UĞUR YÜCEL YENİ YILDA EKRANLARA NASIL DÖNECEK?
Uğur Yücel, ocak ayında yeni dizi projesiyle ekrana gelecek. İşte projenin detayları.
İSTANBUL BANA GÜLERYÜZLÜ İLHAMLAR VERMİYO
Uğur Yücel, ocak ayında yeni dizi projesiyle ekrana gelecek. İstanbul’u film olarak anlatmak istemediğini söyleyen sanatçı, “Bu şehir bir karakter benim için. İçinde sırlar ve mucizeler saklayan binbir kanatlı bir masal devi. Ama şen şakrak değil, şeytani ve eli kanlı” diyor
Çocukluğunuz Kuzguncuk’ta geçti.O dönemleri nasıl anıyorsunuz?Bizans’ın son günleri bizim çocukluğumuz. Son kalanları biz yolcu ettik doğdukları yerlerden. 6-7 Eylül olayları da geçmiş şehrin üstünden. Sonra Kıbrıs patladı. 70’li yıllar. Köyün bozguna uğradığını hatırlıyorum. Çocukluk arkadaşlarımla veda yıllarıydı. Rumlar çok gürültülü, matrak insanlardı. Buzuki sesi duyanın kolları havaya kalkardı. Ermenileri ise hep suskun ve uzak hatırlarım. Yahudiler balkondaydı. Yazın en parlak gecelerini Nur Sineması’nda yaşardık. Makinist Kulaksız Izak’tı. Her gece film bobininin önüne bir Musevi şarkısı takardı. Bütün sinema ‘Avva Nagila’ diye bağırarak şarkı söylerdi. Bütün şarkılar, bütün dinler bizimdi. Yazları denizden, bostandan beslenirdik. Balık, midye ve İlya Amca bostanı. Hava bedava, su bedava. Hala Kuzguncuk güzel diyorlar. Ama orada doğan benim yaşımdaki insanlara göre keder köyü. Terk edilmiş bir yer benim için.
Özlüyor musunuz?Mutlu günlerdi. Herkes gündelik hayatın peşindeydi. Azıcık aşım kaygısız başım. O köy bizim için macera, gizem, heyecan yeriydi. Her günü şenlikliydi.
Hangi mekanlara giderdiniz? Dönemin popüler mekanları nerelerdi?Bizim köyde bildiğiniz İsmet Baba Restoran vardı. Çınar Kafe filan 80 sonrasıdır. Orası manifaturacıydı biz çocukken. Ben 11 yaşındayken Kültür Derneği oldu. Tiyatroya orada başladım. Satrancı, okumayı, devrimi, halk müziğini orada tanıdım. Kadıköy Halkevi ve lise zamanları, Kadıköy Altıyol tiyatro semtiydi. Kalamış Set bir rock kulübü gibiydi. Plak günleri... Her çocuğun en az 200 plağı vardı. Plakları frizbi gibi denize atardık. Budak sineması konserleri, Moda çay bahçesi, o zaman Zeynep Kamil denirdi. Baylan, Murat pastanesi. Karşıda Hydromel, Modül muhteşem müzik kulüpleriydi. Bulvar Kafe, Divan Pastanesi, Swiss... Beyoğlu pavyon semtiydi bizim gençliğimizde. Çiçek Pasajı çok renkliydi. En azından Akordeoncu Anahit vardı. Krapen Pasajı ve İmroz... Sabah Kulüp Reşat, güzel konsomatris kızların sevgilileriyle buluşma yeriydi. Olimpia ve Şanzelize pavyonlarında çok iyi orkestralar ve şarkıcılar vardı. Pangaltı’daki Mandra gerçek bir Rum tavernasıydı. Ben rakıya, meyhaneye erken başlayanlardanım. Asmalımescit müdavimiydim. Ama 2-3 yer vardı o zaman.
Nasıldı o zaman eğlence hayatı?Gazinolar, gece kulüpleri ve diskolar vardı. İstanbul o zamanlar batı şehriydi. Bizim çocukluğumuzda Türkçe sözlü müzik yoktu. Türkçe pop söyleyen ilk Türk şarkıcılar aksanlı söylerlerdi. Sanki Türkçe’yi sökemiyorlarmış gibi.
