ÜMİT, ŞAFAK'A ÇAKTI! FATİH HAKKINDA ROMAN YAZIYORUM AMA KAFTAN GİYİP POZ VERMEM!

Ahmet Ümit, daha önce "mıy mıy yazıyor" diyerek çok sert eleştirdiği Elif Şafak'ın son romanıyla ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı.

Ahmet Ümit’in "Bir Ses Böler Geceyi" romanının film çekimleri başladı. Yazar bir yandan da günümüzde başlayıp Fatih dönemine kadar uzanan yeni kitabını yazıyor. Ümit kendisi ile konuşan Güliz Aslan’ın sorularını yanıtladı ve daha önce "mıy mıy yazıyor" diyerek çok sert eleştirdiği Elif Şafak’ın son romanıyla ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı.

İşte o röportaj...

“Fatih hakkında roman yazıyorum ama kaftan giyip poz vermem”
Ahmet Ümit’in “Bir Ses Böler Geceyi” romanının film çekimleri başladı. Yazar bir yandan da günümüzde başlayıp Fatih dönemine kadar uzanan yeni kitabını yazıyor
1930 ‘lu yıllarda, Antep’te kızına masal anlatması için profesyonel bir masal anlatıcısı tutan bir dedenin torunu o. Annesine anlatılan masalları dinleyerek büyüdü ve çağdaş bir masal anlatıcısı oldu. Ahmet Ümit bugün Türk edebiyatının geçimini yazarak sağlayan nadir yazarlarından biri. Daha önce “Sis ve Gece” romanı filme uyarlanmıştı. Şimdilerde de “Bir Ses Böler Geceyi” isimli romanının filmi çekiliyor. Halihazırda “Beyoğlu Rapsodisi”, “Kukla”, “Kavim” ve “Bab-ı Esrar”ın film hakları da farklı yönetmenlere verilmiş durumda. Yazar, romanlarından “Aşk Köpekliktir”i ise ileride filmini çekmek üzere kendine saklıyor. Ahmet Ümit’le Taksim’deki ofisinde bir araya geldik, edebiyattaki güncel tartışmaları ve filme uyarlanan romanını konuştuk.


Kitaplarınızı kaleme alırken günün birinde film olabileceğini göz önünde bulundurur musunuz?

Görerek yazan yazarlardanım. Yazarken bilgisayarımın ekranı bir sinema perdesine dönüşür. O esnada orada oynayan filmin oyuncusu, yönetmeni, sanat yönetmeni, kameramanı oluyorum. Bu metne de geçiyor. Bu nedenle en başından beri romanlarıma ve öykülerime sinemacıların büyük ilgisi var.

Yazdıklarınızı bir yönetmene verdiğinizde kıskançlık duyar mısınız ya da hayal kırıklığına uğramaktan korkar mısınız?

Film nasıl olursa olsun romanın içeriği değişmiyor ki. Yazdıklarınızın güçlü olduğuna inanıyorsanız böyle endişelere gerek olmaz. İyi edebiyatın ölçütü zamandır. Zaman sizi öldürmüyorsa hiçbir şey öldüremez. “Bir Ses Böler Geceyi” romanının filmini kendim çekmeyi planlıyordum aslında fakat Ersan Arsever, filmin yönetmeni olan ağabeyimiz, “Ben bu romana âşık oldum” diye gelince film haklarını ona verdim.

Senaryo yazım aşamasına, oyuncuların belirlenme sürecine dahil oluyor musunuz?

Yönetmen isterse her türlü desteği veririm. İsterler de genelde. Ersan abiye kıyamadığı yerleri ben attırdım örneğin. Filme dönüştürmeden önce romana otopsi yapmak gerekir çünkü. Senaryoyu kendim yazmam ama oyuncular, kurgu konusunda fikir veririm, diyalogları düzeltirim. Ama istemezlerse karışmam. Edebiyat çavuşluğu yapmam.

Neden eserlerinizin filme çekilmesini istiyorsunuz?

Üç etken var. Birincisi, sinemaya bayılıyorum. İkincisi, edebiyat dışında başka sanat alanında bahsedilecek olmak insanın gönlünü okşuyor. Üçüncüsü tanıtım. Kitaplar filmlerle yeniden gündeme geliyor.


“Yaprak Dökümü ve Aşk-ı Memnu’nun yazarları mezarlarında ters dönmüştür”

Bir romanınızın filmini kendiniz çekmeyi düşünüyorsunuz galiba?

