ÜSLUBUMUZ NEZİH DEĞİL, BİRBİRİMİZLE KONUŞURKEN, YAZARKEN KARŞI TARAFIN YERİNE KENDİMİZİ KOYMUYORUZ!
"Genellikle güçlünün ve zenginin yanındayız. Bir insan güçlüyken, alkışlayanı, arayanı, seveni(!) çoktur. Düştü mü, sarsıldı mı saf değiştiririz."
Kurbanın bana hatırlattıkları
SİZ bu yazıyı okuduğunuzda bayramın son gününde olacağız. Yüce Rabbim kurbanlarınızı kabul etsin. Kurbanın eti, kanı, postu ve diğer parçaları yerde kalır. Allah’a ulaşan ise iyi niyettir.
Kurbanın hangi niyetle kesildiğidir. Rabbimiz kalbimize göre yaptıklarımızı değerlendirecektir. Bu bayram günlerinde birçok hususu sakin kafayla düşünme fırsatı bulduk. Bu yazımda bunların bir kısmını sizinle paylaşmak istiyorum.
Makamlar geçicidir: En üst makama, mevkiye tırmanabilirsiniz. Parmakla gösterilen öndeki insan olabilirsiniz. Ama bir gün gelir, bütün bunlar geride kalır. Ne makam, ne mansıp, ne de bir izi kalır. Kalan tek şey, samimiyet, ihlas, aldığınız dua, alamadığınız dua, temiz bir geçmiş ve hakkaniyettir. Önemli olan sözünüzle özünüzün bir olmasıdır. Bütün hizmetlerin ve söylemlerinizin insan merkezli olmasıdır.
Yıllardır konuşmadığımız ve çözmediğimiz şeyleri görevi terk ederken konuşmak ne kadar doğrudur bilemiyorum? Ne yazık ki doğru olmayan bu husus bir teamül haline gelmiştir. Gidenin yerine aynı makama gelenin de bulunduğu makamı doğru değerlendirmesi gerekir. Burayı hak ettim mi, buraya layık mıyım, ben mi bu makamı, makam mı beni yüceltecek şeklinde kendisiyle hesaplaşması gerekir. Hem gidenin hem de gelenin bunları kendilerine sormaları gerekir. Kendilerince alacakları cevap yeterli olur mu? Sanmıyorum. Sanmıyorum çünkü bu topraklarda yığınla probleme kalıcı çözüm üretemediysek, makamın hizmetkârı değil efendisi olduysak, kayda değer bir değer bırakamadıysak demek ki yapamadığımız çok şey vardır. Elbette her görev erbabının yapabileceği şeyler vardır. Ne yazık ki genellikle başarısız oluruz. Ama buna rağmen bir fatih gibi yapamadıklarımızı savunuruz. Bu hepimizin zafiyetidir. Çünkü nefisler kendini temize çıkarmaya meyillidir. Bu noktada Önemli olan; Yüce Allah’ın ve halkın yanındaki itibardır. Bazı makamlardaki devir teslimi duyarken bütün bunları kendi kendime tekrar etme ihtiyacı hissettim.
Sosyal ilişkilerimiz zayıflamış: Birbirimize az gülümsüyoruz. Kurbanlarımız dağıtırken bile en fakiri arayıp bulmuyoruz. Çünkü elimizde böyle bir liste yok. Bir düğün veya sünnet merasimine tanıdıkları çağıracakken nasıl liste hazırlıyorsak, etrafımızdaki muhtaçların da böyle listesini hazırlamamız gerekir.
Trafikte katiller var: Evet aynen böyle. Bilerek içkili araba kullanan, ışıkları ihlal eden, kuralları hiçe sayan, direksiyonun başına geçtiğinde kendini ralli sürücüsü sanan, başkasının hukukunu çiğneyen, uykusuz araba kullanan başkasının ölümüne ya da kendisinin ölümüne yol açabilecek birer potansiyel katil gibidir. Çünkü yaptığı bu yanlışlıklar her an bir ölüme yol açabilir. Kötü kullanılan bir araba silahtan daha ölümcüldür. Trafikteki pek çok kaza cinayeti andırmıyor mu?
