TSK'YI CEO GİBİ YÖNETECEK! TÜRK ORDUSUNUN YENİ PATRONU IŞIK KOŞANER'İN PORTRESİ!
Sabah muhabiri Ferhat Ünlü, 30 Ağustos'tan itibaren Genelkurmay Başkanlığını yürütecek olan Orgeneral Işık Koşaner'in portresini kaleme aldı.
TSK’yı CEO gibi yönetecek
Ferhat ÜNLÜ / SABAH
Türk ordusunun yeni patronu Işık Koşaner bir hâkim çocuğu. Kuruluş ideolojisinin başkenti İzmir’de doğmuş ve idealist biri olarak yetiştirilmiş. Orduyu, tıpkı bir CEO gibi profesyonelce yönetmesi bekleniyor. Koşaner, pek çok meslektaşı gibi bir tehlike olarak gördüğü postmodernizmden hazzetmiyor. Postmodernizm, TSK’nın ’fişlediği’ bir kavram ve Koşaner tarafından da her fırsatta eleştiriliyor
Geleceğin sakin, ama kudretli paşası Sebahattin Işık Koşaner, 1945 yılında, tarihin en yıkıcı savaşının henüz bittiği bir dönemde İzmir’de dünyaya gözlerini açtı. Aklın kutsandığı bir çağda akıldışı söylemleriyle iktidara gelen ve dünyayı âdeta cehenneme çeviren ’Alman libidosunun führeri’ Hitler, başlattığı savaşı kaybetmiş ve intihar etmişti. Çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti’ni bu büyük savaştan uzak tutmayı başaran Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de Işık Koşaner gibi İzmir’de doğmuştu. Koşaner, İnönü ve Kazım Orbay’la birlikte İzmir doğumlu üçüncü Genelkurmay Başkanı. MİT eski yöneticisi Mehmet Eymür’e göre 28 Şubat sürecinde Genelkurmay 2. Başkanı gibi değil de âdeta Genelkurmay Başkanı gibi davranan emekli Orgeneral Çevik Bir’in de Bucalı olduğu hesaba katılırsa İzmirli TSK patronlarının sayısı dörde çıkıyor. Çok fazla Genelkurmay Başkanı ya da ’rol çalan’ ikinci başkanlar çıkarmamış olsaydı bile İzmir, ordu için önemli bir şehir olmaya devam edecekti. Bunun sebebi açık: İzmir, kuruluş ideolojisinin gizli başkenti ve İzmirliler Türkiye’nin en batıdan, İzmir’den başlayarak kurtarıldığı tezinin işlendiği bir iklimde büyüyor. Topraklarımıza yönelik saldırının da batı ülkeleri adına hareket eden Yunanistan’dan geldiği düşünülürse kurtuluş ve kuruluş destanındaki İzmir imgesinin yeri daha iyi anlaşılır. Koşaner de çocukluğunun erken dönemlerini, yakın geçmişin savaş acılarının kuşaktan kuşağa anlatıla geldiği İzmir’de geçirdi ve kurtuluş hikâyeleriyle büyüdü.
