Umur Talu Aydın Doğan'ı o sözüyle vurdu: Orası ne Allah aşkına?
Umur Talu bugünkü köşesinde isim vermeden Aydın Doğan ve damadı Mehmet Ali Yalçındağ’ı eleştirdi.
Habertürk gazetesi yazarı ve eski Milliyet genel yayın yönetmeni Umur Talu, isim vermeden Aydın Doğan’ı ve Doğan Medya’yı eleştirdi.
Enerji Bakanı Berak Albayrak’ın sızdırılan maillerinde Aydın Doğan’ın damadı Doğan Yayın CEO'su Mehmet Ali Yalçındağ’a ilişkin de çarpıcı iddialar yer almıştı. Mehmet Ali Yalçındağ’ın, Doğan Grubu’ndaki gazetecilere ilişkin siyasi iktidara ve Saray’a bilgiler verdiği, bazı gazetecileri göndermeye çalıştığına ilişkin mailler öne sürülmüştü.
Umur Talu ise bugünkü köşesinde isim vermeden Aydın Doğan ve damadı Mehmet Ali Yalçındağ’ı eleştirdi.
Umur Talu, “Hatıra bu ya: Yıllar yıllar önce, o sıra “en büyük medya patronu” olmamış bir “gazete” sahibi, odasında iki kişiye bir şey açıklamaktadır. Der ki “Artık bir icra kurulu kurmamız lazım. Başkan benim” ve “gazeteci” olmayan “damadı”na dönüp ekler: “Sen de kurul üyesisin ama başkan yardımcısı sen olamazsın, çünkü burası bir gazete. Gazeteyi gazeteciler yönetir.”” şeklinde ifadelerle başladığı yazısını, “Burası bir gazete... Gazeteyi gazeteciler yönetir! Şimdi bu yazının tüm şapşal, biraz salak, epey saf haline münasip şekilde sorayım: Orası ne Allah aşkına?” diyerek bitirdi.
Umur Talu’nun yazısının ilgili bölümü şöyle:
"Hatıra bu ya:
Yıllar yıllar önce, o sıra “en büyük medya patronu” olmamış bir “gazete” sahibi, odasında iki kişiye bir şey açıklamaktadır.
Der ki “Artık bir icra kurulu kurmamız lazım. Başkan benim” ve “gazeteci” olmayan “damadı”na dönüp ekler:
“Sen de kurul üyesisin ama başkan yardımcısı sen olamazsın, çünkü burası bir gazete. Gazeteyi gazeteciler yönetir.”
***
Hikâyenin sonrası yıllar boyu bin türlü “dizi” tadında, ülkenin ve medyanın bin bir felaketleriyle sürmüş olsa da, bildiğim kadarıyla hiç olmazsa o gün yahut o günlere kadar bunu “inanarak” söylemiş olabilirdi:
“Çünkü burası bir gazete!”
***
Ondan sonra ama yine yıllar yıllar önce, yanlış hatırlamıyorsam, aynı “gazete sahibi”nin artık “en büyük medya patronu” olarak ortaya çıktığı bir dönemde, yüzüne karşı birisi şunu söyler:
“İleride bir gün, mezar taşınızda yahut insanların hafıza taşlarında ne yazacak: Çok cevval işadamı, hırslı medya patronuydu, sayelerinde gazetecilik ne hale geldi mi? Yoksa bu ülkede bağımsız, namuslu bir gazetenin çıkması için gayret etmişti mi? İkincisi çok renksiz, aşırı mütevazı değil mi? Ama bir insan son nefesinde, nefsinin son hevesinde artık neyle anılmak ister? Torunlarının filan gurur duyabileceği şey hangisidir?”
***
Böyle saf ve aptalca soruların elbette sınıf, sermaye, iktidar, güç ilişkilerinde bir yeri yok.
Ancak tek bir insanın hayatında, hayatının sonlarında ve işte o son nefesinde bir kıymeti olabilir.
Çoktan tükenmiş bir kıymeti; çoktan çürümüş bir hüviyeti.
Çünkü o toprağa girdiğinizde, olacak odur!
İsterlerse üzerinize en debdebeli taşları diksinler.
***
Yıllar yıllar geçmiş aradan, ortadan, yandan, üzerinden, üzerimizden.
“Hortum medyası, 28 Şubat medyası, darbekâr medya, tamahkâr medya, tövbekâr medya, rehine medya” gibi rezil dönemler, gazetecilik rezaletleri, insanlık sefaletleri yaşanmış.
