet yöntemlerini" halkın da yoğun bir desteği ve katkısı ile uygulamayı başarır (ki bu konuda epey mesafe kaydettik) ve bu konuda çok haklı olunduğuna dair ulusal ve uluslararası ölçekte bir kamuoyu yaratılabilirse bu meseleyi katılımcı demokratik bir tavırla en olumlu şekilde nihayete erdirebileceğimizi düşünüyorum.

Aksi durumda, bu eylemler amacını aşar, bizim de kontrolümüz dışında farklı mecralara taşınır, birilerinin canına, malına kast edecek şekilde sonuçlanırsa o zaman halk üzerindeki meşruiyetimizi de kaybetmiş olacağız. O zaman bir dayatmayı başka bir dayatmaya dönüştürmüş olacak, ortada mantıken savunulacak bir dava da bırakmamış olacağız. Bu nedenle, bundan sonraki süreçte eskisinden çok daha akıllı bir şekilde hareket edilerek, itiraz edilen tüm hususlarla ilgili en başında başladığı gibi yasal ve demokratik sınırlar içerisinde mücadeleye devam edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak, Gezi Parkı eylemleri ile başlayan bu hareketin ve anlayışın gelecekte ülke genelinde ve hükümet nezrinde de kabul görebilmesi ve muhatap alınabilmesi için "fiziki ve/ya online ortamda yaşayacak olan partiler üstü bir sivil platforma" dönüştürülmesi ve organik yapılanma içerisine girilmesi gerektiğine yürekten inanıyorum. Aksi takdirde, her katılmadığımız olayda dağınık ve kontrolsüz bir şekilde sahaya inerek çok somut sonuçlar alınabileceğini düşünmüyorum. Bu bizim için çok iyi bir tecrübedir. Bu nedenle bu tecrübeden çok önemli dersler alarak bunu geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Sabırla okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Hepiniz Allah’a emanet olun. Direnişteki kardeşlerim lütfen kendinize çok ama çok dikkat edin... Elimden geldiğince, gücüm yettiğince manen, madden, aklen, ruhen, beynen ve fiziken her zaman sizlerin yanında olduğumu da lütfen unutmayın...

Saygı, sevgi ve selamlarımla...

Bülent PEKER