Ünlü haberciden çarpıcı açıklama! Tarafsız habercilik mümkün değil'
Ünlü haberci verdiği röportajda meslek yaşantısına dair açıklamalarda bulundu.
Kanal D'de her sabah 'İrfan Değirmenci ile Günaydın' programını sunan ünlü haberci İrfan Değirmenci Radikal gazetesinden Armağan Çağlayan'a röportaj verdi.
Tarafsız haberciliğin mümkün olmadığını söyleyen Değirmenci,habercinin insan hakları ve demokrasinin tarafında ve vicdanlı, sağduyulu olması gerektiğini söyledi.
En zor sunduğunuz, sunmak istemediğiniz haber neydi?
Gezi Parkı olaylarının ilk gününde oradaki insanlarla röportajlar yaptım. Ertesi sabah bunu göstermeye hazırlanırken, sabah 5’te orada çadırda yatan, yogasını yapan, kitabını okuyan çocukların üstüne yakın mesafeden biber gazı sıkıldığını gördük. Tamamen kendi inisiyatifimizle o sabahki yayını Gezi’ye ayırdık. Ana akım medyanın göbeğinde insanlar bu olayları görmezden gelirken biz anlatmaya devam ettik, sokakta çocuklar ölürken bunu görmezden gelemezdik. O günkü kadar zor bir yayın hatırlamıyorum. Sonrasında da 17 Aralık süreci. Sosyal medya yıkılıyor, tapeler patlıyor ve siz insanlara “Biliyor musunuz ses kayıtlarını? Size dinletemiyoruz ama onun üzerine yorum yapmaya devam ediyoruz” diyoruz, saçma sapan bir durum.
Hep böyle miydi yoksa biz yeni mi farkına vardık?
İnanın böyle değildi. Sekiz yıldır sabah haberi sunuyorum, onun öncesinde Ankara’da 12 yıl muhabirlik yaptım. Bu işi daha rahat yapıyorduk ve daha rahat nefes alıyorduk. Hatta sabah haberlerinde biz daha çok gırgır yapabiliyorduk. Daha rahat sağlık, eğitim, özel dosya haberleri verebiliyorduk. Daha rahattı gündem. Bir kırılma noktasıydı bence Haziran 2013 ve o günden beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Ben sizin gibi düşünmüyorum. Gezi için hepimiz “Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedik ya hiçbir faydası yokmuş, her şey eskisi gibi…
Buna ben katılmıyorum ve bunu orta vadede göreceğiz. Hatta şuradan bile bu ortada: CHP pusulaların peşinde çok fazla koşamazken o Gezici dediğimiz çocuklar sokaktalar Ankara’da. Twitter üzerinden haberleşip bir yerlerden pusula bulmaya çalışıyorlar ki bunlar sırf CHP’li oldukları için değil. Hatta aralarında CHP’ye oy vermeyen TKP’ciler, ülkücüler de var. Gezi ruhunun bir devamını yaşıyoruz. Ben ya çok romantiğim bilmiyorum ya çok inanmak istiyorum çünkü başka türlü umutlu başlayamıyorsunuz güne. Bir umudunuz olmalı benim de umudum ‘Y kuşağı’, 90 sonrası doğanlar.
Sabah çalışmak zor bir şey mi?
Kolay değil. Ama çok sızlanamıyorum. Çünkü biliyorum ki benim yaptığım işi hiç para almadan yapmak isteyen, bunun için can atan iletişim fakültesi mezunu, yurtdışında yüksek lisans yapmış binlerce genç var. Zor ama başka bir iş yapsam yine kolay olmayacaktı.
Tarafsız haber mümkün mü?
