Taraf yazarı Namık Çınar: Değmez kirvem değmez!
Taraf gazetesi yazarı Namık Çınar, kendisi hakkında yakalama kararı çıkarılmasına yol açan mahkeme sürecini anlattı.
Taraf yazarı Namık Çınar, köşesinde kendisi hakkında yakalama kararı çıkarılmasına yol açan mahkeme sürecini, Adliye Sarayı'na gidip ifade verdiği halde, kendisi için neden duruşma tutanağına "yakalanarak mevcutlu olarak huzura alındı" denildiğini anlattı.
Çınar, yazısında "Beğenirsiniz beğenmezsiniz, ayrı konu. Ama bilesiniz ki, yazılarımın her satırını tüm ruhum ve kalbimle yazarım hep ben. Çoğu sözcüklerim, boncuk boncuk gözyaşlarımla yıkanmıştır benim. Bu ülkede işlenen alçaklıkları, artık kaldırmıyor yüreğim. Gözlerim doluyor yazarken. Kelimeler boğazımda düğümleniyor. İsyan ediyorum, Allah'a ve her şeye! En çok da bu halka isyan ediyorum." yazdı ve halkın yaptıklarına neden üzüldüğünü anlattı.
İşte Namık Çınar'ın içten duygularını kaleme aldığı o yazısından dikkat çeken bölümler:
"Nihayet iki gün önce gittim de, ifade verdim mahkemede.
Hakkında "yakalama kararı" çıkarılmış biriydim, daha düne kadar.
Seneler öncesinin bir faşisti, siyasal rüzgârların yeniden kendilerinden yana estiğini görünce, bir yazımdan ötürü bir başka vilâyette dava açarak benden şikâyetçi olmuş; koskoca gazetenin binasını bulamayan Türk yargısı da beni kaçak ilân etmişti.
Dosya bilgilerimin UYAP'a düşmesi ve yargılanma yerimin açıklık kazanması için ne uğraş verdim, bilemezsiniz.
O belli olmadan gidemezdim.
Haksızlığa gelemeyen bir tabiatım var. Derdimi anlatana kadar bana yapılacaklara tahammül edemez; suçsuzken suçlu konumuna düşerdim.
Belli olunca da, sabahın köründe koca Adliye Sarayı'nı ilk ben açtım o gün.
Buna rağmen, duruşma tutanağını yazan kâtip, "yakalanarak mevcutlu olarak huzura alındı" demeyi ihmal etmemiş, gene de.
Büyük olasılıkla bir şey çıkmayacaktı elbet. Ama öyle olsa bile, dürüst bir hâkime ihtiyaç duyacağımız günlerden geçmiyor muyuz hepimiz?
Evet, yargılanmam sürecek! Lâkin artık yakalanması istenen biri olmaktan çıkmıştım, hiç değilse.
Türkiye'de akıl almaz suçlar işlenirken, kimlerin peşine ne sebeple düşüldüğünü görmek çok acı!
Bizim gazetenin avukatı da meğer istifa etmiş.
Demek artık herkes kendi başının çaresine bakacak. Allah'tan birkaç eş dost var da, parasız marasız ilgilendiler benle, sağ olsunlar.
Oysa ruhunu satmış nice şerefsiz, neler dememişlerdi bizim için.
Birilerinin adamı olsam, bu durumlara düşer miydim hiç?
Değerli okurlarım!
Beğenirsiniz beğenmezsiniz, ayrı konu.
Ama bilesiniz ki, yazılarımın her satırını tüm ruhum ve kalbimle yazarım hep ben.
Çoğu sözcüklerim, boncuk boncuk gözyaşlarımla yıkanmıştır benim.
Bu ülkede işlenen alçaklıkları, artık kaldırmıyor yüreğim.
Gözlerim doluyor yazarken.
Kelimeler boğazımda düğümleniyor.
İsyan ediyorum, Allah'a ve her şeye!
En çok da bu halka isyan ediyorum.
Çünkü onları seviyor ve kurtulmalarını istiyorum.
Böyle ilkel, böyle köle gibi, böyle hak etmedikleri bir hayatı yaşamalarına katlanamıyorum.
Onlarsa, çoğu zaman cahillikleri ve küçük hesapçılıklarıyla, ya kendi yarattıkları bir zorbadan medet umuyorlar, ya da küçük bir getiriye tav oluyorlar.
Değmez be gülüm, değmez be kirvem!
İster kallavi bir "t-bone steak" ye, ister içine ot tıkılmış gözleme; her yediğin üç beş saate kalmıyor, hep o bildik dışkıya dönüşüyor.
Toprağa düşende "semiz bir kralla çelimsiz bir dilenci, sadece başka başka iki tabak yemektirler, kurtlar için" demez mi zaten Hamlet de?
Silkinip kendine gelsen, sömüremeyecekler seni.
Son tahlilde, sokak isimleri Türkçe mi, yoksa Kürtçe mi olsun diye trajikomik bir şekilde evlatlarınızı birbirine boğazlatacağınıza; bari bırak, onlar adam gibi yaşasın!
Bunun için âlim olman da gerekmiyor; arifliğin yetiyor.
"Madem güzellikle başkan yapmadınız, biz de o zaman bir o taraftan... bir bu taraftan..." dercesine yaşatılanlar, 12 Eylül'den hiç mi bir şeyler çağrıştırmıyor sana halâ?
İngiltere Başbakanı David Cameron'un, üstelik VİP'e bile tevessül etmeyerek, nasıl olur da tek başına ve herkes gibi tarifeli bir uçakla seyahat ettiğini algıladığın gün, senin devriminin de başladığı gün sayılacaktır.
