TÜRK YAZARLARI İÇİN ''OTOSANSÜR' ARTIK BİR MESLEK KURALIDIR!
Yazıları en çok tırpanlanan, iktidar tarafından en çok fişlenen ünlü köşe yazarı MEDYARADAR'a yazdı.
YAZILARI EN ÇOK TIRPANLANAN BİR YAZARIN KALEMİNDEN…
Türk yazarları için
‘otosansür’ artık bir
meslek kuralıdır!
İktidarın “teslim bayrağı çekmeyen” gazetelere yönelik baskısı, son birkaç yıldır “sansür” iddialarını artırdı. Bu iddialar referandum öncesi doruğa ulaştı.
Önce VATAN, Mine Kırıkkanat’ın…
Hemen ardından da Haber Türk Gazetesi, Bekir Coşkun’un yazılarını yayınlamadı.
Oysa gerçek çok daha acı…
Özellikle Doğan Grubu’nun gazetelerinde yazan bazı köşe yazarları günde resmen iki yazı yazar hale geldi.
Bu olay o kadar kanıksandı ki; yazarlar kendi aralarında “İlk yazıyı genel yayın müdürü ve patron, ikincisini okurlar için yazıyoruz” diye şakalaşmaya başladı,
Görünen o ki; birkaç yıl sonra en az on yazar aynı adla kitap çıkaracak:
“Yayınlanmayan Yazılar!”
Önce bir yanlışı düzeltelim:
Türkiye’de şu an uygulanan yöntem kesinlikle sansür değil…
Çünkü sansür, “Her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin hükûmet tarafından önceden denetlenmesi”nin adı…
Bunu ben demiyorum; Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe sözlüğünde böyle yazıyor!
Son günlerde örneğine sıkça rastladığımız “yazarların yazdıkları köşe yazılarının yayınlanmaması” ise sansür değil, otosansür!
Çünkü baskı rejimlerinde ya gazeteciler iktidarın baskısından çekindikleri için bazı konuları hiç yazamıyor ya da onlar yazıyor ama kurumları yayınlamıyor!
Bu arada…
Medyatava gibi gazetecilerin yönettiği bir sitenin bile sansürle otosansür arasındaki bu farkı bilmemesi bile, mesleğimizin halini göstermeye yetiyor!
Eğer ülkede gerçekten açık açık “sansür” uygulansa…
Yani 12 Eylül döneminde olduğu gibi gazeteler basılmadan önce bazı devlet görevlilerinin denetiminden geçse…
Ve çıkarılan haberlerin, yazıların yerinde kocaman bir boşlukla yayınlansa…
İşte; o zaman dünya ve Avrupa Birliği, ülkedeki baskının boyutunu görür ve iktidara tepki gösterir.
Zaten bu yüzdendir ki iktidar; açık sansür yerine gazete yönetimlerini “otosansür”e zorluyor…
Böylece kol kırılıyor ama yen içinde kalıyor!
Peki; bir gazeteci ya da ona kucak dolusu para ödeyen gazetesi durup dururken “otosansür”e başvurur mu?
Yazıda hakaret, aşağılama, haksız suçlama ya da küfür yoksa, hangi çılgın kendisini ayağından vurur?
Kim; kalemini kısıtlar, hangi gazete patronu, kendi tercihi ile çalıştırdığı gazetecinin öfkesini üzerine çekmek ister?
Evet; Türkiye’de, özellikle de bazı gazetelerde bugün yazar olmak da gazete yönetmek de gazete patronluğu yapmak da çok zor!
Çünkü iktidarı kızdıran yazıların faturası anında gazete patronlarına kesiliyor.
Onlar da işletmelerini ayakta tutmak için daha temkinli hareket etmek zorunda kalıyor.
Şu bilinsin ki; bu satırların yazarı da bir ulusal gazetenin köşe yazarı…
Hem de belki de en çok “otosansür”e uğrayan, iktidar tarafından en çok fişlenenlerden biri…
Ve inanın ki, ben de gazeteme yazılarımı koymayan meslektaşlarıma, genel yayın yönetmenime, patronuma kızmıyor; kızamıyorum!