Değil. Özellikle haziran ayından sonra sürekli mesajlar geliyor “hani siz tarafsızdınız haberci tarafsız olmalıdır” diye. Hayır değildir. Bir kere söz konusu TV ise kameramanın durduğu yer, bakış açısı bile taraftır. İkincisi, kameramanın çektiğini nasıl vereceğinizin kararı da sizdedir. Siz hiç konuşmasanız bile görüntü her şeyi anlatır. Evet haberci, evrensel kavramların, insan haklarının, demokrasinin tarafı olmalıdır. Daha yerel bakacak olursak vicdan vardır Türk insanına has özellikler olarak; sağduyu, Allah korkusu vardır. Bununla hareket etmesi gerekir habercinin.
Siz mesleğe Ankara’da başladınız. Haber anlamında Ankara’da mı daha zor hayat İstanbul’da mı?
İki tarafın da kendine has zorlukları var. Ankara fanatiği değilim ama Ankara’da yaşamayı daha çok seven yeni İstanbullulardanım. Bugün beni koysanız Ankara’nın herhangi bir yerine, nerede sokak röportajı yapılır, hangi grup insan nerede bulunur, bilirim. İstanbul’da yapanlara şapka çıkarmak lazım bu işi. Bizim işin aslı muhabirliktir. İstanbul’a geldiğimde altı ay yapmaya çalıştım, yapamadım. Beni bir habere gönderiyorlardı ben yeri bulacağım, doğru insanı bulacağım, konuşacağım, trafik engelini aşacağım ve gelip ana haberin bültenine montaja yetiştireceğim. Başaramadım. Bu şehirde yaşamak da haber kovalamak da zor. Ankara’nın zorluğu şudur. Sesinizi yeterince merkeze ulaştıramazsınız muhabir olarak. Orada beklenti bellidir, siyaset haberi isterler Ankara bürodan –başka bir beklenti çok nadirdir- Meclis haberi isterler. Yaşam haberi yaparsanız yıldızınız parlamayabilir. İstanbul’un bir zorluğu daha var: Burada müthiş bir rekabet var. Ankara’da meslektaşlar birbirlerine destek olurlar. Haber atlatmaya çalışmazlar.
Sizin içinizden de bu seçimden sonra galiba biz yanlış yapıyoruz, biz siyasete girmeliyiz duygusu geçti mi? Bir sürü insanın içinden geçiyor bu duygu.
Doğruları söylemek için siyasetçi olmaya gerek yok. Çok güzel bir fırsat var benim elimde. Milyonlarca izleyiciye hitap ettiğimiz bir ortamda doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri gösterebiliyorum rahatça. Çoğu siyasetçinin elinde olmayan büyük bir fırsat. Bu noktada daha çok hizmet ettiğimi düşünüyorum kamuoyuna. Aslında her kurumun itibarı sarsıldı. Siyasetin de basının da. Peşinden koşmaya değer mi? Ben elimdekini korumaya çalışıyorum açıkçası. Eskiden bu tür röportajlarda diyordum ki ‘hedefim ana haber sunmak, prime time’da haber anlatmak’ hiç öyle demiyorum artık, elimde halihazırda iş var onu koruyabilirsem şükredeceğim.
Ne zor ama… Hepimiz için zor.
Bir projeye başlarken TV’de eminim siz de bunun bin katı zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Ben eskiden şunu söylerdim: Ben seyirciyi çok iyi tanıyorum ve seyircinin hangi haberleri sabahın hangi dakikasında izleyeceğini çok iyi biliyorum. Ama şimdi benim bir güven problemim var. Reyting ölçümlerine güven problemim var. Seçim sonuçlarına bile güvenin kalmadığı yerde reyting sonuçlarına güvenemiyor insan. Ve tanıyamıyorum karşıma çıkan seyirciyi. Ya ben çok yabancılaştım içinde yaşadığım topluma ya da ortada başka bir oyun var.
Aynı sorun bende de var. Ben diyordum ki ‘ben bir programı seversem toplum da sever’ ama artık öyle değil. Benim sevdiğim yapımları sevmiyorlar, sevmediklerimi seviyorlar…
İzler birbirine karıştı. Hani derler ya at izi it izine karıştı. Hangi ipin ucu nereden çıkacak belli değil.