BABASI, MESLEĞİNE ÂŞIK BİR HÂKİMDİ
Türkiye’nin 27. Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, 1. Genelkurmay Başkanı İnönü’nün adını taşıyan İsmet İnönü Mektebi’ne girdiğinde yedi yaşındaydı. ANAP’ın kurucularından merhum Veysel Atasoy’un da okuduğu, 1943 yılında açılan bu köklü Cumhuriyet okulunun ilk adı İsmet İnönü 2. Mektebi idi. Okulun adı sonradan İsmet İnönü Mektebi ve daha sonra da Fatih İlköğretim Okulu olarak değişecekti. O sıralar aile, baba rahmetli Hilmi Koşaner’in işinden dolayı Zonguldak Devrek’te oturuyordu. Okul arkadaşlarından edindiğimiz bilgilere göre Işık Koşaner’in babası Hilmi Bey hâkimdi. Çevresinde adaletli biri olarak bilinen Hilmi Bey, mesleğine âşık bir memurdu ve işlerinin yoğunluğundan ötürü oğlunun veliliğini anne Rahmiye Hanım’a bırakmıştı. Rahmiye Hanım da sık sık okula gider ve oğlunun durumu hakkında bilgi alırdı. Işık Koşaner, 1952-1953 ve 1953-1954 eğitim-öğretim yıllarında bu okulda iki yıl eğitim gördükten sonra babasının tayini nedeniyle yine Zonguldak Çaycuma’da bir okula nakil oldu. Koşaner’in Devrek’teki okul dereceleri ikinci sınıftaki birkaç ’iyi’ dışında hep ’pekiyi’ydi. Sessiz, sakin bir öğrenci olan Koşaner’in, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) gelecekteki patronu, kapitalist terminolojideki deyişle CEO’su olacağını elbette kimse tahmin edemezdi. Koşaner’in kendisi de henüz o yıllarda ileride ne yapmak istediğini bilmiyordu. Ama zamanla, biraz da çocukluğunun İzmiri’nde anlatılan savaş hikâyelerinin etkisiyle asker olmaya karar verdi. Hangi askeri sınıfa mensup olursa olsun, ülkenin kurucu unsuru olan orduya giren ve subay olan bir memur-işçi çocuğu otomatikman ’sınıf atlamış’ oluyordu. Koşaner’in, Kara Harp Akademisi’nde birlikte okuduğu, adının açıklanmasını istemeyen bir sınıf arkadaşının Pazar SABAH’a yaptığı açıklama bu gerçeği çarpıcı bir şekilde özetliyor: "Sonradan kurmay olanlar da dâhil subayların çoğu işçi-memur çocuğudur. Ben işçi çocuğuyum. Bizim zamanımızda Silahlı Kuvvetler, idealist işçi-memur çocukları için en iyi adres olarak görülürdü." Işık Koşaner’in CV’sinde NATO önemli bir yer tutuyor. Koşaner, NATO’nun rahle-i tedrisinden geçmiş ve Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda Kurmay Başkanlığı yapmış bir komutan. Galatasaraylı Koşaner’in tuğgenerallikten emekli olan sınıf arkadaşı, Işık Paşa’yı, TSK’nın görüp görebileceği en iyi komutanlardan biri olarak nitelendiriyor. "Türkiye’yi Türkler yönetmiyor," diyen emekli tuğgeneralin şu sözleri de önemli: "Koşaner ’milli’ bir komutandır. Milli birliğe ihtiyacımızın en üst seviyede olduğu bir dönemde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la uyumlu bir çalışma sergileyeceğini düşünüyorum."
HİTABETİN ORDUDAKİ ÖNEMİ
Arkadaşının tarifine göre TSK’nın yeni maestrosu çok ketum biri, ama sırası geldiğinde de iyi bir hatip. Bu noktada hitabetin, tıpkı tebliğ kültürünün bulunduğu İmam-Hatip geleneğindeki gibi askeri okullarda geliştirilen bir meleke olduğunun altı çizilmeli. TSK’nın subay kadrosunda belagat, sanatların en önemlisi, en işlevseli olarak nitelendiriliyor. Bunun yanı sıra iyi hitabetin, siyasi sahada büyük bir ikna gücüne dönüştüğü biliniyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri aynı zamanda siyasi bir aktör olarak da karşımıza çıkan komuta kademesine mensup generallerin -doğal yeteneklerinin elverdiği ölçüde- belagati bir politik enstrüman olarak kullanmaya çalışmaları boşuna değil. Bu noktada devirteslim ve mezuniyet törenleri, politik mesaj vermek isteyen komutanlar için bulunmaz bir fırsat. Yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner de 2008 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini teslim alırken yaptığı konuşmada verdiği sosyolojik ve politik mesajlarla tartışma yaratmıştı. Konuşmasının bir yerinde şöyle demişti Koşaner: "Küresel güçler tarafından kurgulanan ve ülke içi medya, bazı akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplum örgütleri içine yuvalanan postmodern bir tabakanın oluşturduğu propaganda ve etki ağı; ulusal birlik, ulusal değerler ve güvenlik parametrelerinin zayıflatılması ve çözülmesi yönündeki gayretlerini sürdürmektedirler." Koşaner’in bu konuşmasında en çok ulusal birliği zayıflatan ’postmodern tabaka’ nitelendirmesi dikkat çekmişti. Yeni komuta kademesinin; saçları tamamen ağarmış, vazife ehli bir sakin güç olarak bir önceki Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Emre Taner’i andıran Işık Koşaner’in kaptanlığında enerjisini postmodernizm gibi meselelere değil, askeri konulara harcaması bekleniyor. Bu bağlamda Koşaner’in orduyu, tıpkı bir CEO gibi profesyonelce yöneteceği söyleniyor.