Üslubumuz nezih değil: Birbirimizle konuşurken, yazarken, tenkit ederken, değerlendirirken karşı tarafın yerine kendimizi koymuyoruz. Empati yapmıyoruz. İçimize doğan, bazen de aslında bizi tuzağa düşürecek olan şeytanın kulağımıza fısıldadığı kötü değerlendirmeleri; ya dilimizle ya da kalemimizle piyasaya arz ediyoruz. Yaralıyoruz ve yaralanıyoruz. Hz. Ali’nin dediği gibi “Söz içindeyken senin tutsağındır, dilinden çıktıktan sonra senin onun tutsağısın.” Söz ağızdan çıktı mı bir daha geri dönemez. Tarih boyunca hiçbir silginin silemediği satırlar az değildir.
Kurban sınavını geçtik mi: Bu yıl kurban görevini yerine getirirken biraz daha dikkat ettik. En azından bazı şeyler geçen yıllara göre daha iyiydi. Ama arzulanan noktaya gelmek için zaman gerekir. Yarım saat önce beni Belçika’dan arayan bir kardeşimiz laboratuvarın önünde kestikleri kurbanın etini beklediklerini söyledi. Merak ettim laboratuvarda ne işiniz var dedim. Meğer Belçikalı yetkililer hayvanları kestikten sonra belli yerlerinden aldıkları et numunelerini laboratuvarda tahlil ediyor. Ette problem yoksa sahiplerine teslim ediyorlarmış. Bu örnek bile henüz istenilen noktaya gelmemizde hayli uğraşı gerektiğini gösteriyor.
Sarsılana edeple yaklaşmıyoruz: Genellikle güçlünün ve zenginin yanındayız. Bir insan güçlüyken, alkışlayanı, arayanı, seveni(!) çoktur. Düştü mü, sarsıldı mı saf değiştiririz. Aramaz, sormaz yanında görünmek istemeyiz. “Rabbine karşı nankör olanın” insana dürüst olması mümkün mü? Değildir. Bir nokta var ki gözden kaçmamalıdır. Bugün gücü ve imkânı olanı alkışlayıp bir anlamda amigoluk yapanlar, yarın o kişi gücünü kaybettiğinde gemiyi ilk terk edenler olur. Sözüm herkese değildir. Kişilik zafiyeti olanadır elbette. Nitekim aklı başında olan güçlüler bu türden zafiyeti olan kişiliği siliklere itibar etmezler. Onun için ben, güçlüyken, kuvvetliyken, itibarlıyken, şöhretken, gözdeyken, zenginken pek aramadığım, davetine de icabet etmediğim bir tanıdığım zafiyet yaşadığında, sarsıldığında yanında olmak isterim. Hem de en daraldığı yerde seninle beraberim derim. Hayatına, inancına, tarzına, yaşantısına hiç yakın olmasam da. Faziletli kalmak için hep faziletli davranmak lazım.
Çünkü hayattaki en büyük ilhamım olan Hz. Peygamberimiz şöyle buyurmuştu: “Ekrimu azize kavmin zell ve ğaniye kavmin iftekar” bu ölümsüz ilkenin tercümesi şöyledir: “Kavminin önde geleniyken sarsılmış olana ve kavminin zenginiyken fakir düşene yardım ediniz.”
Onun içindir ki Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisiyle savaşmış ve ona bir ara vefalı davranmış olan Cübeyr bin Mut’im’i kastederek: “O bugün sağ olsaydı ve şu işi benim için şöyle yap Muhammed deseydi onu kırmazdım.” Kırmazdım dediği kişi putperest bir müşrikti, vefaya karşı vefa. Bu yazıda kişileri esas alıp bir değerlendirmede bulunmadım. Hadiselere ilkeler bazında, ahlakilik bazında bakmaya çalıştım. Dilerim sizler de yazımı bu açıdan değerlendirirsiniz. Dengelerin sultanı, kalplerin fatihi olan sevgili Peygamberimize sonsuz salat ve selam olsun.