Siz Türkiye’de UStream’den haber yayını yapan ilk insansınız..
Evet ama zorunda kaldık. Umarım bir daha meslektaşlarım böyle bir şey yapmak zorunda kalmazlar. Çünkü buradan ekmek yiyen bir sürü insan var. Ben evimde pijamamla yayın yapacaksam ve bunu yüz binlerce kişi dinleyecekse tv’nin kapısına kilit vurup gidelim. Bu zorunlu bir yayındı, bir tepkiydi sembol yayındı. Biz seçimden önce bir haksızlığa uğradığımızı düşündük. Ve bizimle ilgili karar veren YSK, AKP ile ilgili de karar verdi. Reklamlarını yasakladılar ama o reklam dönmeye devam etti.
Yasağın her zaman tatlı bir tarafı vardır. Daha rahat bir yayın mıydı sizin için?
Tabii yasak elma. Mecra bizim mecramız. “Bitirelim mi arkadaşlar” diyorum “yok devam et” diyorlar devam ediyoruz. Allah ne verdiyse sürdürdük yayını. Ekranda tabii iki düşünüp bir konuşuyorsunuz. Kimseyi de zor durumda bırakmak istemiyorsunuz. Ben hep diyorum “Bu dükkân bana ait değil ve ben bu dükkanın içinde başka bir dükkân açamam”. Bu patronun her dediğini yaparım demek değil. Mesela ben sabah haberlerine hiç konuk almıyorum. Çünkü ‘Ekranda iki dakika avukatımız, doktorumuz gözükse ya da müteahhit bey gelse de yeni projemizi anlatsa sizin için çok iyi sonuçları olacak bunun’ filan diyenler oldu. Nasıl sonuçları olacak? ‘Size yeni projemizden 1+1 daire’ Ne münasebet! Burası benim değil ki. Böyle durumlar oldu. Geçmişte bayram değil seyran değil masamın üzerinde çok pahalı bir gömlek… Ben de gömleği geri de göndermedim de bir izleyicime gönderdim. Sonra araya PR’lar falan girdi; ‘hiç olmamış, bu tavrım profesyonelce değilmiş.’ ‘Keşke ekranda yapmasaydık’ dediler “Nerede yapacağım benim mecram burası” dedim.
Aslında siz çok zor bir mecrada yayın yapıyorsunuz. Büyük bir rekabet var orada. Ama o rekabeti de siz oluşturdunuz aslında. Siz orada sivrilince her kanal sizin benzerliğinizde programlar yapmaya başladı.
Yaşasın! Usta bir televizyoncudan bunu duydum, ölsem de gam yemem. Çünkü sürekli insanlar beni birileriyle kıyaslamak ve yeni başlayan bazı habercileri benimle rekabete sokmak durumundalar. Bu mecra böyle şov dünyası. Evet Metin Uca’nın yaptığı efsane sabah programları bitmişti, Mesut Yar yavaş yavaş başka mecralara yönelmişti ve ekranda doğru dürüst sabah haber programı kalmamıştı. Amerikalılar da TGRT’yi satın alıp Fox’a dönüştürdüklerinde haber kanalı değil eğlence kanalı olacağını söylemişlerdi. Biz haber kanalı değiliz diyen Fox’ta İrfan Değirmenci ile Çalar Saat tam dört buçuk saat sürüyordu. Bu, örnek oldu başka kurumlara. İzlenme oranlarına vs baktılar ve herkes seyirciden gelen mesajların okunduğu, sunucunun biraz daha samimi olduğu, yorum yaptığı programlar formatlamaya başladı. Buna bir taraftan sevindim tabii meslektaşlarım buradan aldı yürüdü. Ana haber koltuklarına yürüyen bile oldu. Fatih Portakal mesela... Ama her yeni başlayan sabah habercisini benle mukayese etmeyi bıraksalar…
Sekiz yıldır mı yapıyorsunuz bu işi?