Kuzguncuk’ta düğünler, bayramlar çok renkliydi. Düğünlere giderken ‘babam caz’a gidiyoruz derdi. Mendelson’un düğün marşı açılır, sonra gelin damat komparsitayla ilk danslarını yaparlar, bütün davetliler de onları izlerdi. Tabii ki finalde bahriye çiftetellisi ve bütün eller havaya. Mutlaka kasap havası oynanırdı. Burjuva düğünlerini bilmezdim. Mahalle, akraba düğünlerinden bahsediyorum. O zaman zaten pek Türk burjuvası da yoktu. Burjuva azınlıktan çıkardı. Yalılarda ve kıyıda yaşayanlar eski İstanbul zenginleriydi. Kimseyle konuşmadıkları için bir sırrı var gibi gelirdi bana.
İstanbul’un sizin için önemi nedir?Doğup büyüdüğün yer. Yaşlandıkça anlamı derinleşiyor. Kokusunu, müziğini, rutubetini, rüzgarını, denizini nereye gitsen ruhunda taşıyorsun. Bu şehrin insana verdiği matemi ve eğlenceyi başka hiçbir yerde bulamam ki.
Kente dair şikayetleriniz var mı?Böyle muazzam şehirler aslında dünya kültür mirasıdır. Bizler böyle hissetmiyoruz. Kimliksiz toplumlar estetik kaygı taşımaz. Tarih aptal hamasetidir onlar için. Bütün diğer dinlere, kültürlere, ırklara haince davranıp; sadece kendine ait olanı korusa bile yeterdi. Onu da koruyamıyor. Bizans’tan geçtim, Osmanlı’yı korusaydık. Uygar toplumlar eski şehirlerine derin bir saygıyla bakarlar. Biz tanrının cennetlerini testerelerle kesiyoruz. Denizini leş kokutuyoruz. Ruhen değil, bedenen gelişiyoruz.
Sinema aşkınız nasıl başladı?Meraklı çoçuklar hayalperesttir. Eline bir boru ver, hemen gözüne yaklaştırıp oradan bakar dünyaya. Herkesten farklı göreceğini zanneder o zaman. Bu da öğretilmez. Ben o çocuklardan biriydim. Tiyatro okurken daha çok sinemayı düşlerdim. Yazdığım öyküler vardı. Orada sinema gözüküyordu. Amarcord’u seyrettiğimde ben de o filme benzer bir kafa var hissine kapıldım. Arkadaşlarım da öyle söyledi. Safımdır. İnandım. Ama hâlâ kafamdakini çekemedim.
Karakterlerim hergele ağzıyla konuşuyor
İstanbul size ilham veriyor mu? Bu şehri film olarak hikaye etmek istemedim. Ama çocukluktan beri yazıp attığım ve geriye cılız sayfaların kaldığı öykülerim var. Mekan İstanbul ama hiç adı geçmiyor. Bu şehir bir karakter benim için. İçinde sırlar ve mucizeler saklayan binbir kanatlı bir masal devi. Ama şenşakrak değil, şeytani ve eli kanlı. Ne zaman bir atmosfer hayal etsem, karakterleri hergele ağzıyla konuşuyor. Hâlâ mahalleden kalma yamuk yumuk laflar çıkar ağzımdan. Bu şehrin ağzı o. Eski mahallelilere gidin, bambaşka bir aksan duyarsınız.
Çocukluğunuzdaki ilk filmi hatırlıyor musunuz?Kuzguncuk’ ta Bülent Abi vardı. Eşiyle birlikte evlerinin salonuna 8 mm. Film makinası koyup, çocuklara matine yaparlardı. Pazar sabahları ‘Şarlo’ filmleri izlerdik. Birbirine yapıştırılmış, komik sekanslardı. Ama unutamıyorum o heyecanı. Makinanın yanında otururdum. Sesini dinlerdim. En iz bırakan film ise Altıner Sineması’nda dört gece oynadı ve babam dört gece de beni o filme götürdü: ‘West Side Story’
Sizi en son ‘Canım Ailem’de izledik. Yeni projeler var mı?Var. Bir dizi çalışmasının içinde olacağım ocak ayından itibaren. 2011-2012 film yılı olacak! Kendi sinemam diyeceğim işler çekeceğim. Bir de anlamsızlıktan kaçanların sığındığı bir hücre sineması düşünüyorum. Arkadaşlarım ve öğrencilerimle yapacağım. Amatör bir uğraş. Bu bir tür atölye.
