Geçen akşam bir kanalda TV tartışma programına davetliydim. Çıksaydım bir hafta içinde üçüncü kez televizyona çıkışım olacaktı. Bu da bana fazlaydı. Kendimi “Medya pavyonu program konsomatristi” gibi hissedecektim! Ancak bir gaflet anıma denk geldiği için önce “olur” dedim. Sonra düşündüm ve birçok açıdan kafama yatmadı. Özür dileyerek “katılamayacağımı” gerekçelerimle birlikte belirttim. Sanırım arkadaşlar biraz bozuldular. Kendi açılarından “haklı” olabilirler. Ama fazlasıyla konukları vardı zaten. Benim olmamam onlar için bir “kayıp” ya da “engelleyici” bir durum sayılmazdı. Tek ben ya da iki kişi olsaydık öyle yapmazdım. O zaman naçar giderdim. Gene de böyle davrandığım için gıyaplarında özür dilerim. (Onlarla ya da kanallarıyla bir problemim yok.) Keşke baştan “hayır” diyebilseydim. Bu benim hatam oldu…
Ayrıca hem tartışılacak ana konunun içeriğine ilişkin itirazım vardı hem de bir sürü tali konuya birden değinileceği için konuların “çorba”ya döneceğini düşünüyordum. (Tabii “format bu” denilip işin içinden çıkılabilir!) Üstelik diğer konuların “uzmanı” değildim. Bu bir “haddini bilme” ve “her şeye maydanoz olmama” meseleydi bana göre. (Seyrettikten sonra anladım ki meğer çoğundan daha –bu titre gıcık oluyorum ama- “uzman”mışım!) Fakat en önemlisi “çok konuklu” bir program (6 kişi) olacağı için konunun “gargaraya” geleceği endişesi idi. Hele de içlerinden bir, ikide “agresif” çıkarsa yandı gülüm ketenhelva olurdu. Buradan uyumlu bir fikir tartışması değil “kakafoni” çıkardı bana göre. “Ego tokuşturma”nın alemi yoktu. Programı yarıda bırakıp kalkmaktansa hiç gitmemek evlaydı bana göre…
TAŞAN EGOLAR, OLMAYAN FİKİRLER!
Programı izlemeye başladıktan sonra anladım ki katılmamakla çok iyi etmişim. İsabetli bir öngörüde bulunmuşum. Baktım ki, herkes birbirinin ağzından laf çalıyor. Daldan dala atlıyor. Ego tokuşturuyor. Tartışılan konu ise karambole gidiyor. (Bu arada sunucunun müdahaleleri de yetmiyor. Çoğu “aldı sazı eline” misali bildiğini okuyor.) Bir, iki konuk hariç esasta diğerleri konuya Fransız. O yüzden habire top çevirip duruyorlar. Sorulan sorulara ilgisiz, alâkasız cevaplar vererek kaçak güreşiyorlar. Kimisi madem geldik misali “Laf olsun torba dolsun” diye konuşuyor. Tonla boş laf. Kimileri kendini fazlasıyla öne çıkartma çabasında. "Ben ne büyük adamım", "Benim yaklaşımım ne mükemmel" edasında. (Bir “yaklaşımları” da yok aslında!) Üstelik bir ara karşılıklı bağırıp çağırmalardan ne dedikleri bile duyulmuyordu. (Hele de bazılarının “olabilirde olmayabilirde” gibi müthiş “net” cümleler kurmalarına bayıldım!) Ben konuya dair anlık değiniler dışında derli toplu bir “fikir” bulamadım…
Sonuçta bana göre ne tartışılan konulara dair “dişe dokunur” bir persfektif ortaya çıktı ne de akılda kalan bir cümle. (Katılmamam programında hayrına olmuş. Çünkü ya susar, içime kapanır ya da kavga ederdim. Sonuçta her ikisi de zulüm olurdu benim için!) İzleyenler ne derece tatmin oldu bilemem…
TV TARTIŞMA PROGRAMLARINDA GELENEK BOZULDU
Neyse, bunlar benim “öznel” gözlemlerim. Fakat genele baktığımda bu tarz programların bünyelerinde giderek daha fazla “sorunlu” olduğunu düşünmeye başladım. Hele de konuk sayısının ve tartışılan konunun artması, konukların dikkatli seçilmemesi, vb hepten “kaotik” bir ortam yaratıyor. (Hele de konuklar kişisel, etnik, inançsal veya ideolojik nedenlerle birbirlerine biraz diş biliyorlarsa ortam daha “feci” bir görünüm alabiliyor.) Bunu belli ölçülerde “normal” kabul etmekle birlikte “istisna”nın “kural” haline gelmekte olduğunu gözlüyorum.
