Tutuklu gazeteci Erdem Gül: İşimiz gazetecilik kazımaya devam!
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül, Silivri Cezaevi'nden gönderdiği mektupta "İşimiz gazetecilik kazımaya devam" dedi.
Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı gerçeğini hep aklımda tuttum. Size gösterilmek istenen her şeyi kazıyacaksınız. Altından her zaman olmasa da saklanan gerçekler ortaya böyle çıkabilir. Bunu gazeteci kazıyabilir. Kazımaya devam.
Çok gençtik, kendimize “ara kuşak” derdik. “Arada derede kalmış kuşak” anlamında. Bunu derken, iktidarını daha yeni ve şeklen devreden 12 Eylül fonunu, onun hayatımıza olan olumsuzluklarını kastederdik.
12 Eylül, abilerimizin üzerinden silindir gibi daha yeni geçmiş, o zaman yaşı tutmayan bizler, şimdi genç olarak, o günlerin gölgesini üzerimizde taşıyarak hüzünlenirdik.
12 Eylül’den, “birinci, ikinci, üçüncü derecede” akrabalarımız ya da “abilerimize” olanlar nedeniyle nasibini almış olmak bizi kesmezdi. Kendimiz, en azından düşünce düzeyinde 12 Eylül’ün bizzat hedefi olduğumuzun mesajını vermeye çalışarak kendimizi büyütüyorduk da.
Dolayısıyla politik muhabbetler ve tabii eylemler de yapıyorduk. 30 yıl sonra gençliğin politik tutum alması, örgütlenmesi ve eylem yapmasına karşı yargı ve polisin tutumunda en küçük bir ilerleme olmadığını da not olarak belirtmem gerekiyor.
LATİN AMERİKA FİLMLERİ
Üniversite öğrencisiydik nihayetinde. Politika dışında şeyler de vardı hayatımızda. Bir daha hiç olmayacak kadar sinema vardı. Fakat “darbeyi sizin çocuklar yaptı” arşivi nedeniyle Amerikan filmlerine yüz vermezdik. Ama salt ideolojik saikler açıklayamazdı bu tercihimizi. Elbette biraz sanat yutmuşluğumuz da vardı.
Güney ve Latin Amerika filmlerini kaçırmazdık. Hikâyelerinin bizim ülkemize benzediğinden olacak. Gazetecilik de okuduğumuz ve yavaş yavaş gazete binalarına iş olarak bakmaya başladığımız günlere de gelmiştik. Seçimlerimizde bunun da etkisi vardı artık.
O dönemde izlediğim bir Arjantin filmini bir daha hiç unutmadım. Orijinalini bilmiyorum ama bizde Resmi Tarih adıyla gösterildi. O filmi, bir gazeteci bakış açısıyla izlediğimi net olarak hatırlıyorum.
Film, Arjantin milli marşını söyleyen çocukların sınıflarına sıra ile girmesi, okulun tepesinde Arjantin bayrağının kocaman görünmesiyle açılıyor. Artık orta yaşlarda olan bir kadın öğretmenin etrafında geçiyor. Kadının aynı yaşlarda bir eşi ve üvey kızları var, annesinin okulunda öğrenci. Her şey çok düzgün, sakin ve rutin. Dünyanın her yerindeki normal bir aile gibi. Mutlu ve rutin.
Sonra tarih öğretmeni anne, aynı anda “etrafına bakmaya” ve etrafındaki birileriyle olan bitenlerle ilgili konuşmaya başlıyor. O çok düzgün eşi hakkında kuşkulu şeyler duyuyor. İnanmıyor tabii. Eşiyle bunları konuşmak istiyor. Eşi, birilerinin “çok düzgün giden ülkeyi karıştırmak ve mutlu insanları mutsuz etmek istediklerini” söyleyerek konuşmuyor. Üvey kızının ailesinin Arjantin darbesi döneminde başına gelen anlatımları duyduğunda ise artık gerilim filmi izler gibi oluyoruz.
Arjantinli annelerin (Plaza de Mayo Anneleri) “beyaz başörtüsü” eylemi yaptıklarını da ilk kez öğreniyor tarih öğretmeni. Üvey kızını ve eşinin de bu üveyliğin sorumlularından olduğunu öğrendiğinde, kafasında ilk kez ülkesinin yakın tarihine ilişkin soru işaretleri beliriyor. Ama direniyor ülkesi için. Artık finale doğru geliyoruz.
ÇOK MEŞGULUM
Sert diyalogların yaşandığı bir tartışma anında eşi, kadının kolunu kapıya sıkıştırıyor ve acı içindeki kadını dakikalarca o şekilde tutuyor. “Eşin darbe döneminde işkenceciydi. Sonra kimlik değiştirdi” sözleri beynini sürekli kemiriyordu zaten. Ve bu yaşadığıyla “mutlu” tarih “resmi” tarihe dönüşüyor.
Sonra gazetecilik yaparken hep bu filmi düşündüm. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı gerçeğini hep aklımda tuttum. Size gösterilmek istenen her şeyi kazıyacaksınız. Altından her zaman olmasa da bilinmeyen, saklanan gerçekler ortaya böyle çıkabilir. Bunu gazeteci kazıyabilir. Kazmaya devam.
