TEPENİN ARDI NEDEN GÖSTERİLECEK SALON BULAMADI?

Salonlar festival filmlerine küstü mü? Murat Tolga Şen, Tepenin Ardı'nın vizyon talihsizliğini ve 'sanat Sineması'nın kışını yazıyor.

Olacağı bu değil miydi zaten? ‘sinemaya gideni umursamak’ üzerine bir ton yazı yazdım. Festivaller seyircide hiçbir karşılığı olmayan kötü filmleri o kadar yücelttiler ki, bu pespaye işler ‘müthiş sanat filmleri’ olarak o kadar ileri itildi ki, sonunda bu noktaya geldik. Beş yıl önce olsa Tepenin Ardı, eğer isterse, 50 kopya ile gösterime girerdi, çok da iyi olurdu.

Başka sebepler ileri sürülecektir mutlaka ama bana kalırsa, Emin Alper’in bu müthiş ve mutlaka izlenmesi gereken filminin gösterim engelinin en büyük sebebi azman gişe filmleri değil kendinden önce kimsesiz salonlara oynayan kötü ‘sanat filmleri’… Sırf, öyleymiş gibi yaptığı için yüceltilen bu işler yüzünden şimdi Tepenin Ardı gibi çok iyi bir film, sadece yedi salonda gösterilebiliyor.

Çünkü ‘film gösterme işi’ bir yerden sonra ticaret. Salonlar artık ’sanat filmi’ istemiyor çünkü festival olduğunda salonda oturacak yer bırakmayanlar bu filmler vizyona girdiği vakit sırra kadem basıyor.

Biz biraz ’dertli’ bir toplum olduğumuzdan ve sinemacılarımız kederi, yalnızlığı yüceltmeyi çok sevdiğinden, “festival filmleri” içlerindeki eğlenceyi iyice sıktıktan sonra kuruttu. Koza’da, Portakal’da (bu yıl ana teması mizah olan) İFF’de yarışan bir tane komedi filmi bulamazsınız. Hiciv nedir çoktan unuttuk. Ancak şu an sinemaya gidenlerin ezici çoğunluğu gençlerden oluşuyor ve sinemayı bir eğlence olarak algılıyorlar. Sanat filmleri, biraz da bu yüzden ülke vizyonunda ilgi görmekten uzaklar.

Konuyu getirmek istediğim nokta şu; bu tür filmlerin asıl vizyonu festivaller ve seyircisi de festival takipçisi sinefillerdir. Ortada bir para ödülü yoksa, bu filmlerin festivallerden kazancı, ekibinin etkinlik boyunca ağırlanmasından ve gösterim için çok küçük bir bedelin ödenmesinden ibarettir. Ayrıca bu gösterimler sırasında salonda bulunan seyirci asla gösterim hesabına katılmaz. Neden? Yer-gök festival oldu. Son 20 gün içinde bile film festivallerini takip etmekten evimde uyuyamaz oldum. Gördüğüm manzara şu; bin kişinin seyrettiğini sandığımız filmleri aslında çok daha fazlası izliyor ama bunun yapana entelektüel bir ayrıcalık kazandırmaktan başka hiç bir faydası yok.

Her yıl onlarca “ilk film” izliyoruz. Memleket neredeyse bir “ilk yönetmen”ler mezarlığına dönüşmek üzere çünkü kısıtlı desteklerle yapılan ve gişede batan bu filmlerin ardından bir sürü yetenekli genç insan, saç beyazlatan borçları ödemekle senelerini tüketiyor. Gel de bu sinemacıya “hadi ikinci filmini çek” de!

Türkiye’nin film festivallerinin gösterdiği filmler için “ödül” dışında bir kazanç modeli üretmesi şart. Daha popüler işlere kayacağı anlaşılan bakanlık desteğine güvenerek yüzdürülecek bir gemi değil artık bu… Festivallerde filmler bedava olmasın, bilet ücretinin bir kısmı mutlaka filmi yapanlara aktarılsın ve ulusal seçki filmleri için daha fazla gösterim yapılsın derim ben, naçizane…

Ayrıca filmlerin hangi festivalde, kaç izleyiciye ulaştığının da mutlaka ölçülmesi ve ilan edilmesi gerekir. Böylelikle birileri de bu filmlerin, 3-5 kişinin izlediği gereksiz işler değil de memleketin kültür hayatına yön veren eserler olduğunu anlar. Tabi her şeyden önce festival jürilerinin adil bir tartıya ihtiyacı var.

Not: Dostumuz Alper Turgut’un eşi Fatma Demir Turgut’un annesi Adile Demir, kanser tedavisi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yaşama veda etti. Fatma’ya başsağlığı dilemekten başka elimden bir şey gelmiyor. Yaşamın döngüsü içinde bazen gideceğiz, bazen uğurlayacağız. Babasını kaybeden ve çok özleyen biri olarak acısını paylaşıyorum. Adile Annenin mekanı Cennet olsun...

twitter.com/murattolga