SENEM AYDIN / www.milliyet.com.tr
Uğur Yücel, ocak ayında yeni dizi projesiyle ekrana gelecek. İstanbul’u film olarak anlatmak istemediğini söyleyen sanatçı, “Bu şehir bir karakter benim için. İçinde sırlar ve mucizeler saklayan binbir kanatlı bir masal devi. Ama şen şakrak değil, şeytani ve eli kanlı” diyor
Çocukluğunuz Kuzguncuk’ta geçti.O dönemleri nasıl anıyorsunuz?Bizans’ın son günleri bizim çocukluğumuz. Son kalanları biz yolcu ettik doğdukları yerlerden. 6-7 Eylül olayları da geçmiş şehrin üstünden. Sonra Kıbrıs patladı. 70’li yıllar. Köyün bozguna uğradığını hatırlıyorum. Çocukluk arkadaşlarımla veda yıllarıydı. Rumlar çok gürültülü, matrak insanlardı. Buzuki sesi duyanın kolları havaya kalkardı. Ermenileri ise hep suskun ve uzak hatırlarım. Yahudiler balkondaydı. Yazın en parlak gecelerini Nur Sineması’nda yaşardık. Makinist Kulaksız Izak’tı. Her gece film bobininin önüne bir Musevi şarkısı takardı. Bütün sinema ‘Avva Nagila’ diye bağırarak şarkı söylerdi. Bütün şarkılar, bütün dinler bizimdi. Yazları denizden, bostandan beslenirdik. Balık, midye ve İlya Amca bostanı. Hava bedava, su bedava. Hala Kuzguncuk güzel diyorlar. Ama orada doğan benim yaşımdaki insanlara göre keder köyü. Terk edilmiş bir yer benim için.
Özlüyor musunuz?Mutlu günlerdi. Herkes gündelik hayatın peşindeydi. Azıcık aşım kaygısız başım. O köy bizim için macera, gizem, heyecan yeriydi. Her günü şenlikliydi.
Hangi mekanlara giderdiniz? Dönemin popüler mekanları nerelerdi?Bizim köyde bildiğiniz İsmet Baba Restoran vardı. Çınar Kafe filan 80 sonrasıdır. Orası manifaturacıydı biz çocukken. Ben 11 yaşındayken Kültür Derneği oldu. Tiyatroya orada başladım. Satrancı, okumayı, devrimi, halk müziğini orada tanıdım. Kadıköy Halkevi ve lise zamanları, Kadıköy Altıyol tiyatro semtiydi. Kalamış Set bir rock kulübü gibiydi. Plak günleri... Her çocuğun en az 200 plağı vardı. Plakları frizbi gibi denize atardık. Budak sineması konserleri, Moda çay bahçesi, o zaman Zeynep Kamil denirdi. Baylan, Murat pastanesi. Karşıda Hydromel, Modül muhteşem müzik kulüpleriydi. Bulvar Kafe, Divan Pastanesi, Swiss... Beyoğlu pavyon semtiydi bizim gençliğimizde. Çiçek Pasajı çok renkliydi. En azından Akordeoncu Anahit vardı. Krapen Pasajı ve İmroz... Sabah Kulüp Reşat, güzel konsomatris kızların sevgilileriyle buluşma yeriydi. Olimpia ve Şanzelize pavyonlarında çok iyi orkestralar ve şarkıcılar vardı. Pangaltı’daki Mandra gerçek bir Rum tavernasıydı. Ben rakıya, meyhaneye erken başlayanlardanım. Asmalımescit müdavimiydim. Ama 2-3 yer vardı o zaman.
Nasıldı o zaman eğlence hayatı?Gazinolar, gece kulüpleri ve diskolar vardı. İstanbul o zamanlar batı şehriydi. Bizim çocukluğumuzda Türkçe sözlü müzik yoktu. Türkçe pop söyleyen ilk Türk şarkıcılar aksanlı söylerlerdi. Sanki Türkçe’yi sökemiyorlarmış gibi.