Dörder sene Fox ve Kanal D’de. Evet sekiz sezon olmuş.
Çok uzun bir zaman TV için.
Mesut Yar’a sordum ne zamandır yapıyor diye hatırlamıyormuş, Metin Uca’ya sordum o da aşağı yukarı bu kadar zaman yapmış. Bu iş nereye kadar gider böyle? Kanalımızdan bazı yöneticiler diyor ki Amerika’da ve İngiltere’de örnekleri vardır adam 20 yıl yapar, 40 yıl o ekranda olur ve bir efsane olarak uğurlanır. Ben açıkçası sıkılırım.
Ben sizi kime benzetiyorum biliyor musunuz? Can Akbel.
Saygıyla andığım bir isim ama izlediğimi çok hatırlamıyorum..
TRT’de her günün sonunda en son haberi sunardı. Cansu’nun babasıdır, çok saygın.
Tamam tamam. Yıllarca da bu işi yapmıştır, önünde şapka çıkartılır, eli öpülür. Ama ben kendi kariyer planlamam açısından bir sekiz sene daha sabah... Zor bir yaşam…
Popüler kültürün içinde sekiz yıl aynı yerde durmak çok büyük başarı...
Teşekkür ederim ama bir şirket işletiyor gibi düşünün kendinizi, bir elemanınız var ve elemanınız yıllarca hep aynı sorumluluğu almış. Emekliliği beklemeye başlıyorsunuz bir süre sonra. Öyle olsa ben de devlet memurluğunu kabul edebilirdim, kovulmazsınız, heyecan yoktur…
Yeni bir şey sizi daha çok heyecanlandıracak öyle anlıyorum…
Aynen öyle. Yeni bir proje, yeni bir mecra daha çok heyecanlandıracak ama söylediğim gibi hiç büyük konuşamıyorum artık elimdekini korumak da asli vazifem. Zira bir güvencem yok, rahat bir yaşantım yok. Orta halli bir ailenin çocuğuyum ve kendi başına ayakta durmaya çalışan bir sürü borca sahip bir insanım. İnsan bunu da düşünüyor bu borçlar nasıl kapanacak diye. Çünkü yapmayı bildiğim başka bir iş yok.
Tarafsız haberciliğin mümkün olmadığını söyleyen Değirmenci,habercinin insan hakları ve demokrasinin tarafında ve vicdanlı, sağduyulu olması gerektiğini söyledi.
En zor sunduğunuz, sunmak istemediğiniz haber neydi?
Gezi Parkı olaylarının ilk gününde oradaki insanlarla röportajlar yaptım. Ertesi sabah bunu göstermeye hazırlanırken, sabah 5’te orada çadırda yatan, yogasını yapan, kitabını okuyan çocukların üstüne yakın mesafeden biber gazı sıkıldığını gördük. Tamamen kendi inisiyatifimizle o sabahki yayını Gezi’ye ayırdık. Ana akım medyanın göbeğinde insanlar bu olayları görmezden gelirken biz anlatmaya devam ettik, sokakta çocuklar ölürken bunu görmezden gelemezdik. O günkü kadar zor bir yayın hatırlamıyorum. Sonrasında da 17 Aralık süreci. Sosyal medya yıkılıyor, tapeler patlıyor ve siz insanlara “Biliyor musunuz ses kayıtlarını? Size dinletemiyoruz ama onun üzerine yorum yapmaya devam ediyoruz” diyoruz, saçma sapan bir durum.
Hep böyle miydi yoksa biz yeni mi farkına vardık?
