Türkiye Suriye çıkmazında: Savaşmak mı savaşmamak mı?.. İşte bütün mesele bu!..

Medyaradar medya analisti Atilla Akar son günlerde medyada sıklıkla dile getirilen “Savaşa mı giriyoruz?” sorularının cevabını aradı…

Efendim; son günlerde herkesin kafasında bir soru var; “Türkiye acaba savaşa mı giriyor?”, “Suriye’deki savaşa “doğrudan müdahil” olmaya mı hazırlanıyor.?” Medyada bu konuda adeta ikiye bölünmüş vaziyette. Kimileri bazı işaretlere bakılınca “gireceğimizi” kimileri de “girmeyeceğimizi” söylüyor. Ancak bunu aşan ve doğrudan “savaş savunusu” ya da “karşıtlığı” yapanlar da var. Tabii bunların çoğu nesnel analizlerden çok “ideoloji”ye, malum saflaşmalara, hesaplara ve “olması istenilene” göre şekilleniyor.

Kimi ateşli bir şekilde bunun “gerekli” olduğunu, olayların bizi buraya mecburen sürüklediğini söylüyor kimi ise bunun “şart olmadığı”nı. Kimi işi “savaş çığıtkanlığı”na vardırıyor kimi daha “rasyonel” gerekçeler sıralıyor. Kimi “bağlasan durmaz” sertliğinde kimi romantik bir “barış” söylemi şiirselliğinde. Sonuçta, öyle veya böyle ortada yaygın bir “savaş söylentisi” ve kaygısı var.

“3. DÜNYA SAVAŞI”NA YOL AÇAR MI?

Hatta bunun bir “3. Dünya Savaşı”na yol açabileceğini, kimi süper ve onların yanında dizilen güçleri önce bölgesel sonra da dünya çapında yeni bir savaşa sürükleyeceğini iddia edenler de mevcut. İş o kadar “uzun boylu” noktalara varır mı bilmem ama böylesi bir senaryoda Türkiye’nin Rusya ile karşı karşıya kalacağı aşikâr. Zaten “Rus uçağının düşürülmesi” hadisesinden bu yana süren gerginliğin bir kıvılcımla birlikte “sıcak savaşa” dönüşeceği uyarıları yapılıyor. (Dikkatle bakılırsa aslında her şeyin “Putin’i devirme” üzerine daha “ince” ve büyük çaplı bir senaryo üzerine kurgulandığı görülecektir. Demek ki birileri Putin’in umduğunu bulamadığı bir konjonktürel çatışmaya bel bağlamışlar. Putin bunu görebiliyor mu bilmem?) Böyle giderse bize de burada “maşalık” görevi düşeceğe benziyor.

Türkiye aslında (AKP iktidarı demek daha doğru galiba) çoktandır Suriye üzerindeki “Neo-Osmanlıcı” iddialarından vazgeçmiş yahut geri adım atmış vaziyette. Yani ki "İnşallah en kısa zamanda Şam'a gidecek, kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. Selahaddin Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camii'nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi'nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi'nde kardeşliğimiz için dua edeceğiz. O gün de yakın..." söylemleri çoktan hayal oldu.

Başlangıçta batılı güçlerin ve bilhassa da ABD’nin gazıyla bu oyuna dahil olan Türkiye, şimdi bu kıskaca girip bir türlü çıkamamanın üstelik başına yeni belalar açmanın bedelini ödüyor görünüyor. “Kolay ve tepside sunulan bir zafer” zannına kapılanların hayalleri çoktan suya düştü. (Ya da “Stratejik derinlik” bizi umduğumuzdan fazla derinlere çekti herhalde!) Şimdi ise işler biraz da “Madem bulaştık bu işe o halde mecburen devam…” üzerinden yürüyor gibi sanki. Bir tür çaresizlik ve çıkışsızlık psikoloisi!..

O kadar ki gele gele şimdi “Rojava” diye tabir edilen bölgedeki “Özerk Kürt yönetimi” planlarını nasıl engelleyeceğimize kilitlendik ve buna razı olduk. (Hatta şimdi “yardım koridoru”na bile fitiz!) Öyle veya böyle, “Büyük Ortadoğu Satrancı”nda hamlelerimiz iyice sınırlanmış vaziyette. Bunun için “savaş ihtimali”ne bile kapı aralanmış vaziyette.

BU SAVAŞ “BÜYÜK SAVAŞ”A GÖRE DİZAYN EDİLMEDİ!..

