Terörünüzü “Kokteyl” olarak mı yoksa “Sek” mi alırsınız?..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, son günlerin popüler kavramı “kokteyl terör” kavramını ele aldı ve kavramın gelişigüzel kullanılışını eleştirdi…
Ankara patlamaları olduğundan bu yana İktidar sözcüleri acayip açıklamalarda bulunuyorlar. Bunu bilerek mi yapıyorlar yoksa perspektifsizlik iyice tavan yaptığından mı yahut bir şeyleri mi saklıyorlar bilinmez ama ortada bir “fikri garabet” olduğu kesin. Bunu öne sürenler önce “PKK” dediler, “HDP oylarını yükseltmek için kendi kendine yaptı” dediler tutmadı. Şimdi ise düz bir mantıkla (Nasıl olsa terör terördür!) her örgütü bir sepete atarak kendilerince yeni bir kavram olarak “kokteyl terör”ü ürettiler. Doğrusu kavram oldukça “şık”tı ama içini nasıl doldururlar bilemem. Zaten sorun da burada başlıyor galiba. Çünkü ne yapsan, ne desen içi bir türlü dolmuyor…
Burada kast edilen eylemin “birden fazla örgütün işbirliği” ile gerçekleştiği, herkesin “işin ucundan tuttuğu” terör süreci olsa gerek. (Şu ana kadar “kokteyl” ve “terör” kavramlarını çağrıştıran tek kavram “Molotov kokteyl” olduğuna göre demek ki bu “sahibinden ihtiyaçtan” üretilmiş “imalat” bir kavrama daha çok benziyor.) Artık hafızanızda ne kadar örgüt ismi varsa alt alta yazıp toplayabilirsiniz. Öyle ki aynı mantıkla listeye Sri Lanka’nın “Tamil Kaplanları”nı bile dahil edebilirsiniz…
Tıpkı kokteyl içki hazırlar türünden Falancadan bir ölçek, filancadan iki ölçek gibi. Sonunda çalkalayıp karıştırdınız mı alın size harika bir kokteyl. (Tabii İslamcılar için “Alkolsüz kokteyller” de mevcuttur!) İşte birtakım örgütleri bir araya getirip, olaya katarsanız ”kokteyl terör” oluyor demek ki. İçine en acımazsızlarını kattığınızda kokteyliniz “sert” biraz daha “insaflısını”(?) kattığınızda “hafif” kokteyl denebilir belki de. Bu anlamda son Ankara saldırısı “en sert” kokteyllerden herhalde!
KAVRAM YENİ KAFA KARIŞIKLIKLARI YARATIYOR
Nitekim saldırının hemen ardından olaya makul ve mantıklı bir “fail” bulamayan yetkililer “kokteyl” kavramına dört elle sarıldılar. (Hatta “Paralel” ve “FETÖ”yü de işin içine katarak!) Ne var ki kavram mevcut durumu açıklamak bir yana yeni ve daha fazla kafa karışıklıklarına yol açıyor. İlkin Başbakan Ahmet Davutoğlu önceliği DAEŞ’e verse de, “Olağan şüpheliler” olarak PKK, DAEŞ, DHKP-C hatta MLKP’yi gösterdi. Sanki dağarcığında ne kadar örgüt ismi var ya da kendisine fısıldanmışsa hepsini saydırmıştı!
Tabii her zaman olduğu gibi janjanlı adlandırmalara bayılan medyada tabire dört elle sarıldı. Ekranlar, sayfalar “Kokteyl terör” laflarıyla doldu. Herkes sorgulamadan, incelemeden kavramı benimsedi. Anlı şanlı kimi “terör uzmanları” (!)ndan, “stratejistler”den (!) fetvalar alındı. Kavram sorgulanmaksızın öylesine çabuk benimsendi ki inanamazsınız. Yeni “klişe”miz de bu oldu. Zaten gerçek kimin umurundaydı ki? Önemli olan tam bir pazarlama mantığıyla kavramın tutmasıydı!...