İnanın böyle değildi. Sekiz yıldır sabah haberi sunuyorum, onun öncesinde Ankara’da 12 yıl muhabirlik yaptım. Bu işi daha rahat yapıyorduk ve daha rahat nefes alıyorduk. Hatta sabah haberlerinde biz daha çok gırgır yapabiliyorduk. Daha rahat sağlık, eğitim, özel dosya haberleri verebiliyorduk. Daha rahattı gündem. Bir kırılma noktasıydı bence Haziran 2013 ve o günden beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Ben sizin gibi düşünmüyorum. Gezi için hepimiz “Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedik ya hiçbir faydası yokmuş, her şey eskisi gibi…
Buna ben katılmıyorum ve bunu orta vadede göreceğiz. Hatta şuradan bile bu ortada: CHP pusulaların peşinde çok fazla koşamazken o Gezici dediğimiz çocuklar sokaktalar Ankara’da. Twitter üzerinden haberleşip bir yerlerden pusula bulmaya çalışıyorlar ki bunlar sırf CHP’li oldukları için değil. Hatta aralarında CHP’ye oy vermeyen TKP’ciler, ülkücüler de var. Gezi ruhunun bir devamını yaşıyoruz. Ben ya çok romantiğim bilmiyorum ya çok inanmak istiyorum çünkü başka türlü umutlu başlayamıyorsunuz güne. Bir umudunuz olmalı benim de umudum ‘Y kuşağı’, 90 sonrası doğanlar.
Sabah çalışmak zor bir şey mi?
Kolay değil. Ama çok sızlanamıyorum. Çünkü biliyorum ki benim yaptığım işi hiç para almadan yapmak isteyen, bunun için can atan iletişim fakültesi mezunu, yurtdışında yüksek lisans yapmış binlerce genç var. Zor ama başka bir iş yapsam yine kolay olmayacaktı.
Tarafsız haber mümkün mü?
Değil. Özellikle haziran ayından sonra sürekli mesajlar geliyor “hani siz tarafsızdınız haberci tarafsız olmalıdır” diye. Hayır değildir. Bir kere söz konusu TV ise kameramanın durduğu yer, bakış açısı bile taraftır. İkincisi, kameramanın çektiğini nasıl vereceğinizin kararı da sizdedir. Siz hiç konuşmasanız bile görüntü her şeyi anlatır. Evet haberci, evrensel kavramların, insan haklarının, demokrasinin tarafı olmalıdır. Daha yerel bakacak olursak vicdan vardır Türk insanına has özellikler olarak; sağduyu, Allah korkusu vardır. Bununla hareket etmesi gerekir habercinin.
Siz mesleğe Ankara’da başladınız. Haber anlamında Ankara’da mı daha zor hayat İstanbul’da mı?
İki tarafın da kendine has zorlukları var. Ankara fanatiği değilim ama Ankara’da yaşamayı daha çok seven yeni İstanbullulardanım. Bugün beni koysanız Ankara’nın herhangi bir yerine, nerede sokak röportajı yapılır, hangi grup insan nerede bulunur, bilirim. İstanbul’da yapanlara şapka çıkarmak lazım bu işi. Bizim işin aslı muhabirliktir. İstanbul’a geldiğimde altı ay yapmaya çalıştım, yapamadım. Beni bir habere gönderiyorlardı ben yeri bulacağım, doğru insanı bulacağım, konuşacağım, trafik engelini aşacağım ve gelip ana haberin bültenine montaja yetiştireceğim. Başaramadım. Bu şehirde yaşamak da haber kovalamak da zor. Ankara’nın zorluğu şudur. Sesinizi yeterince merkeze ulaştıramazsınız muhabir olarak. Orada beklenti bellidir, siyaset haberi isterler Ankara bürodan –başka bir beklenti çok nadirdir- Meclis haberi isterler. Yaşam haberi yaparsanız yıldızınız parlamayabilir. İstanbul’un bir zorluğu daha var: Burada müthiş bir rekabet var. Ankara’da meslektaşlar birbirlerine destek olurlar. Haber atlatmaya çalışmazlar.
Sizin içinizden de bu seçimden sonra galiba biz yanlış yapıyoruz, biz siyasete girmeliyiz duygusu geçti mi? Bir sürü insanın içinden geçiyor bu duygu.
