"TÜRK BASININDA EŞEK SAYISI EPEY FAZLA OLDUĞUNDAN OLSA GEREK ALIŞKANLIK OLMUŞ!.... YADIRGANMIYOR!...." PEKİ AMA BASINDAKİ EŞEKLER KİM?...

Sanal ortamlarda onu bunu tartışıyorlar ya, sağolsunlar bana da Facebook´ta bir site açmışlar (hiçbir dahlim, izinim, haber ve agâhım olmadan), gençler kendi aralarında benim üzerimden söyleşiyorlar.


Gentchler itchin yazem kourallare

Sanal ortamlarda onu bunu tartışıyorlar ya, sağolsunlar bana da Facebook´ta bir site açmışlar (hiçbir dahlim, izinim, haber ve agâhım olmadan), gençler kendi aralarında benim üzerimden söyleşiyorlar. İyi.

İlişmeyin, tartışsınlar. Elbette içlerinde akıllı uslu olan da var, abuklayan da. Doğaldır.

Geçen gün birisi demiş ki: "Lausanne´ı Lozan şeklinde yazanlarla dalgasını geçiyor da, kendisi Trotsky´yi niçin Troçki yazıyor?"...

Eh bu da bir memleket meselesidir, eğilelim.

Güzel evladım...

Türkçe yazım kurallarına göre (eskiden "imla" denirdi), Latin alfabesi kullanan dillerden yapılan çevirilerde ya da aktarmalarda, özel isimler olduğu gibi bırakılır.

Latin alfabesi kullanmayan dillerin özel isimleri de, dilimizde, ağzımızda söylenişine göre yazılır.

(Şuna "alfaaaabe" demeyin, döverim.)

"Yer etmiş" isimlerde de ağız geleneği uygulanır, örneğin "London´a gidiyorum" denmez, "Londra´ya gidiyorum" denir.

Gerçi televizyon filmlerinin ve dizilerinin dublajında oyuncuları "seninle Damascus´ta buluşalım" ya da "Cairo´dan geldim" şeklinde konuşturanlar vardır ama onlar eşektirler.

Yani, Lausanne´ı Lozan yazmak da eşekliktir.

Türk basınında eşek sayısı epey fazla olduğundan olsa gerek, alışkanlık olmuş, yadırganmıyor ama yanlıştır.

Bunun gibi, bir Türkçe cümlede de Trotsky diye bir isim geçebilemez.

Rahmetli Memet Fuat, Rus isimlerini "Troçkiy", "Gorkiy" şeklinde yazardı, aslında haklıydı. Uzun süre ben de öyle yaptım, sonra baktım yadırganıyor, genel çizgiye uydum.

Çünkü, "hakçasını" uygulamak gerekirse, Kruşçev yoktur, "Hruşçof" vardır, Gorbaçev yoktur, "Garbaçof" vardır, Dostoyevski yoktur, "Dastayefskiy" vardır. Sovyet yoktur, "Savyet" vardır. (Tam olarak bizim "a" sesimiz de değil, "o" ile "a" arası özel bir Rus sesi.)

O zaman bizim Homeros dediğimiz şaire de, doğrusu ve hakçası, "Omiros" dememiz gerekecektir. Klerides yoktur, "Kliridis" vardır.

Fakat, pratik bir yaklaşımla, alışılmışı kabullenmek en iyisi galiba... Bir zamanlar BBC radyosunun Türkçe yayın servisi, eski Cezayir lideri Huari Bumedyen´i "Hayri Ebu Medyan" yapmaya kalkmıştı da kafalar epey karışmıştı...

Banker Kastelli´yi, Kürt lider Barzani´yi, Talabani´yi İtalyan yapan, Castelli, Bartsani, yani sanki Berlusconi gibi okuyan eşek spikerlerle de, günün birinde televizyona dönersem ayrıca görüşeceğim!

Latin alfabesiyle yazılan özel isimleri de Türkçe okunuşuna çevirmek aslında bir Osmanlı kuralıdır. Eski yazıda, bizim bugün tırnak içine aldığımız alıntılar da ayraçla yapılırdı. Eski kuşaktan gazete muharrirleri bu alışkanlıktan kurtulamamışlardı.

Ha, bir de Kemal Tahir yazardı böyle... Ama o da romanlarını ünlü sarı defterlerine kurşunkalemle ve eski yazıyla yazıyor, sonra rahmetli Semiha Yenge bunları daktiloda yeni yazıya çeviriyordu.

Bu, bir alışkanlıktan öte, bir tavırdı, bir inatlaşma, bir muhalefet örneğiydi!

Yani batıya karşı çıkmak, yerlilik, falan filan ayakları.

Siz öyle yapmayınız. Eski dostum Naci Çelik Berksoy´un -şimdi ara ki sahaflarda bulasın- "Romanda Hesaplaşma" isimli edebiyat incelemesinde yaptığı gibi, yazılarınızda "Flober, Folkner, Kamü, Malro, Mopasan, Hemingvey" şeklinde isimler geçmesin.