Çünkü onların çaresizliğini çok yakından görüyor ve anlıyorum…
Bazı okurlar nasıl bir ülkede yaşadıklarını unutup, “Madem yazılarını yayınlamıyorlar, o zaman sen de bu onursuzluğa katlanma ve ayrıl, başka gazetede çalış” diyebilirler…
Şu dönemde bu yazıları yayınlayabilen tek çılgın gazete Sözcü… Çünkü patronunun, gazetesinden başka kaybedecek hiçbir şeyi yok!
Bu da, “Basın özgürlüğü için, gazete patronlarının medyadan başka alanlarda iş yapmamaları gerekir” dediğimizde, ne kadar haklı olduğumuzu gösteriyor.
İyi de Sözcü, en fazla kaç köşe yazarı çalıştırabilir ki?
İşte; bu yüzden ben, yazıları sık sık otosansüre uğrayan bir gazeteci olarak bu durumu “onursuzluk” değil, çaresizlik olarak değerlendiriyorum. Unutmayın ki; bu ülkedeki muhalif köşe yazarları, iktidar yazarları gibi yalılarda oturmuyor. Hepimizin geçindirmekle yükümlü olduğumuz bir ailemiz var ve çoğumuz sandığınız kadar birikim sahibi değil.
Peki; iktidarın rahatsız olduğu ve dolayısıyla otosansür uygulanmasını istediği konular neler?
İlk sırada Başbakan’ın ailesi geliyor… Aile üyeleri hakkında yazılacak her türlü yazı baştan yasak!
İkinci sırada yolsuzluk ve usulsüzlük haberleri geliyor. Şu anda bütün deneyimli muhabirlerin ve muhalif yazarların dolapları, özellikle AKP’li belediyelerdeki yolsuzluk dosyaları ile dolu. Üstelik bunların tamamına yakını, mahkemelere yansımış konular.
Bunu izleyen yasak maddesi ise “F tipi” haberler… İktidarla iç içe geçen ilişkileri, Fethullah Gülen cemaatini de yazı konusu olmaktan koruyor…
Ayrıca iktidara yönelik her türlü “sert eleştiri” kesinlikle yasak!
Bugünkü baskı dönemi bitince ben de elbette diğer meslektaşlarım gibi otosansüre uğrayan ya da yazamadığım yazılarımı bir kitapta toplayacağım…
Ama adı, “Yayınlanmayan Yazılar” değil…
“Korkulan Yazılar” olacak!
Türk yazarları için
‘otosansür’ artık bir
meslek kuralıdır!
İktidarın “teslim bayrağı çekmeyen” gazetelere yönelik baskısı, son birkaç yıldır “sansür” iddialarını artırdı. Bu iddialar referandum öncesi doruğa ulaştı.
Önce VATAN, Mine Kırıkkanat’ın…
Hemen ardından da Haber Türk Gazetesi, Bekir Coşkun’un yazılarını yayınlamadı.
Oysa gerçek çok daha acı…
Özellikle Doğan Grubu’nun gazetelerinde yazan bazı köşe yazarları günde resmen iki yazı yazar hale geldi.
Bu olay o kadar kanıksandı ki; yazarlar kendi aralarında “İlk yazıyı genel yayın müdürü ve patron, ikincisini okurlar için yazıyoruz” diye şakalaşmaya başladı,
Görünen o ki; birkaç yıl sonra en az on yazar aynı adla kitap çıkaracak:
“Yayınlanmayan Yazılar!”
Önce bir yanlışı düzeltelim:
Türkiye’de şu an uygulanan yöntem kesinlikle sansür değil…
Çünkü sansür, “Her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin hükûmet tarafından önceden denetlenmesi”nin adı…
Bunu ben demiyorum; Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe sözlüğünde böyle yazıyor!
Son günlerde örneğine sıkça rastladığımız “yazarların yazdıkları köşe yazılarının yayınlanmaması” ise sansür değil, otosansür!
Çünkü baskı rejimlerinde ya gazeteciler iktidarın baskısından çekindikleri için bazı konuları hiç yazamıyor ya da onlar yazıyor ama kurumları yayınlamıyor!
Bu arada…
Medyatava gibi gazetecilerin yönettiği bir sitenin bile sansürle otosansür arasındaki bu farkı bilmemesi bile, mesleğimizin halini göstermeye yetiyor!