Bu ülke televizyonları seviyeli ve kaliteli tartışma programları da gördü. Reha Muhtar’lı Ateş Hattı, Ali Kırca’lı Siyaset Meydanı (Özellikle ilk dönemleri) ve Hulki Cevizoğlu’lu Cevizkabuğu hemen ilk aklıma gelenlerden. (Veya şu anki Balçiçek İlter’in “Karşıt Görüş” programı gibi.) Tabii programı hazırlayan ve sunan isimlerin alanlarında “otorite” isimler olmaları da eklenebilir. (Bu gelenek maalesef bozuldu. Tabii ülkedeki siyasi gelişmelerle de ilgisi var o başka.) Öyle veya böyle toplumun kültürel/entelektüel hayatına katkıda bulunan türde programlardı bunlar. Onlardan çok şey öğrendik.
Ancak zamanla bu tarz programların “katılımcı” ve “izleyici” profili değişme gösterdi. (Toplumdaki değişme ve gelişmelere paralel olarak) katılımcılar giderek daha çok “taraf”, şu veya bu kesimin “yandaşı” olurken buna mukabil “entelektüel ayarları” daha düşük çıkmaya başladı. (Belki dünde “taraf” isimler vardı ama daha “edep dahilinde” davranabiliyorlardı.) Giderek karşı tarafa “çakma”, “haddini bildirme” vb negatif duygular ön plana çıkmaya başladı. Kısa yoldan “entelektüel rant” veya bir kesime yaranma kaygıları belirgin olmaya başladı. Bu ise kaçınılmaz olarak “seviye”yi düşürdü.
Kendimi yanlış ifade etmek istemem. Elbette ki bu tarz programları hazırlayan medyadaki arkadaşlara bir diyeceğim olamaz. Sonuçta onlar işlerini yapıyorlar. Ancak “formatları”nı daha iyi kurgulamalarını, süreyi çok iyi ayarlayıp, “hakkaniyetle” dağıtmalarını, konuklarını daha dikkatli seçmelerini (Bana göre “en tehlikeli tipler” program deneyimi ya hiç ya da çok az olan tipler. Bunlar hemen “sivrilmek”, göze batmak istiyorlar ve acayip çıkışlar yapmaya çok müsait oluyorlar. Bastırılmış, kısa yoldan ün kazanma dürtüleri ön plana çıkıyor. Akademik titrliler ise belli bir “dışlanmışlık” kompleksi ve snopluk içinde görünüyorlar. Asker kökenliler ise kendilerini halen kışlada emir verir gibi sanıyorlar. Zaten “çapları” da pek müsait değil.) “dersleri”ne daha iyi çalışmalarını ve daha kontrollü yönetmelerini tavsiye edebilirim. Aksi halde işler biranda çığırından çıkabilir. Biraz egosantrik bir tip bile programın “fabrika ayarları”nı biranda bozabilir! (Tabii eğer istenen reyting kaygılarıyla zaten bu değilse!) Bu açılardan çok “seçici” davranılmalı. Sırf koltuk tamamlamak için herkes davet edilmemeli. Mevcutlar ise –özellikle “çığırtkan” ve “agresif” olanları- elenmeli ve daha “sindirilmiş” yeni isimler ön plana çıkartılmalı.
Buna mukabil izleyici de bozuldu. Onlar artık “fikir” değil “duymak istedikleri”ni duymak ister oldular. Sanki bir maç izliyorlar. Dolayısıyla katılımcı profilleri de ona göre seçilir oldu. (Bu eğilimin körüklenmesinde TV yönetimlerinin de günahı var.) Ayrıca iktidarın baskıları onun dışında kalan muhalif aydın tipine kapıları kapattı ya da onlar soğudular. Dolayısıyla ortalık biraz “ne idüğü belirsiz” tiplere kaldı. Büyü bozuldu!
Umarım kimseye haksızlık etmiyor ya da abartmıyorumdur. Ancak, öyle veya böyle, daha kaliteli tartışma programları yapılabileceğine, üstelik bunun mümkün olduğuna inanıyorum. Tek engel güncel alışkanlık ve önyargılardır…
Atilla AKAR
atillaakar@gmail.com