Kuzguncuk’ta düğünler, bayramlar çok renkliydi. Düğünlere giderken ‘babam caz’a gidiyoruz derdi. Mendelson’un düğün marşı açılır, sonra gelin damat komparsitayla ilk danslarını yaparlar, bütün davetliler de onları izlerdi. Tabii ki finalde bahriye çiftetellisi ve bütün eller havaya. Mutlaka kasap havası oynanırdı. Burjuva düğünlerini bilmezdim. Mahalle, akraba düğünlerinden bahsediyorum. O zaman zaten pek Türk burjuvası da yoktu. Burjuva azınlıktan çıkardı. Yalılarda ve kıyıda yaşayanlar eski İstanbul zenginleriydi. Kimseyle konuşmadıkları için bir sırrı var gibi gelirdi bana.
İstanbul’un sizin için önemi nedir?Doğup büyüdüğün yer. Yaşlandıkça anlamı derinleşiyor. Kokusunu, müziğini, rutubetini, rüzgarını, denizini nereye gitsen ruhunda taşıyorsun. Bu şehrin insana verdiği matemi ve eğlenceyi başka hiçbir yerde bulamam ki.
Kente dair şikayetleriniz var mı?Böyle muazzam şehirler aslında dünya kültür mirasıdır. Bizler böyle hissetmiyoruz. Kimliksiz toplumlar estetik kaygı taşımaz. Tarih aptal hamasetidir onlar için. Bütün diğer dinlere, kültürlere, ırklara haince davranıp; sadece kendine ait olanı korusa bile yeterdi. Onu da koruyamıyor. Bizans’tan geçtim, Osmanlı’yı korusaydık. Uygar toplumlar eski şehirlerine derin bir saygıyla bakarlar. Biz tanrının cennetlerini testerelerle kesiyoruz. Denizini leş kokutuyoruz. Ruhen değil, bedenen gelişiyoruz.
Sinema aşkınız nasıl başladı?Meraklı çoçuklar hayalperesttir. Eline bir boru ver, hemen gözüne yaklaştırıp oradan bakar dünyaya. Herkesten farklı göreceğini zanneder o zaman. Bu da öğretilmez. Ben o çocuklardan biriydim. Tiyatro okurken daha çok sinemayı düşlerdim. Yazdığım öyküler vardı. Orada sinema gözüküyordu. Amarcord’u seyrettiğimde ben de o filme benzer bir kafa var hissine kapıldım. Arkadaşlarım da öyle söyledi. Safımdır. İnandım. Ama hâlâ kafamdakini çekemedim.
Karakterlerim hergele ağzıyla konuşuyor
İstanbul size ilham veriyor mu? Bu şehri film olarak hikaye etmek istemedim. Ama çocukluktan beri yazıp attığım ve geriye cılız sayfaların kaldığı öykülerim var. Mekan İstanbul ama hiç adı geçmiyor. Bu şehir bir karakter benim için. İçinde sırlar ve mucizeler saklayan binbir kanatlı bir masal devi. Ama şenşakrak değil, şeytani ve eli kanlı. Ne zaman bir atmosfer hayal etsem, karakterleri hergele ağzıyla konuşuyor. Hâlâ mahalleden kalma yamuk yumuk laflar çıkar ağzımdan. Bu şehrin ağzı o. Eski mahallelilere gidin, bambaşka bir aksan duyarsınız.
Çocukluğunuzdaki ilk filmi hatırlıyor musunuz?Kuzguncuk’ ta Bülent Abi vardı. Eşiyle birlikte evlerinin salonuna 8 mm. Film makinası koyup, çocuklara matine yaparlardı. Pazar sabahları ‘Şarlo’ filmleri izlerdik. Birbirine yapıştırılmış, komik sekanslardı. Ama unutamıyorum o heyecanı. Makinanın yanında otururdum. Sesini dinlerdim. En iz bırakan film ise Altıner Sineması’nda dört gece oynadı ve babam dört gece de beni o filme götürdü: ‘West Side Story’
Sizi en son ‘Canım Ailem’de izledik. Yeni projeler var mı?Var. Bir dizi çalışmasının içinde olacağım ocak ayından itibaren. 2011-2012 film yılı olacak! Kendi sinemam diyeceğim işler çekeceğim. Bir de anlamsızlıktan kaçanların sığındığı bir hücre sineması düşünüyorum. Arkadaşlarım ve öğrencilerimle yapacağım. Amatör bir uğraş. Bu bir tür atölye.
SENEM AYDIN / www.milliyet.com.tr