’FİŞLENMİŞ’ KAVRAM: POSTMODERNİZM
Postmodern anlayış 30 Ağustos’ta görevi halefi Koşaner’e devredecek olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ tarafından da eleştirilmişti. Modern ulus devletin güçlü bir örneği olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru ordunun ileri gelenlerinin postmodernizme alerji duyması anlaşılabilir. Askerler, yalnızca askeri disipline uymayan meşhur postmodernizm mottosu ’anything goes’ (her şey uyar) felsefesinden hoşlanmadıkları için değil, modernizm sonrası dünyanın kendilerine eskisi gibi ayrıcalık vadetmediğini düşündükleri için de etrafta kuşku uyandırıcı tanımlanamayan nesneler, âdeta UFO’lar gibi dolaşan postmodern paradigmalardan hazzetmiyorlar. Özetle postmodernizm, TSK’nın ’fişlediği’ bir kavram. Öyle ki kesin sonuçlar veren, modern bir eylem olan darbenin bile postmodern olanı pek işe yaramıyor. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) eski Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak’ın da bir kavram olarak benimsediği ’postmodern’ darbenin ilk ve umarız son örneği 28 Şubat’ın, onu tatbik eden güç açısından istenen sonucu vermemesinin sebebi bu. Neyse ki Koşaner, postmodern kelimesine alerji duyduğu gibi darbe kelimesinden de hazzetmiyor.
SELEFİ KADAR MEDYA ÖNÜNE ÇIKMAYACAK
Kara Harp Akademisi’nde Orgeneral Işık Koşaner’le okuyan sınıf arkadaşı, "Selefi kadar medya önüne çıkmayacak," diyor. Ordunun epey kısıtlanan siyasi manevra gelenekleri ile değil, PKK’yla mücadeleden ötürü mesleki başarı ve başarısızlıklarıyla değerlendirileceği önümüzdeki üç yıl içinde görev yapacak olan Koşaner’in Kara Kuvvetleri Komutanı iken olduğu gibi hemen hiç konuşmaması elbette beklenemez. Ama Orgeneral İlker Başbuğ gibi parmağını kameralara doğru sallayan sinirli imajıyla hatırlanmayacağı öngörülebilir. Mesela önümüzdeki yıllarda ’profesyonel askerlik’ meselesinin çok sık gündeme geleceği hesaba katılırsa Koşaner’in de Bordo Berelileri, yani Özel Kuvvetler Komutanlığı personelini yönetmiş bir kurmay başkanı olarak tartışmalarda ’profesyonel bir tutum’ takınacağı düşünülebilir.
PORTRESİ YAZILMAYACAK KOMUTANLAR DEVRİ
’Çevremiz düşmanlarla çevrili’ tabusunun yıkıldığı bu yeni dönemde siyaset kurumu, Kürt sorununun çözümü konusunda politikalar üretirken TSK’nın da yeni durumun gerektirdiği dışa dönük savunma stratejilerine odaklanacağı ve silah teknolojisi konusundaki çalışmalara ağırlık vereceği tahmin ediliyor. Türkiye’nin askeri teknolojideki dışa bağımlılığı göz önüne alınırsa AR-GE çalışmalarının önemi daha da artacak gibi görünüyor. TSK’nın önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yeni politik vizyonuna uygun, dışa dönük bir çalışma tarzını benimseyeceği tahmin ediliyor. Benzer bir değişim Emre Taner ve ardından Hakan Fidan’ın müsteşarlığa getirilmesinden sonra MİT’te yaşanmıştı. TSK, asli konularına yoğunlaştıkça iç siyasetin dizaynı gibi işlere vakit bulamayacak. Böylece neredeyse ’kusursuz’ kurumsal yapısıyla yeni kuşak komutanlar yetiştire yetiştire -şayet bir daha darbe olmazsa- ancak 2050’lerde hiç darbe görmemiş, o habis geleneğe büsbütün yabancı komutanlar tarafından yönetilir hale gelebilecek. Ve ordunun kışlasına çekildiği böyle bir gelecek tasavvurunda genelkurmay başkanlarının portresinin yazılmasına bile belki hiç gerek kalmayacak.