Doğruları söylemek için siyasetçi olmaya gerek yok. Çok güzel bir fırsat var benim elimde. Milyonlarca izleyiciye hitap ettiğimiz bir ortamda doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri gösterebiliyorum rahatça. Çoğu siyasetçinin elinde olmayan büyük bir fırsat. Bu noktada daha çok hizmet ettiğimi düşünüyorum kamuoyuna. Aslında her kurumun itibarı sarsıldı. Siyasetin de basının da. Peşinden koşmaya değer mi? Ben elimdekini korumaya çalışıyorum açıkçası. Eskiden bu tür röportajlarda diyordum ki ‘hedefim ana haber sunmak, prime time’da haber anlatmak’ hiç öyle demiyorum artık, elimde halihazırda iş var onu koruyabilirsem şükredeceğim.
Ne zor ama… Hepimiz için zor.
Bir projeye başlarken TV’de eminim siz de bunun bin katı zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Ben eskiden şunu söylerdim: Ben seyirciyi çok iyi tanıyorum ve seyircinin hangi haberleri sabahın hangi dakikasında izleyeceğini çok iyi biliyorum. Ama şimdi benim bir güven problemim var. Reyting ölçümlerine güven problemim var. Seçim sonuçlarına bile güvenin kalmadığı yerde reyting sonuçlarına güvenemiyor insan. Ve tanıyamıyorum karşıma çıkan seyirciyi. Ya ben çok yabancılaştım içinde yaşadığım topluma ya da ortada başka bir oyun var.
Aynı sorun bende de var. Ben diyordum ki ‘ben bir programı seversem toplum da sever’ ama artık öyle değil. Benim sevdiğim yapımları sevmiyorlar, sevmediklerimi seviyorlar…
İzler birbirine karıştı. Hani derler ya at izi it izine karıştı. Hangi ipin ucu nereden çıkacak belli değil.
Siz Türkiye’de UStream’den haber yayını yapan ilk insansınız..
Evet ama zorunda kaldık. Umarım bir daha meslektaşlarım böyle bir şey yapmak zorunda kalmazlar. Çünkü buradan ekmek yiyen bir sürü insan var. Ben evimde pijamamla yayın yapacaksam ve bunu yüz binlerce kişi dinleyecekse tv’nin kapısına kilit vurup gidelim. Bu zorunlu bir yayındı, bir tepkiydi sembol yayındı. Biz seçimden önce bir haksızlığa uğradığımızı düşündük. Ve bizimle ilgili karar veren YSK, AKP ile ilgili de karar verdi. Reklamlarını yasakladılar ama o reklam dönmeye devam etti.
Yasağın her zaman tatlı bir tarafı vardır. Daha rahat bir yayın mıydı sizin için?
Tabii yasak elma. Mecra bizim mecramız. “Bitirelim mi arkadaşlar” diyorum “yok devam et” diyorlar devam ediyoruz. Allah ne verdiyse sürdürdük yayını. Ekranda tabii iki düşünüp bir konuşuyorsunuz. Kimseyi de zor durumda bırakmak istemiyorsunuz. Ben hep diyorum “Bu dükkân bana ait değil ve ben bu dükkanın içinde başka bir dükkân açamam”. Bu patronun her dediğini yaparım demek değil. Mesela ben sabah haberlerine hiç konuk almıyorum. Çünkü ‘Ekranda iki dakika avukatımız, doktorumuz gözükse ya da müteahhit bey gelse de yeni projemizi anlatsa sizin için çok iyi sonuçları olacak bunun’ filan diyenler oldu. Nasıl sonuçları olacak? ‘Size yeni projemizden 1+1 daire’ Ne münasebet! Burası benim değil ki. Böyle durumlar oldu. Geçmişte bayram değil seyran değil masamın üzerinde çok pahalı bir gömlek… Ben de gömleği geri de göndermedim de bir izleyicime gönderdim. Sonra araya PR’lar falan girdi; ‘hiç olmamış, bu tavrım profesyonelce değilmiş.’ ‘Keşke ekranda yapmasaydık’ dediler “Nerede yapacağım benim mecram burası” dedim.