Ancak her zaman olduğu gibi kavramı bir anlamda asıl “teorize” eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olacaktı. HAK-İŞ Genel Kurulu’nda konuşan Erdoğan, “Şurada garın önünde bu yaşanan olay terörün nasıl kolektif uygulandığını gösteren bir olaydır. Şimdi kalkıyorlar, ‘Burayı DAEŞ yaptı, bilmem kim yaptı…’ Burada DAEŞ de var, PKK da var, Muhaberat da var, burada Suriye’nin kuzeyindeki PYD terör örgütü de var. Hepsi beraber ortak olarak bu eylemi planlamışlardır. Kimse kimseyi aldatmasın. Suruç’ta yaşananlar belli, Diyarbakır’da yaşananlar belli.”
Bütün bu iddialar somut olgularla bezeli bir istihbarata ve onun analizine mi dayalıydı yoksa “olsa olsa “ türünden varsayımlar mıydı ya da alelacele sadece bir şeyler söyleme ve orijinal olma kaygısından kaynaklanan iddialar mıydı bilinmez. Ancak ne toplumu ne de bu işin gerçek uzmanlarını sanırım pek ikna etmedi. Literatürde olmayan bir kavram adeta zorla icat edilmişti. Bu “güvenlik zafiyeti”nden daha önemli bir zafiyetti. Hadi bir kavramda ben uydurayım; düpedüz “algı zafiyeti” diyebiliriz!..
Hiç şüphesiz terör tarihinde ve Türkiye’de de geçmişte “işbirliği”, “ittifak” yapmış, birlikte davranmış örgütler mevcut. Ancak bu yakınlaşmalar çok konjonktürel olabildiği gibi en önemlisi aralarında “ideolojik akrabalık” olan örgütler arasında mümkün. Örneğin sol örgütler birbirleriyle yardımlaşabilir, sağ ve İslamcı örgütler de böyle. Ancak hem sol hem sağ ya da hem sol hem İslamcı örgütlerin birlikte davranması –hele de bu çapta bir olayda- pek “makul” bir iddia olarak gözükmüyor. Tabii “yeni bir olgu” diyebilirler. O zamanda temellendirip, delillendirmek lâzım.
“Ne olacak canım hepsi aynı, hepsinin amacı Türkiye devletine saldırmak değil mi?” ya da “Nasıl olsa hepsi taşeron ve piyon, hepsi terörist” denilemez. Bu çok düz mantık olur. Öyle bile olsa bu işler pratikte böyle yürümez ve işbirliği yapan örgütlerin asgari de olsa bir ideolojik-politik yakınlığının olması gerekir. Ayrıca hiçbir sol ya da sağ örgüt kendi hitap ettiği kitleyi bu şekilde bombalamaz.. Her şey bir yana ortaya çıkması durumunda bir daha siyasi varlığı ortada kalamaz.
JOKER BİR KAVRAM!
Aklın, mantığın sustuğu, herkesin işine geldiği gibi konuştuğu, inanmak istediği gibi inandığı bir toplumda tabii ki bu tezlerin de “alıcısı” olacaktı. Böylesi şartlarda elbette nabza göre şerbet vermeyen insanlar da zor bulunacaktı. Doğru soruları sorup, doğru cevap verecek insan sayısı oldukça azalacaktı. Dönemler değişecek ama “anlayış” değişmeyecekti. Artık doğru tespitler değil cari açıdan geçerli, günü kurtaracak, “tespit görünümlü” yaklaşımlar modaydı. Bunun dışına çıkanları ise ya lanetler ya da görmezden gelirdiniz olur biterdi!
Nitekim bu tarz “aykırı” yaklaşımlardan birisi de Emniyet Eski İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’dan geldi. Avcı, Ankara'da meydana gelen terör saldırısıyla ilgili ortaya atılan "IŞİD-PKK işbirliğiyle yapıldı" iddialarının “makul olmadığını” iddia etti. Bir kaç twitter hesabından atılan tweetlerin o olayın faillerini de vermeyeceğini söyleyen Avcı, “devlet içinde hala bir takım küçük grupların bulunduğunu”, bu grupların istihbarat birimlerinde “saçma sapan şeyler” yaptığını öne sürecekti.
Bu gibi itirazlar dışında tanım neredeyse genel kabul gördü. Ancak dikkatle bakılırsa söz konusu tanımın hiçbir şey açıklamadığını, “joker bir kavram” gibi ortaya atıldığını, herkese göz kırptığını, dolayısıyla kim neye inanıyorsa bu çuval içinde onu bulabileceğini söyleyebiliriz.