Ferhat ÜNLÜ / SABAH
Türk ordusunun yeni patronu Işık Koşaner bir hâkim çocuğu. Kuruluş ideolojisinin başkenti İzmir’de doğmuş ve idealist biri olarak yetiştirilmiş. Orduyu, tıpkı bir CEO gibi profesyonelce yönetmesi bekleniyor. Koşaner, pek çok meslektaşı gibi bir tehlike olarak gördüğü postmodernizmden hazzetmiyor. Postmodernizm, TSK’nın ’fişlediği’ bir kavram ve Koşaner tarafından da her fırsatta eleştiriliyor
Geleceğin sakin, ama kudretli paşası Sebahattin Işık Koşaner, 1945 yılında, tarihin en yıkıcı savaşının henüz bittiği bir dönemde İzmir’de dünyaya gözlerini açtı. Aklın kutsandığı bir çağda akıldışı söylemleriyle iktidara gelen ve dünyayı âdeta cehenneme çeviren ’Alman libidosunun führeri’ Hitler, başlattığı savaşı kaybetmiş ve intihar etmişti. Çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti’ni bu büyük savaştan uzak tutmayı başaran Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de Işık Koşaner gibi İzmir’de doğmuştu. Koşaner, İnönü ve Kazım Orbay’la birlikte İzmir doğumlu üçüncü Genelkurmay Başkanı. MİT eski yöneticisi Mehmet Eymür’e göre 28 Şubat sürecinde Genelkurmay 2. Başkanı gibi değil de âdeta Genelkurmay Başkanı gibi davranan emekli Orgeneral Çevik Bir’in de Bucalı olduğu hesaba katılırsa İzmirli TSK patronlarının sayısı dörde çıkıyor. Çok fazla Genelkurmay Başkanı ya da ’rol çalan’ ikinci başkanlar çıkarmamış olsaydı bile İzmir, ordu için önemli bir şehir olmaya devam edecekti. Bunun sebebi açık: İzmir, kuruluş ideolojisinin gizli başkenti ve İzmirliler Türkiye’nin en batıdan, İzmir’den başlayarak kurtarıldığı tezinin işlendiği bir iklimde büyüyor. Topraklarımıza yönelik saldırının da batı ülkeleri adına hareket eden Yunanistan’dan geldiği düşünülürse kurtuluş ve kuruluş destanındaki İzmir imgesinin yeri daha iyi anlaşılır. Koşaner de çocukluğunun erken dönemlerini, yakın geçmişin savaş acılarının kuşaktan kuşağa anlatıla geldiği İzmir’de geçirdi ve kurtuluş hikâyeleriyle büyüdü.
BABASI, MESLEĞİNE ÂŞIK BİR HÂKİMDİ
Türkiye’nin 27. Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, 1. Genelkurmay Başkanı İnönü’nün adını taşıyan İsmet İnönü Mektebi’ne girdiğinde yedi yaşındaydı. ANAP’ın kurucularından merhum Veysel Atasoy’un da okuduğu, 1943 yılında açılan bu köklü Cumhuriyet okulunun ilk adı İsmet İnönü 2. Mektebi idi. Okulun adı sonradan İsmet İnönü Mektebi ve daha sonra da Fatih İlköğretim Okulu olarak değişecekti. O sıralar aile, baba rahmetli Hilmi Koşaner’in işinden dolayı Zonguldak Devrek’te oturuyordu. Okul arkadaşlarından edindiğimiz bilgilere göre Işık Koşaner’in babası Hilmi Bey hâkimdi. Çevresinde adaletli biri olarak bilinen Hilmi Bey, mesleğine âşık bir memurdu ve işlerinin yoğunluğundan ötürü oğlunun veliliğini anne Rahmiye Hanım’a bırakmıştı. Rahmiye Hanım da sık sık okula gider ve oğlunun durumu hakkında bilgi alırdı. Işık Koşaner, 1952-1953 ve 1953-1954 eğitim-öğretim yıllarında bu okulda iki yıl eğitim gördükten sonra babasının tayini nedeniyle yine Zonguldak Çaycuma’da bir okula nakil oldu. Koşaner’in Devrek’teki okul dereceleri ikinci sınıftaki birkaç ’iyi’ dışında hep ’pekiyi’ydi. Sessiz, sakin bir öğrenci olan Koşaner’in, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) gelecekteki patronu, kapitalist terminolojideki deyişle CEO’su olacağını elbette kimse tahmin