Aslında siz çok zor bir mecrada yayın yapıyorsunuz. Büyük bir rekabet var orada. Ama o rekabeti de siz oluşturdunuz aslında. Siz orada sivrilince her kanal sizin benzerliğinizde programlar yapmaya başladı.
Yaşasın! Usta bir televizyoncudan bunu duydum, ölsem de gam yemem. Çünkü sürekli insanlar beni birileriyle kıyaslamak ve yeni başlayan bazı habercileri benimle rekabete sokmak durumundalar. Bu mecra böyle şov dünyası. Evet Metin Uca’nın yaptığı efsane sabah programları bitmişti, Mesut Yar yavaş yavaş başka mecralara yönelmişti ve ekranda doğru dürüst sabah haber programı kalmamıştı. Amerikalılar da TGRT’yi satın alıp Fox’a dönüştürdüklerinde haber kanalı değil eğlence kanalı olacağını söylemişlerdi. Biz haber kanalı değiliz diyen Fox’ta İrfan Değirmenci ile Çalar Saat tam dört buçuk saat sürüyordu. Bu, örnek oldu başka kurumlara. İzlenme oranlarına vs baktılar ve herkes seyirciden gelen mesajların okunduğu, sunucunun biraz daha samimi olduğu, yorum yaptığı programlar formatlamaya başladı. Buna bir taraftan sevindim tabii meslektaşlarım buradan aldı yürüdü. Ana haber koltuklarına yürüyen bile oldu. Fatih Portakal mesela... Ama her yeni başlayan sabah habercisini benle mukayese etmeyi bıraksalar…
Sekiz yıldır mı yapıyorsunuz bu işi?
Dörder sene Fox ve Kanal D’de. Evet sekiz sezon olmuş.
Çok uzun bir zaman TV için.
Mesut Yar’a sordum ne zamandır yapıyor diye hatırlamıyormuş, Metin Uca’ya sordum o da aşağı yukarı bu kadar zaman yapmış. Bu iş nereye kadar gider böyle? Kanalımızdan bazı yöneticiler diyor ki Amerika’da ve İngiltere’de örnekleri vardır adam 20 yıl yapar, 40 yıl o ekranda olur ve bir efsane olarak uğurlanır. Ben açıkçası sıkılırım.
Ben sizi kime benzetiyorum biliyor musunuz? Can Akbel.
Saygıyla andığım bir isim ama izlediğimi çok hatırlamıyorum..
TRT’de her günün sonunda en son haberi sunardı. Cansu’nun babasıdır, çok saygın.
Tamam tamam. Yıllarca da bu işi yapmıştır, önünde şapka çıkartılır, eli öpülür. Ama ben kendi kariyer planlamam açısından bir sekiz sene daha sabah... Zor bir yaşam…
Popüler kültürün içinde sekiz yıl aynı yerde durmak çok büyük başarı...
Teşekkür ederim ama bir şirket işletiyor gibi düşünün kendinizi, bir elemanınız var ve elemanınız yıllarca hep aynı sorumluluğu almış. Emekliliği beklemeye başlıyorsunuz bir süre sonra. Öyle olsa ben de devlet memurluğunu kabul edebilirdim, kovulmazsınız, heyecan yoktur…
Yeni bir şey sizi daha çok heyecanlandıracak öyle anlıyorum…
Aynen öyle. Yeni bir proje, yeni bir mecra daha çok heyecanlandıracak ama söylediğim gibi hiç büyük konuşamıyorum artık elimdekini korumak da asli vazifem. Zira bir güvencem yok, rahat bir yaşantım yok. Orta halli bir ailenin çocuğuyum ve kendi başına ayakta durmaya çalışan bir sürü borca sahip bir insanım. İnsan bunu da düşünüyor bu borçlar nasıl kapanacak diye. Çünkü yapmayı bildiğim başka bir iş yok.