Bugünlerde sinemalarda gösterilen ve çokça konuşulan, “Casuslar Köprüsü” filmini bana hatırlattığınızı duyar gibi oluyorum. “Sinema yazacaksan Casuslar Köprüsü’nü yazsana.” Cevabım şu: Bugünlerde daha önemli işlerim var. Çok meşgulüm. Mahpusluğu öğreniyorum.
Çok gençtik, kendimize “ara kuşak” derdik. “Arada derede kalmış kuşak” anlamında. Bunu derken, iktidarını daha yeni ve şeklen devreden 12 Eylül fonunu, onun hayatımıza olan olumsuzluklarını kastederdik.
12 Eylül, abilerimizin üzerinden silindir gibi daha yeni geçmiş, o zaman yaşı tutmayan bizler, şimdi genç olarak, o günlerin gölgesini üzerimizde taşıyarak hüzünlenirdik.
12 Eylül’den, “birinci, ikinci, üçüncü derecede” akrabalarımız ya da “abilerimize” olanlar nedeniyle nasibini almış olmak bizi kesmezdi. Kendimiz, en azından düşünce düzeyinde 12 Eylül’ün bizzat hedefi olduğumuzun mesajını vermeye çalışarak kendimizi büyütüyorduk da.
Dolayısıyla politik muhabbetler ve tabii eylemler de yapıyorduk. 30 yıl sonra gençliğin politik tutum alması, örgütlenmesi ve eylem yapmasına karşı yargı ve polisin tutumunda en küçük bir ilerleme olmadığını da not olarak belirtmem gerekiyor.
LATİN AMERİKA FİLMLERİ
Üniversite öğrencisiydik nihayetinde. Politika dışında şeyler de vardı hayatımızda. Bir daha hiç olmayacak kadar sinema vardı. Fakat “darbeyi sizin çocuklar yaptı” arşivi nedeniyle Amerikan filmlerine yüz vermezdik. Ama salt ideolojik saikler açıklayamazdı bu tercihimizi. Elbette biraz sanat yutmuşluğumuz da vardı.
Güney ve Latin Amerika filmlerini kaçırmazdık. Hikâyelerinin bizim ülkemize benzediğinden olacak. Gazetecilik de okuduğumuz ve yavaş yavaş gazete binalarına iş olarak bakmaya başladığımız günlere de gelmiştik. Seçimlerimizde bunun da etkisi vardı artık.
O dönemde izlediğim bir Arjantin filmini bir daha hiç unutmadım. Orijinalini bilmiyorum ama bizde Resmi Tarih adıyla gösterildi. O filmi, bir gazeteci bakış açısıyla izlediğimi net olarak hatırlıyorum.
Film, Arjantin milli marşını söyleyen çocukların sınıflarına sıra ile girmesi, okulun tepesinde Arjantin bayrağının kocaman görünmesiyle açılıyor. Artık orta yaşlarda olan bir kadın öğretmenin etrafında geçiyor. Kadının aynı yaşlarda bir eşi ve üvey kızları var, annesinin okulunda öğrenci. Her şey çok düzgün, sakin ve rutin. Dünyanın her yerindeki normal bir aile gibi. Mutlu ve rutin.
Sonra tarih öğretmeni anne, aynı anda “etrafına bakmaya” ve etrafındaki birileriyle olan bitenlerle ilgili konuşmaya başlıyor. O çok düzgün eşi hakkında kuşkulu şeyler duyuyor. İnanmıyor tabii. Eşiyle bunları konuşmak istiyor. Eşi, birilerinin “çok düzgün giden ülkeyi karıştırmak ve mutlu insanları mutsuz etmek istediklerini” söyleyerek konuşmuyor. Üvey kızının ailesinin Arjantin darbesi döneminde başına gelen anlatımları duyduğunda ise artık gerilim filmi izler gibi oluyoruz.
Arjantinli annelerin (Plaza de Mayo Anneleri) “beyaz başörtüsü” eylemi yaptıklarını da ilk kez öğreniyor tarih öğretmeni. Üvey kızını ve eşinin de bu üveyliğin sorumlularından olduğunu öğrendiğinde, kafasında ilk kez ülkesinin yakın tarihine ilişkin soru işaretleri beliriyor. Ama direniyor ülkesi için. Artık finale doğru geliyoruz.
ÇOK MEŞGULUM
Sert diyalogların yaşandığı bir tartışma anında eşi, kadının kolunu kapıya sıkıştırıyor ve acı içindeki kadını dakikalarca o şekilde tutuyor. “Eşin darbe döneminde işkenceciydi. Sonra kimlik değiştirdi” sözleri beynini sürekli kemiriyordu zaten. Ve bu yaşadığıyla “mutlu” tarih “resmi” tarihe dönüşüyor.
Sonra gazetecilik yaparken hep bu filmi düşündüm. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı gerçeğini hep aklımda tuttum. Size gösterilmek istenen her şeyi kazıyacaksınız. Altından her zaman olmasa da bilinmeyen, saklanan gerçekler ortaya böyle çıkabilir. Bunu gazeteci kazıyabilir. Kazmaya devam.
Bugünlerde sinemalarda gösterilen ve çokça konuşulan, “Casuslar Köprüsü” filmini bana hatırlattığınızı duyar gibi oluyorum. “Sinema yazacaksan Casuslar Köprüsü’nü yazsana.” Cevabım şu: Bugünlerde daha önemli işlerim var. Çok meşgulüm. Mahpusluğu öğreniyorum.