UĞUR MUMCU, OTOPSİ RAPORUNA GÖRE AK SAÇLI VE MAVİ GÖZLÜYMÜŞ!

Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'nun kaleme aldığı "anı" kitabındaki bir ayrıntı Vatan yazarı Mustafa Mutlu'ya "bu kadar da olmaz" dedirtti.

Uğur Mumcu, otopsi raporuna göre ak saçlı ve mavi gözlüymüş!

Üç gün sonra, katledilişinin yirminci yılında Uğur Mumcu’yu anacağız...

Bugüne kadar bu suikast hakkında çok şey yazıldı ancak hiçbiri eşi Güldal Mumcu’nun kronolojik bir akışla yazdığı “anı” kitabı kadar gerçekçi ve ışık tutucu olmadı.

Kitabı okurken bu cinayete dair çok şey bildiğimi sandığımı ama aslında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim.

Beni en sarsan bölümler ise, devletin bu konudaki ciddiyetsizliğine dair bölümler oldu.

Evet; devlet, devlet ve hükümet büyüklerinin verdiği “namus ve şeref” sözlerine karşın, bu cinayeti çözmemek için elinden geleni ardına koymadı!

Soruşturmayı yürüten savcılar neredeyse yılda iki kez değişti.

Kimi terfi ettirildi, kimi öldürüldü!

Ancak kitapta soruşturmayı üstlenen ilk savcı olan Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Ülkü Coşkun ile ilgili bir bölüm var ki; okurken, “Bu kadarı da olmaz” diyorsunuz... İşte o bölüm:

***

“DGM Savcısı Ülkü Coşkun, bilgime başvurmak için 18 Şubat 1993 tarihinde gelmek istediğini avukatımız Emin Değer’e söylemiş, Emin Değer ve Uğur’un ablası Beyhan Gürson bana ilettiler. Tarihte anlaştık. Onların da bulunmalarını istedim.

Emin Bey ve Beyhan Abla sabah saatlerinde geldiler. Annem, babam ve ablam da bizdeydi. Uzun bir zaman da bizde kaldılar.

Ülkü Coşkun, bir bayan yazıcı ve bir beyle birlikte geldi. Merhabalaştıktan sonra ‘Uğur Bey’i tanıdığını, takdir ettiğini, hatta birlikte içki içerken resimlerinin bile olduğunu söyledi.

Uğur’un seneler önce anlattıklarını hatırladım:

12 Eylül döneminde bir gün, bir görüşme yapmak için sıkıyönetime gittiğinde, sanki geleceğini biliyormuş gibi koridorda karşısına Ülkü Coşkun çıkmış... Onunla bir görüşmesi olmamasına rağmen ısrarla odasına davet etmiş, öğle saati olmasına rağmen içki ikram etmek istemiş, Uğur’un ‘Ben içmem’ demesine rağmen ısrar etmiş ve hatta getirtmiş; nereden çıktığını anlamadığı bir şekilde bir fotoğrafçı gelip fotoğraflarını çekmiş.

Uğur, bütün bu olaylara hiçbir anlam veremediğini, gelince bana hayretle anlatmıştı.

‘Onu tanırdım’ diyen adamın yüzüne baktım. Sabırla konuşmasını dinledim. Uğur’u ne kadar çok tanıdığını, içki bile içmişliğini anlatırkenki yüz ifadesini izledim.

Ayakta yapılan bu konuşmalardan sonra masaya geçtik. Yazıcı bayan masanın başına daktilosunu yerleştirdi ve oturdu. Karşıma Ülkü Coşkun geçti, benim yanıma Beyhan Gürson, onun yanına Emin Değer oturdu.

Bana soru sormaya başlamadan önce Coşkun’a döndüm ve ‘Uğur’u tanıdığınızı söylediniz. Saçının rengini de biliyorsunuzdur. Saçları ne renkti? Beyaz mıydı, siyah mıydı?’ diye sordum.

‘Siyah saçlıydı’ dedi.

Öyleyse ne demeye saçlarını ak, gözlerini mavi yapan otopsi raporunu imzaladığını sordum.

‘Raporun altında üç kişinin daha imzası var. Onlara neden sormuyorsunuz?’ dedi.

‘Bu rapor sizin yönetiminizde ve sorumluluğunuzda düzenlendiği ve siz burada olduğunuz için size soruyorum. Gerekirse onlara da sorarız. Ayrıca üç kişinin daha imzasının olması siyah saçları ak, ela gözleri mavi yapmaz’ dedim.

‘Hanımefendi, insanların öldükten sonra nasıl değiştiğini bilemezsiniz. Ölüm insanı çok değiştirir’ diye yanıt verdi.

‘Otopsiyi o akşam yaptınız değil mi?’ diye ısrar ettim.

‘Yapmasa mıydık?’ dedi sinirli bir şekilde.

‘Yapıp yapmamanızı tartışıyor değilim. Ölümünden yaklaşık altı saat sonra bir rapor düzenlenmiş. Söyler misiniz bana hangi biyolojik olay, ölümden sonra saçları ak, gözleri mavi yapıp bir kişiyi böyle bir değişikliğe uğratır?’ diye sordum bu kez.

‘Bu bir ayrıntıdır.’

‘Ayrıntı önemlidir. En iyi bildiğimiz bir konuda bile yanlış yapılan bir raporun öbür satırlarına nasıl güveneceğiz?’

‘Hanımefendi, bu hususları ve güvensizliğinizi ifadenizde belirtirsiniz; ben de derhal istifa ederim.’

‘İstifa lafını ben değil, siz söylediniz. Ben sadece bizi rahatsız eden unsurları söylüyorum. Gerisi size kalmış bir şeydir. Ayrıca, bundan sonra okumadığınız raporların altına imza atmayın.’

‘İtimatsızlığınız varsa, diğerlerine de sorun.’

(../..)

Ülkü Coşkun tam çıkarken geri döndü ve masanın başına oturdu:

‘Güldal Hanım, üstüme gelmeyin. Namus borcumuz dediler, bugüne kadar hükümetin hiçbir üyesi dosyanın ne olduğunu bana sormadı. Bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer...’

‘Nasıl yani? Hani Amerikan filmlerinde izliyoruz, onun gibi mi?’

‘Evet.’

‘Ama bu söylediklerimi basına açıklarsanız yalanlarım Güldal Hanım.’

Hiçbir şey söylemedim. Sadece yüzüne baktım. Karşılıklı nezaket cümleleriyle Ülkü Coşkun’u yolcu ettik.”

***

Güldal Mumcu’nun bu kitabının yayınlanmasının üzerinden aylar geçti; ne ilginçtir ki devlet, tek satırını bile yalanlamadı!

Ve sonuçta üç gün sonra saygıyla anacağımız Uğur Mumcu’yu öldürtenler hâlâ bulunmadı!

Gelin, bu “devlet”e saygı duyun ve güvenin...

Mustafa Mutlu/Vatan