“Aşk Köpekliktir”i kendime saklıyorum. 50 yaşına kadar çekmeyi planlıyordum ama koşullar oluşmadı.
Şimdi çok daha ciddi düşünüyorum. Ama daha üç-dört yılı var. Bir başka roman yazmakla meşgulüm şimdilerde.

Bu süre içerisinde “Aşk Köpekliktir”i aşkla çekmek isteyen bir yönetmen çıkarsa?

Vermem. Filmi neredeyse görüyorum çünkü. Kafamda senaryosunu yazmaya başladım. Stefan karakterini yabancı birine oynatmak var kafamda. Romanı biraz değiştireceğim.

Çekilen filmlerde oyunculuk yapmayı düşünür müsünüz?

Her iki filmde de çok az oynadım. “Bir Ses Böler Geceyi” filminde türkü söyledim. Ama daha fazlası olmaz. Sette bulunmak hoşuma gidiyor. Hatıra oluyor. Yönetmenler de istiyor zaten
.
Siz hangi sinema uyarlamalarını başarılı bulursunuz?

“Doktor Jivago” son derece başarılı bir uyarlamaydı mesela. Stanley Kubrick, o deha, bir Stephen King hikayesi olan “The Shining”den inanılmaz bir korku filmi (“Cinnet”) çıkarmıştır. Hamlet uyarlamasını çok beğenmiştim. “Dövüş Kulübü” de bence başarılıydı. Bizde Ömer Kavur’un

“Anayurt Oteli” vardır...

Dizi uyarlamaları hakkında ne düşünüyorsunuz? “Yaprak Dökümü”, “Aşk-ı Memnu”?

Korkunç. O klasiklerin yazarları herhalde mezarlarında ters dönmüşlerdir. Sinema bir sanattır. Dizi değil. Tüketime ve izleyen kitleyi memnun etmeye yöneliktir. Bu da reklamın mantığıdır. Yönetmen filmi için “İsterlerse izlesinler, istemezlerse izlemesinler, doğru olanın bu olduğuna inanıyorum, bu sahne böyle olacak” diyebilir.
Ama dizide, reklamda bunu diyemezsiniz.


“Tanıttığımız şey edebiyat, şampuan satmıyoruz”

Kitabınızın bir kısmı Twitter’dan yayımlandı, damadınız bazı kitaplarınız için tanıtım filmleri çekiyor...

Kitabın tanıtımı mutlaka yapılmalı. Çok iyi yazarlarımız var ama yazarak geçinen
beş-altı yazar varız, bu çok acı. Buna bile sinirlenenler oluyor. Tam tersine yüzlerce yazar yazmalı ve bununla geçinebilmeli.

Nasıl yapılmalı bu tanıtım?
Tanıttığımız şey edebiyat. Şampuan satmıyoruz. Edebiyat edepten gelir. Tanıtım da edebiyata uygun olmalı, edep içinde yapılmalı. “İstanbul Hatırası”nı yazdım, tanıtım olarak geziler düzenledik. Romandaki cinayet mahallini gezdik ya da kitabın bir bölümü Twitter’da yayımlandı. Çünkü kitap okuyucusu aynı zamanda Twitter kullanıcısı. Bu, işin dokusuna uygun.

Siz de bir dönem reklamcılık yaptınız. Karakterin kılığında kitabın kapağı için poz verme fikrini nasıl buluyorsunuz?

Yapılmış olan işle ilgili bir şey söylemek istemiyorum ama şimdi Fatih hakkında bir roman yazıyorum, çıkıp da kaftanı giyip fotoğraf çektirmek benim için doğru olmaz. Ben tercih etmiyorum. Aksini düşünenlere saygı duyuyorum.

“İntihali ben de yaşadım”

Bir diğer güncel tartışma da intihalle ilgili... Esinlenme nerede biter, intihal nerede başlar?

Sanatta önemli olan, biricik olmaktır. Daha önce söylenmemiş olanı söylemektir. Sanat kaygısı olan buna dikkat etmeli. Bırakın intihali, çağrışım bile çok kötü. Kendimi tekrar etmekten de aynı derecede korkarım. Dostoyevski’nin cinayeti ele alışını ve Agatha Christie’nin kurgusunu birleştirir, başka bir şey yaratırım. Birebir bir romanı aldığım da olmuştur. “Beyoğlu Rapsodisi”, Agatha Christie’nin “Roger Ackroyd Cinayeti”ne göndermedir. Ama bunu son sayfaya not düşmüşümdür. Aksi halde çalma olur. Bu bilmeden de yapılabilir. Kafanızın bir yerinde kalmış olabilir ama o zaman da gerçekten böyle bir şey varsa namuslu bir şekilde
“Ben bunu yazdım ama hakikaten atlamışım, bu da böyle bir eser oldu” demek gerekir.

