UMARIM TAYYİP BEY'İN ÇOCUKLARI DA...ÇETİN ALTAN OĞLUNU NASIL SAVUNDU?

Başbakan Erdoğan'ın hakkındaki yazı nedeni ile 50 Bin TL'lik tazminat davası açtığı Ahmet Altan'ı, babası Çetin Altan bakın nasıl savundu?

Ahmet Altan’ın uğradığı nankörlüklerle, Başbakan Tayyip Bey’in de kendisi hakkında açtığı 50 bin TL’lik tazminat davası ve açılmasını istediği kamu davası; bendenizi 1962 yılına götürdü.
Sanırım o tarihlerde Başbakan Tayyip Bey, 8 yaşlarında falandı.
* * *
27 Mayıs 1960 askeri darbesi, İş Bankası Genel Müdürü Ahmet Dallı’yı da gözaltına almıştı.
Ve Ahmet Dallı, bendenize bir mektup yazmıştı; hakkındaki suç iddiası kesinleştiği takdirde dahi; yatacağı hapis süresini de aşan bir zamandan beri gözaltında tutulmasından yakınıyordu.
* * *
Bendeniz de Ahmet Dallı’nın mektubunu; Milliyet’teki köşemde özetlemiş ve “rafa kaldırılan bir adalet, uğur getirmez” demeye getirmiştim.
* * *
Ahmet Dallı kısa bir sürede özgür bırakılmıştı.
Basınköy’de kurulan Basın Kooperatifi apartmanlarında benim de hakkım vardı ve çekilen kurada, bendenize de bir ilk kat çıkmıştı. Karşımdaki kapı komşum karikatürist M. Uykusuz’du.
* * *
Kira ödemekten o kadar usanmıştık ki, Yaşar Kemal ile birlikte apar topar Basınköy’e taşınmıştık.
Ahmet Dallı da, yeni ev hediyesi olarak bir Hitit vazosu göndermişti bize.
* * *
1965 yılında TBMM’ye İstanbul Milletvekili olarak seçildiğimde yaşadığım akıl almaz serüvenleri; Meclis tutanaklarıyla da belgeleyerek, “Ben Milletvekili İken” adlı kitapta yazdım.
Kim ilgilendi, kim ilgilenmedi bilmiyorum.
“Telif hakkı” ise, zaten Türkiye’de bilinen bir “hak” değildir.
* * *
Daha Meclis’e girdiğim yıl, “dokunulmazlığımın” kaldırılması için hemen karma bir komisyon kuruldu.
O “komisyonda” sürekli bendenizi suçlayanların başında, 10 yıl boyunca aynı sınıflarda okuduğumuz Coşkun Kırca ile aile dostumuz Emin Paksüt geliyordu.
* * *
1968 yılında Karma Komisyon’un verdiği “dokunulmazlığımın kaldırılması kararı” Meclis Genel Kurulu’nda oya sunulduğunda; kararın onaylanması için en önde kim parmak kaldırıyordu biliyor musunuz?
Adalet Partisi’nden milletvekili seçilmiş olan Ahmet Dallı...
* * *
Bugünün 4 yaşındaki yavruları, 30’larına geldiklerinde; Başbakan Tayyip Bey de, bendenizin yaşına gelmiş olacak.
Dilerim o yaşa geldiğinde, Ahmet Altan’ın uğradığı nankörlüklere uğramaz çocukları.
* * *
Ancak bazı atasözlerini de unutmamak gerekiyor:
Rüzgâr eken fırtına biçer.
Keskin sirkenin zararı küpünedir.
Öfkeyle kalkan, zararla oturur.
Ne oldum deme, ne olacağım de.
* * *
Türkiye’de olaylar, gerilimli bir Mafia filmi gibi...
İşte dünkü Milliyet’in manşeti:
“78 KELLE ALDIM
Emekli Albay Doğan JİTEM ve Velioğlu’nun başında olduğu Hizbullah’ı kendisinin kurduğunu belirterek ‘Bir istihbarat geldi 78 kelle aldım’ dedi.”
* * *
Dünkü HABERTÜRK’ün, sürmanşetten verdiği 2 haberden 1’incisi:
“İncirlik’ten 24 sır uçuş...
Wikileaks’e göre Türkiye, CIA’nın Guantanamo uçaklarına 4 yıl izin verdi.”
* * *
Dünkü Akşam’ın, sürmanşetten verdiği Ercan Sarıkaya’nın haberi:
“İSTANBUL’UN 2B TAKIMI
Orman vasfını yitirmiş arazilerin satışını kapsayan yasa öncesi İstanbul’un 2B haritası çıkarıldı. 19 ilçedeki 70 bin parsel arazinin sahipleri arasında çok ünlü isimler var.”
* * *
Dünkü Zaman’ın manşeti:
“Gizli cephaneliği bu kez Jandarma buldu.”
* * *
Her türlü tutarsızlığın göbek attığı böylesi bir ortamda; kuşak kuşak “kalem emekçiliği”nin bedellerini ödemek...
Tıpkı bizden önceki şairler, yazarlar ve bilimsel araştırıcılar gibi...
* * *
Babaannemin bir sözü vardı:
-Doğru sallanır ama yıkılmaz, derdi.
Bir başka evrensel saptama da şöyle:
-”Doğru” hiçbir zaman iktidara gelmez, ama düşmanları sürekli yok olup gider.
* * *
Neyse ki pazar günü, Fethiye’den kalkıp kısa bir süreliğine İstanbul’a gelmiş olan genç ve sımsıcak dostum Av. Taner Aktop’la, bir espri kanaviçesinin zarafet örneği olan eşi Mireille bize geldiler; Solmaz’ın özenle hazırlamayı pek sevdiği, sohbeti uzun bir kahvaltıya...
* * *
Üstümüzden hava basıncı da kalktı, altımızdan yerçekimi de...
Mireille, Noel’de birkaç haftalığına Fransa’daki ailesinin yanına gitmişti.
Babası, bendenize bir mizah harikası olan bir şiir göndermiş.
Şiirin her mısraı “söz” ve “şey” kelimeleriyle işlenmiş.
* * *
Türkçeye çevirisi çok zor bir şiir ama, nasıl başladığını göstermeye çalışalım:
Madam, bir “söz”ünüz var mı, “söz” ve “şey” üstüne?
Size çok “söz” söyler, çok da “şey” yaparlar.
Bu nedenle de “şey” ve “söz” üstüne, elbet söyleyebilirsiniz bir “şey”.
Ve ben eminim ki, “söz” çok daha az hoşunuza gidiyor “şey”den...
* * *
Şiir böyle uzayıp gidiyor ve bir kahkaha salgını yaratıyor sanki...
“Söz ve Şey” adlı şiirin, şairi de kim mi?
Papaz Gabriel-Charles de Lattaignant...
* * *
Bir daha kim bilir ne zaman buluşacağız Taner ve Mireille’le; İstanbul dışına çıkmayı pek de göze alamadığıma göre...
* * *
Bazen gönlümden bir fısıltı uzanıyor kulağıma:
-Yahu şu bizim ülke neden kuşak kuşak çile çektirmeye uğraştı ki bizlere?
Sonunda vara vara vardığı yer de, gerilimli bir Mafia filmine benzemek oldu işte.
* * *
Değer miydi?

Çetin Altan/Milliyet