edemezdi. Koşaner’in kendisi de henüz o yıllarda ileride ne yapmak istediğini bilmiyordu. Ama zamanla, biraz da çocukluğunun İzmiri’nde anlatılan savaş hikâyelerinin etkisiyle asker olmaya karar verdi. Hangi askeri sınıfa mensup olursa olsun, ülkenin kurucu unsuru olan orduya giren ve subay olan bir memur-işçi çocuğu otomatikman ’sınıf atlamış’ oluyordu. Koşaner’in, Kara Harp Akademisi’nde birlikte okuduğu, adının açıklanmasını istemeyen bir sınıf arkadaşının Pazar SABAH’a yaptığı açıklama bu gerçeği çarpıcı bir şekilde özetliyor: "Sonradan kurmay olanlar da dâhil subayların çoğu işçi-memur çocuğudur. Ben işçi çocuğuyum. Bizim zamanımızda Silahlı Kuvvetler, idealist işçi-memur çocukları için en iyi adres olarak görülürdü." Işık Koşaner’in CV’sinde NATO önemli bir yer tutuyor. Koşaner, NATO’nun rahle-i tedrisinden geçmiş ve Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda Kurmay Başkanlığı yapmış bir komutan. Galatasaraylı Koşaner’in tuğgenerallikten emekli olan sınıf arkadaşı, Işık Paşa’yı, TSK’nın görüp görebileceği en iyi komutanlardan biri olarak nitelendiriyor. "Türkiye’yi Türkler yönetmiyor," diyen emekli tuğgeneralin şu sözleri de önemli: "Koşaner ’milli’ bir komutandır. Milli birliğe ihtiyacımızın en üst seviyede olduğu bir dönemde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la uyumlu bir çalışma sergileyeceğini düşünüyorum."
HİTABETİN ORDUDAKİ ÖNEMİ
Arkadaşının tarifine göre TSK’nın yeni maestrosu çok ketum biri, ama sırası geldiğinde de iyi bir hatip. Bu noktada hitabetin, tıpkı tebliğ kültürünün bulunduğu İmam-Hatip geleneğindeki gibi askeri okullarda geliştirilen bir meleke olduğunun altı çizilmeli. TSK’nın subay kadrosunda belagat, sanatların en önemlisi, en işlevseli olarak nitelendiriliyor. Bunun yanı sıra iyi hitabetin, siyasi sahada büyük bir ikna gücüne dönüştüğü biliniyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri aynı zamanda siyasi bir aktör olarak da karşımıza çıkan komuta kademesine mensup generallerin -doğal yeteneklerinin elverdiği ölçüde- belagati bir politik enstrüman olarak kullanmaya çalışmaları boşuna değil. Bu noktada devirteslim ve mezuniyet törenleri, politik mesaj vermek isteyen komutanlar için bulunmaz bir fırsat. Yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner de 2008 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini teslim alırken yaptığı konuşmada verdiği sosyolojik ve politik mesajlarla tartışma yaratmıştı. Konuşmasının bir yerinde şöyle demişti Koşaner: "Küresel güçler tarafından kurgulanan ve ülke içi medya, bazı akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplum örgütleri içine yuvalanan postmodern bir tabakanın oluşturduğu propaganda ve etki ağı; ulusal birlik, ulusal değerler ve güvenlik parametrelerinin zayıflatılması ve çözülmesi yönündeki gayretlerini sürdürmektedirler." Koşaner’in bu konuşmasında en çok ulusal birliği zayıflatan ’postmodern tabaka’ nitelendirmesi dikkat çekmişti. Yeni komuta kademesinin; saçları tamamen ağarmış, vazife ehli bir sakin güç olarak bir önceki Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Emre Taner’i andıran Işık Koşaner’in kaptanlığında enerjisini postmodernizm gibi meselelere değil, askeri konulara harcaması bekleniyor. Bu bağlamda Koşaner’in orduyu, tıpkı bir CEO gibi profesyonelce yöneteceği söyleniyor.