Üzerine konuştuğumuz olaya baktığımızda ise; ortada “somut bir fail” yoktur. Çünkü ”gerçek fail”e uydurma da olsa, perdeleme de bulunsa , “taşeronluk” da yapsa ancak o “fail” üzerinden ulaşabilirsiniz. Söz konusu yapının izini ancak o bağlantılar üzerinden takip edebilir, ipuçlarını, izlerini sürebilirsiniz. “Çok failli” bir tez ortaya attığınızda ya birileri sizi yönlendiriyor, bulmanızı istemiyor ya da durumu toparlayamayacak ölçüde dağıtmışsınız demektir.
Yaşanan olayın tam olarak ne olduğunu, kim tarafından, nasıl yapıldığını bilmiyorum. Ancak bize yansıtıldığı gibi olduğuna, gösterilen adreslere de (Baştan beri), uydurulmuş faillere de inanmadım. Ben bu gibi işlerde hep ya “devlet içinden birileri”nin bulunduğuna ya da uluslar arası istihbarat servislerinin operasyonu olduğuna inandım. Bir “kokteyl” varsa bunların arasında olabileceğini varsaydım. Dolayısıyla genelde tüm” terör”ün özelde ise bu olayın Adıyaman’da bir çay ocağında oturan bir, iki zavallı eliyle yapıldığına inanmam. Tıpkı 11 Eylül’ün Tora Bora Dağları’nda oturan Usame Bin Laden tarafından yapıldığına inanmadığım gibi.
Nitekim bir önceki yazımda olayın seçimleri yaptırmama ve darbeye davetiye amaçlı olduğunu söyledim. Ancak birileri gelişmelerden uyandı ve devamının gelmesine izin vermediler sanırım. Dolayısıyla “kokteyl terör” kavramının şu an durumu “açıklayıcı” ve “yol gösterici” olmaktan ziyade tam tersi daha da “karıştırıcı” sonuçlara yol açacağını düşünüyorum. Ortada sağlam bir “analiz” olduğuna da inanmıyorum. Devletin güvenilirliğini ise iyice zedeleyeceğini düşünüyorum…
Sonuçta asıl önemli olan soru şudur; ister “kokteyl”, ister “sek” bize dayatılan ve “terör biçimli” olarak yansıyan “global derin savaş”ta bu belayı başımızdan nasıl defedeceğimiz, vatandaşlarımızı bu tuzaklardan nasıl koruyacağız? Tüm dikkatimizi bu noktaya vermeliyiz…
Tabii bunun için öncelikle kavramları doğru, yerli yerinde, isabetli ve açıklayıcı olarak kullanmalıyız!..
26.10.2015.
atillaakar@gmail.com
Burada kast edilen eylemin “birden fazla örgütün işbirliği” ile gerçekleştiği, herkesin “işin ucundan tuttuğu” terör süreci olsa gerek. (Şu ana kadar “kokteyl” ve “terör” kavramlarını çağrıştıran tek kavram “Molotov kokteyl” olduğuna göre demek ki bu “sahibinden ihtiyaçtan” üretilmiş “imalat” bir kavrama daha çok benziyor.) Artık hafızanızda ne kadar örgüt ismi varsa alt alta yazıp toplayabilirsiniz. Öyle ki aynı mantıkla listeye Sri Lanka’nın “Tamil Kaplanları”nı bile dahil edebilirsiniz…
Tıpkı kokteyl içki hazırlar türünden Falancadan bir ölçek, filancadan iki ölçek gibi. Sonunda çalkalayıp karıştırdınız mı alın size harika bir kokteyl. (Tabii İslamcılar için “Alkolsüz kokteyller” de mevcuttur!) İşte birtakım örgütleri bir araya getirip, olaya katarsanız ”kokteyl terör” oluyor demek ki. İçine en acımazsızlarını kattığınızda kokteyliniz “sert” biraz daha “insaflısını”(?) kattığınızda “hafif” kokteyl denebilir belki de. Bu anlamda son Ankara saldırısı “en sert” kokteyllerden herhalde!
