TUĞÇE BARAN'I 'ÖLDÜREN' MUTLU TÖNBEKİCİ'DEN İLK YAZI!..PEKİ DEĞİŞEN BİR ŞEY OLACAK MI?...

Bu kumral da kim, nerede bizim sarı kafa, ne oldu ona, kovdunuz mu, öldürdünüz mü diyenlere bodoslama cevap vereyim: O bendim..."Ama bizi kandırdın" diyeceklere son cümle olarak şunu diyeyim:

İtiraf ediyorum: Tuğçe´yi ben öldürdüm


Bu kumral da kim, nerede bizim sarı kafa, ne oldu ona, kovdunuz mu, öldürdünüz mü diyenlere bodoslama cevap vereyim: O bendim.

Tuğçe Baran takma ismi ve takma fotosuyla altı küsur yıldır ben yazıyordum o yazıları.
Nedeni niçini uzun hikaye... Veya kısa: Rahat etmek için diyelim. Doğal olabilmek için diyelim. Ve hatta utangaç oluğum için diyelim. Bir sabah yaz dediler, dedim ben kendimi hiç kasmayayım, kendi ismimle yazarsam sıkıcı olur, takma isimle ya Allah der dalarım dedim, iyi dediler, o zamanki editörüm (şimdi Akşam gazetesinde ekonomi müdürü) matrak adam Levent Ertem de nereden bulduysa bulmuş o fotoyu ve ismi, öyle gitti 7 yıldır.

Ne yalan söyleyeyim iyi bir `manto´ idi TB mantosu. Bir nevi görünmezlik, bilinmezlik mantosuydu. Sayesinde hiç olmayacak yerlerde özgürce dolaştım, hiç olmayacak insanlarla rahat rahat sohbet ettim, arkadaş oldum ve rahat rahat da yazdım. Güzel, eğlenceli yıllarımız geçti TB mantosuyla. Avantajları pek çoktu yani.
Ama işte gün oldu, devran döndü "manto" sıkmaya başladı. Avantaj dezavantaja dönmeye başladı. Soğuk günlerde iyiydi güzeldi ama "sıcak" günlerde bunaltmaya başladı. Yazılar değişti, mevzular ciddileşti, koca koca adamlar "Tuğçaaanım" diye telefonlar etmeye başladı. Bakan yardımcıları, müsteşarlar, oda başkanları vs. Yani "olacak şey değil" olmaya başladı durum. Sevenlerime karşı mahcup olmaya başladım. Sevmeyenlerime karşı da savunmasız çünkü onlar da vurmak için "sarışınlık" ve kardeşi "aptallık" üzerinden vurmaya çalıştılar. "Aptal sarışın gene şunu yumurtladı" gibi.

Öte yandan mahalle bazında da fena halde deşifre oldum. Meğer mahallenin tamamı bilirmiş zaten benim kim olduğumu! Nasılsa tanınmıyorum, bilinmiyorum diye elektrikçiden "yakışıklı delikanlı ah ah" diye söz ediyorum, sonra dükkanına gittiğimde teşekkür ediyor çapkın çapkın.
Hadeee..
Ben o an hangi priz deliğine gireceğimi bilemiyorum.
Özetle artık neresinden tutsan elde kalan bir manto vardı elimde.
Mahalle bildikten sonra cümle alem de bilsin dedim ve bu kararı aldım.
Diyeceğim şu: Ruh aynı ruh. Kalem aynı kalem. Kafa aynı kafa. Değişen tek şey: kaporta.
"Biz o sarı kafanın hastasıydık, yok illa onu istiyoruz" diyenlerdenseniz eğer yapacak bir şeyim yok. Üzgünüm. Tuğçe Baran öldü. Dead. Finito. The end. Nos. Bu saatten sonra da kafayı sarıya boyatamam.. Devir kumralların devri... (diye de sallayalım)


***

Peki ama mühim soru şu: Değişen bir şey olacak mı?
Olmayacak. Tek bir konu hariç yazdıklarımın hepsi hakikaten başımdan geçen olaylardı. Çok içten, çok dürüst yazdım ne yazdıysam. Başımdan geçenler de sosyolojik, psikolojik, politik görüşlerim de arkadaşlarım da seyahatlerim de gerçekti.
Gerçek olmayan tek bir konu da şu: Annem. Annem yazık ki yaşamıyor.
Yazmaya başladıktan kısa bir süre önce annemi kaybetmiştim. Yokluğu kahrediciydi. Eksikliğini çok hissediyordum. (Halen de hissediyorum) O zaman dedim yazılarımda yaşatayım. Yaşasaydı yapmak istediklerini "sanal annem" Günay Hanım´a yaptırdım. Zira gerçek annem talihsiz bir kadındı ve bir sürü şey içinde kalarak veda etti bu dünyaya. Bugün, Günay Hanım da vefat etti. Ne yapalım. Böyle. Allah her ikisine de rahmet eylesin.
"Ama bizi kandırdın" diyeceklere son cümle olarak şunu diyeyim:
Aziz Nesin´in de onlarca takma ismi vardı. En ünlüsü de Ve