Nihat Hatipoğlu/Hürriyet
SİZ bu yazıyı okuduğunuzda bayramın son gününde olacağız. Yüce Rabbim kurbanlarınızı kabul etsin. Kurbanın eti, kanı, postu ve diğer parçaları yerde kalır. Allah’a ulaşan ise iyi niyettir.
Kurbanın hangi niyetle kesildiğidir. Rabbimiz kalbimize göre yaptıklarımızı değerlendirecektir. Bu bayram günlerinde birçok hususu sakin kafayla düşünme fırsatı bulduk. Bu yazımda bunların bir kısmını sizinle paylaşmak istiyorum.
Makamlar geçicidir: En üst makama, mevkiye tırmanabilirsiniz. Parmakla gösterilen öndeki insan olabilirsiniz. Ama bir gün gelir, bütün bunlar geride kalır. Ne makam, ne mansıp, ne de bir izi kalır. Kalan tek şey, samimiyet, ihlas, aldığınız dua, alamadığınız dua, temiz bir geçmiş ve hakkaniyettir. Önemli olan sözünüzle özünüzün bir olmasıdır. Bütün hizmetlerin ve söylemlerinizin insan merkezli olmasıdır.
Yıllardır konuşmadığımız ve çözmediğimiz şeyleri görevi terk ederken konuşmak ne kadar doğrudur bilemiyorum? Ne yazık ki doğru olmayan bu husus bir teamül haline gelmiştir. Gidenin yerine aynı makama gelenin de bulunduğu makamı doğru değerlendirmesi gerekir. Burayı hak ettim mi, buraya layık mıyım, ben mi bu makamı, makam mı beni yüceltecek şeklinde kendisiyle hesaplaşması gerekir. Hem gidenin hem de gelenin bunları kendilerine sormaları gerekir. Kendilerince alacakları cevap yeterli olur mu? Sanmıyorum. Sanmıyorum çünkü bu topraklarda yığınla probleme kalıcı çözüm üretemediysek, makamın hizmetkârı değil efendisi olduysak, kayda değer bir değer bırakamadıysak demek ki yapamadığımız çok şey vardır. Elbette her görev erbabının yapabileceği şeyler vardır. Ne yazık ki genellikle başarısız oluruz. Ama buna rağmen bir fatih gibi yapamadıklarımızı savunuruz. Bu hepimizin zafiyetidir. Çünkü nefisler kendini temize çıkarmaya meyillidir. Bu noktada Önemli olan; Yüce Allah’ın ve halkın yanındaki itibardır. Bazı makamlardaki devir teslimi duyarken bütün bunları kendi kendime tekrar etme ihtiyacı hissettim.
Sosyal ilişkilerimiz zayıflamış: Birbirimize az gülümsüyoruz. Kurbanlarımız dağıtırken bile en fakiri arayıp bulmuyoruz. Çünkü elimizde böyle bir liste yok. Bir düğün veya sünnet merasimine tanıdıkları çağıracakken nasıl liste hazırlıyorsak, etrafımızdaki muhtaçların da böyle listesini hazırlamamız gerekir.
Trafikte katiller var: Evet aynen böyle. Bilerek içkili araba kullanan, ışıkları ihlal eden, kuralları hiçe sayan, direksiyonun başına geçtiğinde kendini ralli sürücüsü sanan, başkasının hukukunu çiğneyen, uykusuz araba kullanan başkasının ölümüne ya da kendisinin ölümüne yol açabilecek birer potansiyel katil gibidir. Çünkü yaptığı bu yanlışlıklar her an bir ölüme yol açabilir. Kötü kullanılan bir araba silahtan daha ölümcüldür. Trafikteki pek çok kaza cinayeti andırmıyor mu?