Eğer ülkede gerçekten açık açık “sansür” uygulansa…
Yani 12 Eylül döneminde olduğu gibi gazeteler basılmadan önce bazı devlet görevlilerinin denetiminden geçse…
Ve çıkarılan haberlerin, yazıların yerinde kocaman bir boşlukla yayınlansa…
İşte; o zaman dünya ve Avrupa Birliği, ülkedeki baskının boyutunu görür ve iktidara tepki gösterir.
Zaten bu yüzdendir ki iktidar; açık sansür yerine gazete yönetimlerini “otosansür”e zorluyor…
Böylece kol kırılıyor ama yen içinde kalıyor!
Peki; bir gazeteci ya da ona kucak dolusu para ödeyen gazetesi durup dururken “otosansür”e başvurur mu?
Yazıda hakaret, aşağılama, haksız suçlama ya da küfür yoksa, hangi çılgın kendisini ayağından vurur?
Kim; kalemini kısıtlar, hangi gazete patronu, kendi tercihi ile çalıştırdığı gazetecinin öfkesini üzerine çekmek ister?
Evet; Türkiye’de, özellikle de bazı gazetelerde bugün yazar olmak da gazete yönetmek de gazete patronluğu yapmak da çok zor!
Çünkü iktidarı kızdıran yazıların faturası anında gazete patronlarına kesiliyor.
Onlar da işletmelerini ayakta tutmak için daha temkinli hareket etmek zorunda kalıyor.
Şu bilinsin ki; bu satırların yazarı da bir ulusal gazetenin köşe yazarı…
Hem de belki de en çok “otosansür”e uğrayan, iktidar tarafından en çok fişlenenlerden biri…
Ve inanın ki, ben de gazeteme yazılarımı koymayan meslektaşlarıma, genel yayın yönetmenime, patronuma kızmıyor; kızamıyorum!
Çünkü onların çaresizliğini çok yakından görüyor ve anlıyorum…
Bazı okurlar nasıl bir ülkede yaşadıklarını unutup, “Madem yazılarını yayınlamıyorlar, o zaman sen de bu onursuzluğa katlanma ve ayrıl, başka gazetede çalış” diyebilirler…
Şu dönemde bu yazıları yayınlayabilen tek çılgın gazete Sözcü… Çünkü patronunun, gazetesinden başka kaybedecek hiçbir şeyi yok!
Bu da, “Basın özgürlüğü için, gazete patronlarının medyadan başka alanlarda iş yapmamaları gerekir” dediğimizde, ne kadar haklı olduğumuzu gösteriyor.
İyi de Sözcü, en fazla kaç köşe yazarı çalıştırabilir ki?
İşte; bu yüzden ben, yazıları sık sık otosansüre uğrayan bir gazeteci olarak bu durumu “onursuzluk” değil, çaresizlik olarak değerlendiriyorum. Unutmayın ki; bu ülkedeki muhalif köşe yazarları, iktidar yazarları gibi yalılarda oturmuyor. Hepimizin geçindirmekle yükümlü olduğumuz bir ailemiz var ve çoğumuz sandığınız kadar birikim sahibi değil.
Peki; iktidarın rahatsız olduğu ve dolayısıyla otosansür uygulanmasını istediği konular neler?
İlk sırada Başbakan’ın ailesi geliyor… Aile üyeleri hakkında yazılacak her türlü yazı baştan yasak!
İkinci sırada yolsuzluk ve usulsüzlük haberleri geliyor. Şu anda bütün deneyimli muhabirlerin ve muhalif yazarların dolapları, özellikle AKP’li belediyelerdeki yolsuzluk dosyaları ile dolu. Üstelik bunların tamamına yakını, mahkemelere yansımış konular.
Bunu izleyen yasak maddesi ise “F tipi” haberler… İktidarla iç içe geçen ilişkileri, Fethullah Gülen cemaatini de yazı konusu olmaktan koruyor…
Ayrıca iktidara yönelik her türlü “sert eleştiri” kesinlikle yasak!
Bugünkü baskı dönemi bitince ben de elbette diğer meslektaşlarım gibi otosansüre uğrayan ya da yazamadığım yazılarımı bir kitapta toplayacağım…
Ama adı, “Yayınlanmayan Yazılar” değil…
“Korkulan Yazılar” olacak!