UĞUR MUMCU'NUN EŞİ KİTAP YAZDI; "BEN BİRİNİ ÖLDÜRDÜM"

Güldal Mumcu, eşinin ölümünün ardından yaşadıklarını ‘İçimden Geçen Zaman' adını verdiği bir kitapta anlattı

Uğur Mumcu’yu 1993’te bir suikasta kurban veren Güldal Mumcu, eşinin ölümünün ardından yaşadıklarını ‘İçimden Geçen Zaman’ adını verdiği bir kitapta anlattı

24 Ocak 1993’te evinin önünde uğradığı bombalı saldırıda yaşamını yitiren gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun eşi CHP milletvekili ve TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın 1996 yılında Kurban Bayramı’nda iki küçük çocukla evine bayram ziyaretine geldiğini anlattı.
Mumcu, eşini kaybettiği suikast günü ile sonrasında yaşadıklarını, “İçimden Geçen Zaman” adını verdiği kitabında anlattı.

Mumcu, kitabın 110. sayfasında, 1996’da Kurban Bayramı’nda adının Mahmut Yıldırım olduğunu söyleyen kişinin evine yaptığı ziyaretle ilgili şu bilgileri verdi:

“Bayram için o aralar çok ziyarete gelen olmuştu. Hem taziye hem bayram kutlaması yapıyorlardı. Biraz tedirgin olmakla birlikte ‘Bakalım kimmiş?’ dedim. Açtık sokak kapısını. Merdivenleri inerken izliyordum. Biri kız, biri erkek üç dört yaşlarında iki çocuğun ellerinden tutmuş bir adam bizim kapının önüne geldi. Sakallı, benim boyumda, biraz ince, lacivert bir ceket ve gri bir pantalon, ceket özensiz, pantalon ütüsüz, hafif eskimiş... Böyle bir kılık. Çocukları da yeğenlerim diye tanıtacaktı, konuşma sırasında. Çok telaşlı ve hızlı, adeta nefes almaksızın konuşarak; ‘fazla zamanınızı almayacağım lütfen bana üç dakikanızı ayırın’ dedi. ‘Buyurun’ dedim. (...)’nasıl biri olduğumu anlatmak istiyorum. Ve gözümün içine bakarak, ‘Biliyor musunuz ben adam öldürdüm’ dedi. ‘Herhalde isteyerek öldürmemişsinizdir’ dedim.

‘Deli raporu aldılar’
‘1975 yılında... Evet hapse de girdim.’ dedi. ‘nasıl çıktınız o zaman?’ ‘deli raporu alındı benim için.’ Doğrusu biraz şaşırmıştım. O devam etti: ‘Ben elektrik mühendisliği okudum. Bu işlere girdiğim için ailem bana kızıyor, deli muamelesi yapıyorlar’. ‘E raporunuz varmış zaten!.. Sizi dinliyorum ne istiyorsunuz?’ dedim.
‘Sokaktaki caminin adının Ti Camii olarak değiştirilmesi gerekir. Bunu sizin sağlamanızı istiyorum’. Salonda karşılıklı ayakta duruyoruz. Yüzüne baktım. Daha sonra artık çıkması gerektiğini hissetirecek şekilde kapıya doğru yürüdüm. O da benimle birlikte yürüdü. Özgür ile Özge kapıdan çekildi. Salondan çıktık. Adam durdu, bana döndü. Sesi düzelmişti. Son derece normal son derece düzgün bir Türkçeyle, ‘Olayın falini bulsak sizin için yeterli olur mu?’ dedi. ‘Ben gerçeği istiyorum’ dedim. ‘Olayı yapanı bulsak sonra etrafındandan da bir kaç kişi bulunsa yeter mi? Çünkü siz ne isterseniz o olacak...’

Ben yine: ‘Ben gerçeği istiyorum.’
‘Siz hepsini istiyorsunuz. O zaman üç tane gül alacağım. Birini Başbakanlığa, birini Çeçenistan’a birini de Uğur Bey’in öldürüldüğü yere koyacağım’ dedi. Kapıyı açtım. Çocukların ayakkabısını giydirdi. Bu sırada ben sordum. ‘Şimdi ne iş yapıyorsunuz?’
‘Alavere, dalavere...’ diye cevap verdi. ‘İyi o zaman hadi size güle güle...’
Kapıyı kapatmamızdan sonra bir kaç dakika geçmemişti ki apartman içinden bağırmalar duyduk. ‘Olayların hepsi açığa çıksın! Bütün gerçekler açığa çıksın. Artık yeter! Buraya gerçek adımı da yazıyorum. Gerçek adım Mahmut Yıldırım. Buraya yazıyorum. Gerçekler açığa çıksın.’
Taziyeye gelenler için koyduğumuz defter hâlâ duruyordu. ‘Buraya yazıyorum’ dediği için merakla deftere baktık. Hakikaten söylediklerini yazmıştı. Defteri yerine koyup eve geçtik. Ertesi sabah defter yoktu.