Aslında “Suriye meselesi” ortaya çıktığından beri Türkiye’nin bir şekilde “savaşa gireceği” söyleniyordu. Yani ki bu ihtimal hiç gündemden çıkmadı. (Hele de Akdeniz’e düşürülen uçaklarımızdan sonra) İlk elde böyleydi de. Ancak Türkiye batılı güçlerin hesabını ya “iyi okuyamadı” ya da kendince planlar kurmaya kalktığı için ona bir “dur bakalım!..” çekildi.

“Obama konsepti” 11 Eylül sonrası klasik “Bush doktrini” gibi değildi. Afganistan ve Irak’ta olduğu türden doğrudan “ABD Birlikleri”nin savaşa dahil olması istenmedi. Bunun her açıdan maliyetlerinin çok fazla olduğu hesabı yapıldı. Onun yerine “muhalifler” adı altındaki güçler desteklendi, palazlandırıldı. “Esad’ı devirme operasyonu” bunlar üzerinden dizayn edildi. Tutmadı ya da yetersiz kaldı.

Rusya-Putin faktörü işi bozdu. ( O yüzden şimdi “Putin’i devreden çıkartılmak” isteniyor. Rus uçağı Türkiye’ye düşürtülerek ilk aşama olarak aslında “Putin’in karizması” çizildi) Şimdi ise iş IŞİD bahaneli başka “atraksiyonlar” a yöneldi. Ancak her nasıl olursa olsun bu planda “sıcak savaş” yoktu. O yüzden Türkiye’nin “fazla hevesli” dizginleri geri çekildi.

Aslında “soğuk Savaş” dönemi ve “Nükleer çatışma ihtimali”nden bu yana büyük güçler hiçbir zaman bir “açık savaş”ı göze alamadı. 1. ve 2. Paylaşım savaşlarındaki gibi “delikanlıca” çarpışamadılar. Onun yerine “Küresel Terör dalgası” üzerinden “yeni savaş konseptleri” icat edildi. (“Asimetrik savaş” palavralarıyla!) “Teröristler” öne sürüldü. Birbirlerine “terör” üzerinden mesajlar yolladılar. Dünya “terör”le terbiye edildi!

Neyse uzatmayayım; aslında şimdi de fazla bir şey değişmiş değil. Aynı “statüko” kısmen revize edilmiş şekilde halen sürüyor. Yaygın bir savaş beklentisi biraz da işin “psikolojik savaş” boyutu. Ancak bu kimi anlık, konjonktürel, kısmi, kısa süreli çatışma ya da karşı karşıya gelmelere engel değil. Bunun için Türkiye kullanılmak isteniyor olabilir. Rusya ile anlık bir “sıcak çatışma”ya ya da daha yoğun askeri bir gerginliğe sürüklendirilerek aslında Putin zorda bırakılmak istenebilir. (Putin-Rusya faktörü olduğu sürece “Suriye sorunu”nun “çözülemeyeceği” anlaşılmıştır!) Bütün kurgular “Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya getirilmesi” üzerinden yapılıyor. Türkiye’nin yemi ise Suriye sınırında şekillendirilmek istenen yeni ve fiili “Kürt devleti” olacaktır. (“Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” misali. “Sessiz” kalmanın sonuçları da ağır) Dünkü “Kuzey Irak” olayının daha tersi bir ihtimal yani.

Öyle veya böyle elbette ki savaş hoş bir şey değil. Hele “çocuk oyuncağı” hiç değil. Lakin “devletler oyunu” tarih boyunca böyle yaşanmıyor. Bir “oldu bitti” yaratılır mı bilmem. Yaratılırsa daha “üst aşamalara” sıçrar mı o da ayrı. Türkiye’nin kendine ait bir “oyun planı” var mı o da tartışılır. Önümüzdeki günler “tedirgin edici” olsa da işin o noktalara varmayacağını tahmin ve ümit ediyorum.

William Shakespeare'in "Hamlet"inde, oyunun üçüncü perdesinde söylettiği "To be, or not to be– that is the question / Olmak ya da olmamak- işte mesele bu" tiradı (aslında bu sahnede “kuru kafa” yoktur, başka sahneye aittir) “savaşmak ya da savaşmamak” a çevrilmiş gibi sanki…

Bakalım bu “oyun” nasıl sonlanacak?..

15.02.2016.
atillaakar@gmail.com