’FİŞLENMİŞ’ KAVRAM: POSTMODERNİZM
Postmodern anlayış 30 Ağustos’ta görevi halefi Koşaner’e devredecek olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ tarafından da eleştirilmişti. Modern ulus devletin güçlü bir örneği olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru ordunun ileri gelenlerinin postmodernizme alerji duyması anlaşılabilir. Askerler, yalnızca askeri disipline uymayan meşhur postmodernizm mottosu ’anything goes’ (her şey uyar) felsefesinden hoşlanmadıkları için değil, modernizm sonrası dünyanın kendilerine eskisi gibi ayrıcalık vadetmediğini düşündükleri için de etrafta kuşku uyandırıcı tanımlanamayan nesneler, âdeta UFO’lar gibi dolaşan postmodern paradigmalardan hazzetmiyorlar. Özetle postmodernizm, TSK’nın ’fişlediği’ bir kavram. Öyle ki kesin sonuçlar veren, modern bir eylem olan darbenin bile postmodern olanı pek işe yaramıyor. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) eski Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak’ın da bir kavram olarak benimsediği ’postmodern’ darbenin ilk ve umarız son örneği 28 Şubat’ın, onu tatbik eden güç açısından istenen sonucu vermemesinin sebebi bu. Neyse ki Koşaner, postmodern kelimesine alerji duyduğu gibi darbe kelimesinden de hazzetmiyor.
SELEFİ KADAR MEDYA ÖNÜNE ÇIKMAYACAK
Kara Harp Akademisi’nde Orgeneral Işık Koşaner’le okuyan sınıf arkadaşı, "Selefi kadar medya önüne çıkmayacak," diyor. Ordunun epey kısıtlanan siyasi manevra gelenekleri ile değil, PKK’yla mücadeleden ötürü mesleki başarı ve başarısızlıklarıyla değerlendirileceği önümüzdeki üç yıl içinde görev yapacak olan Koşaner’in Kara Kuvvetleri Komutanı iken olduğu gibi hemen hiç konuşmaması elbette beklenemez. Ama Orgeneral İlker Başbuğ gibi parmağını kameralara doğru sallayan sinirli imajıyla hatırlanmayacağı öngörülebilir. Mesela önümüzdeki yıllarda ’profesyonel askerlik’ meselesinin çok sık gündeme geleceği hesaba katılırsa Koşaner’in de Bordo Berelileri, yani Özel Kuvvetler Komutanlığı personelini yönetmiş bir kurmay başkanı olarak tartışmalarda ’profesyonel bir tutum’ takınacağı düşünülebilir.
PORTRESİ YAZILMAYACAK KOMUTANLAR DEVRİ
’Çevremiz düşmanlarla çevrili’ tabusunun yıkıldığı bu yeni dönemde siyaset kurumu, Kürt sorununun çözümü konusunda politikalar üretirken TSK’nın da yeni durumun gerektirdiği dışa dönük savunma stratejilerine odaklanacağı ve silah teknolojisi konusundaki çalışmalara ağırlık vereceği tahmin ediliyor. Türkiye’nin askeri teknolojideki dışa bağımlılığı göz önüne alınırsa AR-GE çalışmalarının önemi daha da artacak gibi görünüyor. TSK’nın önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yeni politik vizyonuna uygun, dışa dönük bir çalışma tarzını benimseyeceği tahmin ediliyor. Benzer bir değişim Emre Taner ve ardından Hakan Fidan’ın müsteşarlığa getirilmesinden sonra MİT’te yaşanmıştı. TSK, asli konularına yoğunlaştıkça iç siyasetin dizaynı gibi işlere vakit bulamayacak. Böylece neredeyse ’kusursuz’ kurumsal yapısıyla yeni kuşak komutanlar yetiştire yetiştire -şayet bir daha darbe olmazsa- ancak 2050’lerde hiç darbe görmemiş, o habis geleneğe büsbütün yabancı komutanlar tarafından yönetilir hale gelebilecek. Ve ordunun kışlasına çekildiği böyle bir gelecek tasavvurunda genelkurmay başkanlarının portresinin yazılmasına bile belki hiç gerek kalmayacak.