ÜNLÜ KÖŞE YAZARINA GÜVENİP KIZ KAÇIRDI!..MEKTUPLA PARA YARDIMI İSTEDİ!..İŞTE O MESAJ!..

Tamam.Büyük gazetecisin, büyük habercisin, büyük yazarsın.Buna bişi dediğimiz yok.Ama seni hiç kimsenin sevmediği kadar seven bu kardeşin aç susuz buralarda dolaşıyo.Abi kız kaçırdım, İstanbul´a geldim.Beş kuruşum kalmadı.

Hasta iken yazı yazmak...


Havalar biraz ılındığında, akşam saatlerinde incecik giysilerle dışarı çıkanın başına ne gelirse, benim de o geldi! Şifayı kaptım. Hem de ne biçim! 38 derece ateş, korkunç bir grip. Aksırık, öksürük, bacaklarım tutmuyor, konuşacak halim yok. Yazı yazacak halim hiç yok.

Fakat bizim Bekir Coşkun da gözünden çok ciddi bir ameliyat geçirdi. Dolayısıyla bir süre yazı yazamayacak. Geçen cumartesi bana "Sol gözümde tuhaf bir şeyler oluyor, tam göremiyorum, lekeler uçuşuyor" demişti. Pazartesi günü apar topar Gazi Hastanesi´ne gittiler, hemen ameliyata alındı. Meğer retina yırtılmış.

Ameliyatı yapan Prof. Dr. Berati Hasan Reisoğlu "Bir gün daha gecikseydin sol göz gitmiş olacaktı" demiş.

* * *

Yani Bekir bir süre yok. Üçüncü sayfa boş kaldı, hiç değilse beşinciyi dolu tutalım.

Oysa adına grip denilen ve insanı paçavraya çeviren hastalığın tek çaresi evde yatıp dinlenmek.

Dün bu durumda gazeteye geldim. İnsan hasta olunca dikkati dağılıyor, olayları ve konuları toparlaması, neyi yazacağına karar vermesi kolay olmuyor.

Gazeteye sabah erkenden gelmiştim ki, bir şeyler yazayım ve eve gidip yatayım. Leyla sabah gelen ilk parti mesajların çıktılarını odama getirdi. Hepsini tek tek okudum.

Fakat birini okuyunca kahkahalarla gülmeye başladım.

Serdar Böcük yazmış:

"Sevgili Emin Çölaşan. Tamam. Büyük gazetecisin, büyük habercisin, büyük yazarsın. Buna bişi dediğimiz yok. Ama seni hiç kimsenin sevmediği kadar seven bu kardeşin aç susuz buralarda dolaşıyo. Abi kız kaçırdım, İstanbul´a geldim. Beş kuruşum kalmadı. Diceksinki bana ne.

Öle deme. Hiç tanışmıyoruz ama sana güvenip buraya geldim. Vallahide öle, billahide öle. Gerisi sana kalmış."

Hayatta pek çok şey gördüm ama kız kaçırırken bana güvendiğini söyleyen birine ilk kez tanık oluyordum.

Neşemi buldum, biraz kendime geldim.

* * *

Mesajları okumayı bitirince gazeteleri açtım ve okumaya başladım. Ciddi haberler, magazin, spor, dedikodu, her şey var.

Önce Hürriyet´i okurum. Sayfaları açtım, karşıma çıkan fotoğrafa vallahi inanamadım.

"Vay anasını sayın seyirciler, olamaz" diye bağırmışım!

Sonra kendi kendime dedim ki: "Ateşim iyice yükseldi, hayal görüyorum."

Koluma çimdik attım, hayal görmüyordum. Fotoğraf gerçekti. Öteki gazetelerde de vardı.

Mehmet Barlas isimli köşe yazarı İstanbul´da yapılan bir toplantıdan sonra Recep Tayyip Erdoğan´ı karşısına almış, onun yanaklarını okşuyor! Elleri yanaklarında.

Yağcılık olsun diye mi?

Asla! Benim tanıdığım Mehmet Barlas yağcı değildir!

İktidar gücüne yalakalık sergilemek için mi?

Kesinlikle hayır! Öyle bir gazetecidir ki, hiçbir iktidara, hiçbir başbakana yalakalık yapmamıştır! Yaaa!...

O halde neden?

Ben bilemem, herkes kendi tahminini yapsın!

Neyse, hasta hasta yazı yazmaya gelmiştim. Kımıldayacak durumda değildim.

Önce bana güvenip kız kaçıran okuyucumun mesajını okudum, sonra Mehmet Barlas´ın başbakanın yanaklarını okşarken fotoğraflarını gördüm.

Kendime geldim, neşemi buldum. Hastalığımın tamamı değilse bile yarısı üzerimden uçtu gitti.