Üslubumuz nezih değil: Birbirimizle konuşurken, yazarken, tenkit ederken, değerlendirirken karşı tarafın yerine kendimizi koymuyoruz. Empati yapmıyoruz. İçimize doğan, bazen de aslında bizi tuzağa düşürecek olan şeytanın kulağımıza fısıldadığı kötü değerlendirmeleri; ya dilimizle ya da kalemimizle piyasaya arz ediyoruz. Yaralıyoruz ve yaralanıyoruz. Hz. Ali’nin dediği gibi “Söz içindeyken senin tutsağındır, dilinden çıktıktan sonra senin onun tutsağısın.” Söz ağızdan çıktı mı bir daha geri dönemez. Tarih boyunca hiçbir silginin silemediği satırlar az değildir.
Kurban sınavını geçtik mi: Bu yıl kurban görevini yerine getirirken biraz daha dikkat ettik. En azından bazı şeyler geçen yıllara göre daha iyiydi. Ama arzulanan noktaya gelmek için zaman gerekir. Yarım saat önce beni Belçika’dan arayan bir kardeşimiz laboratuvarın önünde kestikleri kurbanın etini beklediklerini söyledi. Merak ettim laboratuvarda ne işiniz var dedim. Meğer Belçikalı yetkililer hayvanları kestikten sonra belli yerlerinden aldıkları et numunelerini laboratuvarda tahlil ediyor. Ette problem yoksa sahiplerine teslim ediyorlarmış. Bu örnek bile henüz istenilen noktaya gelmemizde hayli uğraşı gerektiğini gösteriyor.
Sarsılana edeple yaklaşmıyoruz: Genellikle güçlünün ve zenginin yanındayız. Bir insan güçlüyken, alkışlayanı, arayanı, seveni(!) çoktur. Düştü mü, sarsıldı mı saf değiştiririz. Aramaz, sormaz yanında görünmek istemeyiz. “Rabbine karşı nankör olanın” insana dürüst olması mümkün mü? Değildir. Bir nokta var ki gözden kaçmamalıdır. Bugün gücü ve imkânı olanı alkışlayıp bir anlamda amigoluk yapanlar, yarın o kişi gücünü kaybettiğinde gemiyi ilk terk edenler olur. Sözüm herkese değildir. Kişilik zafiyeti olanadır elbette. Nitekim aklı başında olan güçlüler bu türden zafiyeti olan kişiliği siliklere itibar etmezler. Onun için ben, güçlüyken, kuvvetliyken, itibarlıyken, şöhretken, gözdeyken, zenginken pek aramadığım, davetine de icabet etmediğim bir tanıdığım zafiyet yaşadığında, sarsıldığında yanında olmak isterim. Hem de en daraldığı yerde seninle beraberim derim. Hayatına, inancına, tarzına, yaşantısına hiç yakın olmasam da. Faziletli kalmak için hep faziletli davranmak lazım.
Çünkü hayattaki en büyük ilhamım olan Hz. Peygamberimiz şöyle buyurmuştu: “Ekrimu azize kavmin zell ve ğaniye kavmin iftekar” bu ölümsüz ilkenin tercümesi şöyledir: “Kavminin önde geleniyken sarsılmış olana ve kavminin zenginiyken fakir düşene yardım ediniz.”
Onun içindir ki Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisiyle savaşmış ve ona bir ara vefalı davranmış olan Cübeyr bin Mut’im’i kastederek: “O bugün sağ olsaydı ve şu işi benim için şöyle yap Muhammed deseydi onu kırmazdım.” Kırmazdım dediği kişi putperest bir müşrikti, vefaya karşı vefa. Bu yazıda kişileri esas alıp bir değerlendirmede bulunmadım. Hadiselere ilkeler bazında, ahlakilik bazında bakmaya çalıştım. Dilerim sizler de yazımı bu açıdan değerlendirirsiniz. Dengelerin sultanı, kalplerin fatihi olan sevgili Peygamberimize sonsuz salat ve selam olsun.
Nihat Hatipoğlu/Hürriyet