Sonra o “kumandalı, tek tip medya günleri”nden en çok yakınmış, en çok mağdur olduğunu iddia etmiş olanlar da, bir zamanlar karşı oldukları bin çeşit “dayatma, tahakküm, tehdit, baskı, otorite” alet edevatı ile zevatını tepe tepe, vura vura, kıra kıra kullanmaya başlamış.
Gelmişiz bugüne de işte!
***
Yazının en başındaki “hatıra” aktörleri o günleri muhtemelen çoktan unutmuştur da, bugünlerin de idrakinde mi acaba?
Gurur duyacakları bir şey midir şu yaşadıkları, yaptıkları, yapmadıkları?
Gurur duyulacak bir şey midir, sansürler, otosansürler, dışarı atılmış veya içeri atılmış gazeteciler?
Bırakın gazeteciliği, medyacılığı filan; insanlar, aileler, çevreleri, çoluk çocuk, torun torba nasıl bir gurur duyabilir?
Tamam, kabul ediyorum, güç, iktidar, ilişki, kayırılma, “taht oyunları, kasa oyunları, masa oyunları”, hepsi insanoğlunun bir tarafını tatmin ediyordur.
Ama insan bu mudur?
Sadece bu mudur?
Hayat o mudur?
Sadece o mudur?
Haysiyet nedir?
Utanma, sıkılma, muhasebe, muhakeme, tefekkür, günah vs. korkusu nedir?
Ölüm nedir? Nefis nedir, son nefes nedir, hesap nedir?
Nasıl anılmak, neyle hatırlanmak, ne tür bir iz bırakmak vardır sonunda?
***
Gün olacak, iktidar mensupları da medya mensupları da yüzleşecek bu sorularla.
Güçle, kudretle, teslimiyetle övünmüş olanların da bir muhakeme, muhasebe anı olacak mutlaka. Çünkü hayat değilse, ölüm hepimizi buna zorlar, en azından işte o son nefeste.
Ne çıkacak bakiye?
***
Oysa yazının başındaki, samimi veya değil, o tespit asgari bir müşterek, asgari bir ölçü, o vakitler de her şey mükemmel olmasa dahi, asgari bir duruştu:
Burası bir gazete... Gazeteyi gazeteciler yönetir!
Şimdi bu yazının tüm şapşal, biraz salak, epey saf haline münasip şekilde sorayım:
Orası ne Allah aşkına?"
Enerji Bakanı Berak Albayrak’ın sızdırılan maillerinde Aydın Doğan’ın damadı Doğan Yayın CEO'su Mehmet Ali Yalçındağ’a ilişkin de çarpıcı iddialar yer almıştı. Mehmet Ali Yalçındağ’ın, Doğan Grubu’ndaki gazetecilere ilişkin siyasi iktidara ve Saray’a bilgiler verdiği, bazı gazetecileri göndermeye çalıştığına ilişkin mailler öne sürülmüştü.
Umur Talu ise bugünkü köşesinde isim vermeden Aydın Doğan ve damadı Mehmet Ali Yalçındağ’ı eleştirdi.
Umur Talu, “Hatıra bu ya: Yıllar yıllar önce, o sıra “en büyük medya patronu” olmamış bir “gazete” sahibi, odasında iki kişiye bir şey açıklamaktadır. Der ki “Artık bir icra kurulu kurmamız lazım. Başkan benim” ve “gazeteci” olmayan “damadı”na dönüp ekler: “Sen de kurul üyesisin ama başkan yardımcısı sen olamazsın, çünkü burası bir gazete. Gazeteyi gazeteciler yönetir.”” şeklinde ifadelerle başladığı yazısını, “Burası bir gazete... Gazeteyi gazeteciler yönetir! Şimdi bu yazının tüm şapşal, biraz salak, epey saf haline münasip şekilde sorayım: Orası ne Allah aşkına?” diyerek bitirdi.
Umur Talu’nun yazısının ilgili bölümü şöyle:
"Hatıra bu ya:
Yıllar yıllar önce, o sıra “en büyük medya patronu” olmamış bir “gazete” sahibi, odasında iki kişiye bir şey açıklamaktadır.
Der ki “Artık bir icra kurulu kurmamız lazım. Başkan benim” ve “gazeteci” olmayan “damadı”na dönüp ekler:
“Sen de kurul üyesisin ama başkan yardımcısı sen olamazsın, çünkü burası bir gazete. Gazeteyi gazeteciler yönetir.”