KAVRAM YENİ KAFA KARIŞIKLIKLARI YARATIYOR
Nitekim saldırının hemen ardından olaya makul ve mantıklı bir “fail” bulamayan yetkililer “kokteyl” kavramına dört elle sarıldılar. (Hatta “Paralel” ve “FETÖ”yü de işin içine katarak!) Ne var ki kavram mevcut durumu açıklamak bir yana yeni ve daha fazla kafa karışıklıklarına yol açıyor. İlkin Başbakan Ahmet Davutoğlu önceliği DAEŞ’e verse de, “Olağan şüpheliler” olarak PKK, DAEŞ, DHKP-C hatta MLKP’yi gösterdi. Sanki dağarcığında ne kadar örgüt ismi var ya da kendisine fısıldanmışsa hepsini saydırmıştı!
Tabii her zaman olduğu gibi janjanlı adlandırmalara bayılan medyada tabire dört elle sarıldı. Ekranlar, sayfalar “Kokteyl terör” laflarıyla doldu. Herkes sorgulamadan, incelemeden kavramı benimsedi. Anlı şanlı kimi “terör uzmanları” (!)ndan, “stratejistler”den (!) fetvalar alındı. Kavram sorgulanmaksızın öylesine çabuk benimsendi ki inanamazsınız. Yeni “klişe”miz de bu oldu. Zaten gerçek kimin umurundaydı ki? Önemli olan tam bir pazarlama mantığıyla kavramın tutmasıydı!...
Ancak her zaman olduğu gibi kavramı bir anlamda asıl “teorize” eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olacaktı. HAK-İŞ Genel Kurulu’nda konuşan Erdoğan, “Şurada garın önünde bu yaşanan olay terörün nasıl kolektif uygulandığını gösteren bir olaydır. Şimdi kalkıyorlar, ‘Burayı DAEŞ yaptı, bilmem kim yaptı…’ Burada DAEŞ de var, PKK da var, Muhaberat da var, burada Suriye’nin kuzeyindeki PYD terör örgütü de var. Hepsi beraber ortak olarak bu eylemi planlamışlardır. Kimse kimseyi aldatmasın. Suruç’ta yaşananlar belli, Diyarbakır’da yaşananlar belli.”
Bütün bu iddialar somut olgularla bezeli bir istihbarata ve onun analizine mi dayalıydı yoksa “olsa olsa “ türünden varsayımlar mıydı ya da alelacele sadece bir şeyler söyleme ve orijinal olma kaygısından kaynaklanan iddialar mıydı bilinmez. Ancak ne toplumu ne de bu işin gerçek uzmanlarını sanırım pek ikna etmedi. Literatürde olmayan bir kavram adeta zorla icat edilmişti. Bu “güvenlik zafiyeti”nden daha önemli bir zafiyetti. Hadi bir kavramda ben uydurayım; düpedüz “algı zafiyeti” diyebiliriz!..
Hiç şüphesiz terör tarihinde ve Türkiye’de de geçmişte “işbirliği”, “ittifak” yapmış, birlikte davranmış örgütler mevcut. Ancak bu yakınlaşmalar çok konjonktürel olabildiği gibi en önemlisi aralarında “ideolojik akrabalık” olan örgütler arasında mümkün. Örneğin sol örgütler birbirleriyle yardımlaşabilir, sağ ve İslamcı örgütler de böyle. Ancak hem sol hem sağ ya da hem sol hem İslamcı örgütlerin birlikte davranması –hele de bu çapta bir olayda- pek “makul” bir iddia olarak gözükmüyor. Tabii “yeni bir olgu” diyebilirler. O zamanda temellendirip, delillendirmek lâzım.
“Ne olacak canım hepsi aynı, hepsinin amacı Türkiye devletine saldırmak değil mi?” ya da “Nasıl olsa hepsi taşeron ve piyon, hepsi terörist” denilemez. Bu çok düz mantık olur. Öyle bile olsa bu işler pratikte böyle yürümez ve işbirliği yapan örgütlerin asgari de olsa bir ideolojik-politik yakınlığının olması gerekir. Ayrıca hiçbir sol ya da sağ örgüt kendi hitap ettiği kitleyi bu şekilde bombalamaz.. Her şey bir yana ortaya çıkması durumunda bir daha siyasi varlığı ortada kalamaz.
JOKER BİR KAVRAM!