Sizin eserlerinizden intihal yapıldı mı?

Başıma geldi. Bununla ilgili bir şey yapmıyorum. Çünkü o tartışma hoş değil. Mevlana konusunda bir roman yazmışken, hoşgörü, nefs terbiyesi, menfaatlerden uzaklaşma derken çıkıp da “Kitabımı çaldın” demem. Mümkün olduğu kadar başka yazarlardan etkilenmemeye çalışıyorum. Benden etkilenen olunca da seviniyorum. Mevlana konusunda ilk ben yazdım, “Bab-ı Esrar”. Elif Şafak “Aşk”ı yazdı altı ay sonra. Arkasından “Şems’in Gözyaşları”, onlar başladı. İnsanlar Şems’i öğrenmeye başladılar.

Ne yazacağınızı açıklamıyorsunuz artık.
Tek aldığım önlem bu. Mahkemeler, basın... Rezillik gelir arkasından. Bunlarla uğraşmak istemiyorum. Gönlü kirlenir insanın. Edebiyatçı biraz uzak durmalı, yukardan bakmalı olanlara. Sheakespeare’in sevdiğim bir sözü vardır, “Değmez bu yangın yeri avuç açmaya değmez”.

Siz de kıskançlıkların hedefi oldunuz. Böyle zamanlarda yazarlar dayanışması olması gerekmez mi?

Savunacağınız kişi tutarlılık arz etmezse siz nasıl onun arkasında durursunuz?
Kitabını satmak için her şeyi yapan bir yazarı niye savunasınız? Romanın yazım aşamasına tanık olmuşsam, bir haksızlık yapılıyorsa savunurum.


“Behzat Ç.’nin filmini merakla bekliyorum”

Sizi ne heyecanlandırıyor bugünlerde?

Yazmakta olduğum roman.

Hiç mi bir şey söylemiyorsunuz yazmakta olduğunuz romanla ilgili?

Söyleyebiliriz. Osmanlı klasik çağı tarihçileri arasında geçen bir roman. Âşık Paşazade Tarihi’nde okuduğum bir şiir beni çok etkiledi ve “Bunu yazmalıyım” dedim. “Tarih nedir?” sorusu etrafında bir tartışma yürütüyoruz. Günümüzde başlıyor, Fatih dönemine uzanıyor. Edirne, İstanbul, Amasya, Manisa romanın şehirleri.
Tabii ki bir cinayet var. Psikolojik bir roman aynı zamanda. Yaklaşık bir yıldır üzerinde çalışıyorum. Ne zaman yayımlanır bilmiyorum ama ocak ayına doğru biter.

Yeni yazarlardan kimleri beğeniyorsunuz? Bu yaz kimleri okudunuz?

Polisiyecilerden Emrah Serbes. Bir grupları var, “Afili Filintalar”, o çocukları beğeniyorum. Murat Uyurkulak’ı beğeniyorum. Murathan Mungan’ın son romanı hoş bir kitaptı. Selim İleri’nin son hikaye kitabı çok hoşuma gitti.

“Behzat Ç.” ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Birkaç kez izledim. Bizde polisiye dizi, yaratılan enteresan bir karakter üzerinden yürüyor. “Sonuna kadar çözemedik, olağanüstü bir kurgusu var, nefes kesiciydi” demiyor insanlar. Ama bazı karakterler çok gerçek. Harun diye bir tip var, çok beğeniyorum. Ben BBC tarzı polisiyeleri beğeniyorum daha çok, zekaya dayanan, ağır ağır ilerleyen... Ama “Behzat Ç.”nin filmini merakla bekliyorum.


“Romanım Twitter’daydı ama ben sosyal medyada yokum”


Teknolojiyle, sosyal medyayla aranız nasıl?

Bilgisayarda yazarım. İnterneti çok sık kullanırım. Ama sosyal medyada yokum. Okurlarımın bana yazdığı bir şeye cevap vermezsem kendimi kötü hissederim çünkü. Oralara takılırsam da yazı yazamam.

Yazar biraz da gizemli mi kalmalıdır?

Yazarın okura uzaklığını sevmem. Bana çok kolay ulaşırlar. Sokakta durdururlar, sohbet ederiz.
Eve de metroyla gider gelirim zaten.

Güliz Arslan/Milliyet