***
Hikâyenin sonrası yıllar boyu bin türlü “dizi” tadında, ülkenin ve medyanın bin bir felaketleriyle sürmüş olsa da, bildiğim kadarıyla hiç olmazsa o gün yahut o günlere kadar bunu “inanarak” söylemiş olabilirdi:
“Çünkü burası bir gazete!”
***
Ondan sonra ama yine yıllar yıllar önce, yanlış hatırlamıyorsam, aynı “gazete sahibi”nin artık “en büyük medya patronu” olarak ortaya çıktığı bir dönemde, yüzüne karşı birisi şunu söyler:
“İleride bir gün, mezar taşınızda yahut insanların hafıza taşlarında ne yazacak: Çok cevval işadamı, hırslı medya patronuydu, sayelerinde gazetecilik ne hale geldi mi? Yoksa bu ülkede bağımsız, namuslu bir gazetenin çıkması için gayret etmişti mi? İkincisi çok renksiz, aşırı mütevazı değil mi? Ama bir insan son nefesinde, nefsinin son hevesinde artık neyle anılmak ister? Torunlarının filan gurur duyabileceği şey hangisidir?”
***
Böyle saf ve aptalca soruların elbette sınıf, sermaye, iktidar, güç ilişkilerinde bir yeri yok.
Ancak tek bir insanın hayatında, hayatının sonlarında ve işte o son nefesinde bir kıymeti olabilir.
Çoktan tükenmiş bir kıymeti; çoktan çürümüş bir hüviyeti.
Çünkü o toprağa girdiğinizde, olacak odur!
İsterlerse üzerinize en debdebeli taşları diksinler.
***
Yıllar yıllar geçmiş aradan, ortadan, yandan, üzerinden, üzerimizden.
“Hortum medyası, 28 Şubat medyası, darbekâr medya, tamahkâr medya, tövbekâr medya, rehine medya” gibi rezil dönemler, gazetecilik rezaletleri, insanlık sefaletleri yaşanmış.
Sonra o “kumandalı, tek tip medya günleri”nden en çok yakınmış, en çok mağdur olduğunu iddia etmiş olanlar da, bir zamanlar karşı oldukları bin çeşit “dayatma, tahakküm, tehdit, baskı, otorite” alet edevatı ile zevatını tepe tepe, vura vura, kıra kıra kullanmaya başlamış.
Gelmişiz bugüne de işte!
***
Yazının en başındaki “hatıra” aktörleri o günleri muhtemelen çoktan unutmuştur da, bugünlerin de idrakinde mi acaba?
Gurur duyacakları bir şey midir şu yaşadıkları, yaptıkları, yapmadıkları?
Gurur duyulacak bir şey midir, sansürler, otosansürler, dışarı atılmış veya içeri atılmış gazeteciler?
Bırakın gazeteciliği, medyacılığı filan; insanlar, aileler, çevreleri, çoluk çocuk, torun torba nasıl bir gurur duyabilir?
Tamam, kabul ediyorum, güç, iktidar, ilişki, kayırılma, “taht oyunları, kasa oyunları, masa oyunları”, hepsi insanoğlunun bir tarafını tatmin ediyordur.
Ama insan bu mudur?
Sadece bu mudur?
Hayat o mudur?
Sadece o mudur?
Haysiyet nedir?
Utanma, sıkılma, muhasebe, muhakeme, tefekkür, günah vs. korkusu nedir?
Ölüm nedir? Nefis nedir, son nefes nedir, hesap nedir?
Nasıl anılmak, neyle hatırlanmak, ne tür bir iz bırakmak vardır sonunda?
***
Gün olacak, iktidar mensupları da medya mensupları da yüzleşecek bu sorularla.
Güçle, kudretle, teslimiyetle övünmüş olanların da bir muhakeme, muhasebe anı olacak mutlaka. Çünkü hayat değilse, ölüm hepimizi buna zorlar, en azından işte o son nefeste.
Ne çıkacak bakiye?
***
Oysa yazının başındaki, samimi veya değil, o tespit asgari bir müşterek, asgari bir ölçü, o vakitler de her şey mükemmel olmasa dahi, asgari bir duruştu:
Burası bir gazete... Gazeteyi gazeteciler yönetir!
Şimdi bu yazının tüm şapşal, biraz salak, epey saf haline münasip şekilde sorayım:
Orası ne Allah aşkına?"