Aklın, mantığın sustuğu, herkesin işine geldiği gibi konuştuğu, inanmak istediği gibi inandığı bir toplumda tabii ki bu tezlerin de “alıcısı” olacaktı. Böylesi şartlarda elbette nabza göre şerbet vermeyen insanlar da zor bulunacaktı. Doğru soruları sorup, doğru cevap verecek insan sayısı oldukça azalacaktı. Dönemler değişecek ama “anlayış” değişmeyecekti. Artık doğru tespitler değil cari açıdan geçerli, günü kurtaracak, “tespit görünümlü” yaklaşımlar modaydı. Bunun dışına çıkanları ise ya lanetler ya da görmezden gelirdiniz olur biterdi!
Nitekim bu tarz “aykırı” yaklaşımlardan birisi de Emniyet Eski İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’dan geldi. Avcı, Ankara'da meydana gelen terör saldırısıyla ilgili ortaya atılan "IŞİD-PKK işbirliğiyle yapıldı" iddialarının “makul olmadığını” iddia etti. Bir kaç twitter hesabından atılan tweetlerin o olayın faillerini de vermeyeceğini söyleyen Avcı, “devlet içinde hala bir takım küçük grupların bulunduğunu”, bu grupların istihbarat birimlerinde “saçma sapan şeyler” yaptığını öne sürecekti.
Bu gibi itirazlar dışında tanım neredeyse genel kabul gördü. Ancak dikkatle bakılırsa söz konusu tanımın hiçbir şey açıklamadığını, “joker bir kavram” gibi ortaya atıldığını, herkese göz kırptığını, dolayısıyla kim neye inanıyorsa bu çuval içinde onu bulabileceğini söyleyebiliriz.
Üzerine konuştuğumuz olaya baktığımızda ise; ortada “somut bir fail” yoktur. Çünkü ”gerçek fail”e uydurma da olsa, perdeleme de bulunsa , “taşeronluk” da yapsa ancak o “fail” üzerinden ulaşabilirsiniz. Söz konusu yapının izini ancak o bağlantılar üzerinden takip edebilir, ipuçlarını, izlerini sürebilirsiniz. “Çok failli” bir tez ortaya attığınızda ya birileri sizi yönlendiriyor, bulmanızı istemiyor ya da durumu toparlayamayacak ölçüde dağıtmışsınız demektir.
Yaşanan olayın tam olarak ne olduğunu, kim tarafından, nasıl yapıldığını bilmiyorum. Ancak bize yansıtıldığı gibi olduğuna, gösterilen adreslere de (Baştan beri), uydurulmuş faillere de inanmadım. Ben bu gibi işlerde hep ya “devlet içinden birileri”nin bulunduğuna ya da uluslar arası istihbarat servislerinin operasyonu olduğuna inandım. Bir “kokteyl” varsa bunların arasında olabileceğini varsaydım. Dolayısıyla genelde tüm” terör”ün özelde ise bu olayın Adıyaman’da bir çay ocağında oturan bir, iki zavallı eliyle yapıldığına inanmam. Tıpkı 11 Eylül’ün Tora Bora Dağları’nda oturan Usame Bin Laden tarafından yapıldığına inanmadığım gibi.
Nitekim bir önceki yazımda olayın seçimleri yaptırmama ve darbeye davetiye amaçlı olduğunu söyledim. Ancak birileri gelişmelerden uyandı ve devamının gelmesine izin vermediler sanırım. Dolayısıyla “kokteyl terör” kavramının şu an durumu “açıklayıcı” ve “yol gösterici” olmaktan ziyade tam tersi daha da “karıştırıcı” sonuçlara yol açacağını düşünüyorum. Ortada sağlam bir “analiz” olduğuna da inanmıyorum. Devletin güvenilirliğini ise iyice zedeleyeceğini düşünüyorum…
Sonuçta asıl önemli olan soru şudur; ister “kokteyl”, ister “sek” bize dayatılan ve “terör biçimli” olarak yansıyan “global derin savaş”ta bu belayı başımızdan nasıl defedeceğimiz, vatandaşlarımızı bu tuzaklardan nasıl koruyacağız? Tüm dikkatimizi bu noktaya vermeliyiz…
Tabii bunun için öncelikle kavramları doğru, yerli yerinde, isabetli ve açıklayıcı olarak kullanmalıyız!..
26.10.2015.
atillaakar@gmail.com