Çünkü cüce tanrıların, helâya bile beş bin kişilik koruma ordusuyla gidebileceklerine alıştırmışlar seni.
Bürokrasinin tepesindeki konformist karakterli kocabaşlara da bel bağlama!
Onlar sadece çıkarcıdırlar.
Onlar,
Senin cebinden sübvanse edilerek işletilen,
hangi ordu kampında,
ya da hâkim veya polisevinde,
yahut hangi tatil beldesinin bakanlık mahfilinde,
bu sene de bakalım oradan ötekine acaba kaç tane rezervasyon kapacaklarının hesabı içindedirler.
Kurtul bu madrabazlıklardan;
Sıyrıl artık, bu hırsız, bu ahlâksız, bu çakal sürüsü düzene karşı tüm aymazlıklarından!
Ne gün bitecek;
ne gün akıllanacaksın, bilmem ki?
Çınar, yazısında "Beğenirsiniz beğenmezsiniz, ayrı konu. Ama bilesiniz ki, yazılarımın her satırını tüm ruhum ve kalbimle yazarım hep ben. Çoğu sözcüklerim, boncuk boncuk gözyaşlarımla yıkanmıştır benim. Bu ülkede işlenen alçaklıkları, artık kaldırmıyor yüreğim. Gözlerim doluyor yazarken. Kelimeler boğazımda düğümleniyor. İsyan ediyorum, Allah'a ve her şeye! En çok da bu halka isyan ediyorum." yazdı ve halkın yaptıklarına neden üzüldüğünü anlattı.
İşte Namık Çınar'ın içten duygularını kaleme aldığı o yazısından dikkat çeken bölümler:
"Nihayet iki gün önce gittim de, ifade verdim mahkemede.
Hakkında "yakalama kararı" çıkarılmış biriydim, daha düne kadar.
Seneler öncesinin bir faşisti, siyasal rüzgârların yeniden kendilerinden yana estiğini görünce, bir yazımdan ötürü bir başka vilâyette dava açarak benden şikâyetçi olmuş; koskoca gazetenin binasını bulamayan Türk yargısı da beni kaçak ilân etmişti.
Dosya bilgilerimin UYAP'a düşmesi ve yargılanma yerimin açıklık kazanması için ne uğraş verdim, bilemezsiniz.
O belli olmadan gidemezdim.
Haksızlığa gelemeyen bir tabiatım var. Derdimi anlatana kadar bana yapılacaklara tahammül edemez; suçsuzken suçlu konumuna düşerdim.
Belli olunca da, sabahın köründe koca Adliye Sarayı'nı ilk ben açtım o gün.
Buna rağmen, duruşma tutanağını yazan kâtip, "yakalanarak mevcutlu olarak huzura alındı" demeyi ihmal etmemiş, gene de.
Büyük olasılıkla bir şey çıkmayacaktı elbet. Ama öyle olsa bile, dürüst bir hâkime ihtiyaç duyacağımız günlerden geçmiyor muyuz hepimiz?
Evet, yargılanmam sürecek! Lâkin artık yakalanması istenen biri olmaktan çıkmıştım, hiç değilse.
Türkiye'de akıl almaz suçlar işlenirken, kimlerin peşine ne sebeple düşüldüğünü görmek çok acı!
Bizim gazetenin avukatı da meğer istifa etmiş.
Demek artık herkes kendi başının çaresine bakacak. Allah'tan birkaç eş dost var da, parasız marasız ilgilendiler benle, sağ olsunlar.
Oysa ruhunu satmış nice şerefsiz, neler dememişlerdi bizim için.
Birilerinin adamı olsam, bu durumlara düşer miydim hiç?
Değerli okurlarım!
Beğenirsiniz beğenmezsiniz, ayrı konu.
Ama bilesiniz ki, yazılarımın her satırını tüm ruhum ve kalbimle yazarım hep ben.
Çoğu sözcüklerim, boncuk boncuk gözyaşlarımla yıkanmıştır benim.
Bu ülkede işlenen alçaklıkları, artık kaldırmıyor yüreğim.
Gözlerim doluyor yazarken.
Kelimeler boğazımda düğümleniyor.
İsyan ediyorum, Allah'a ve her şeye!
En çok da bu halka isyan ediyorum.
Çünkü onları seviyor ve kurtulmalarını istiyorum.
Böyle ilkel, böyle köle gibi, böyle hak etmedikleri bir hayatı yaşamalarına katlanamıyorum.
Onlarsa, çoğu zaman cahillikleri ve küçük hesapçılıklarıyla, ya kendi yarattıkları bir zorbadan medet umuyorlar, ya da küçük bir getiriye tav oluyorlar.
Değmez be gülüm, değmez be kirvem!
İster kallavi bir "t-bone steak" ye, ister içine ot tıkılmış gözleme; her yediğin üç beş saate kalmıyor, hep o bildik dışkıya dönüşüyor.
Toprağa düşende "semiz bir kralla çelimsiz bir dilenci, sadece başka başka iki tabak yemektirler, kurtlar için" demez mi zaten Hamlet de?
Silkinip kendine gelsen, sömüremeyecekler seni.
Son tahlilde, sokak isimleri Türkçe mi, yoksa Kürtçe mi olsun diye trajikomik bir şekilde evlatlarınızı birbirine boğazlatacağınıza; bari bırak, onlar adam gibi yaşasın!
Bunun için âlim olman da gerekmiyor; arifliğin yetiyor.
"Madem güzellikle başkan yapmadınız, biz de o zaman bir o taraftan... bir bu taraftan..." dercesine yaşatılanlar, 12 Eylül'den hiç mi bir şeyler çağrıştırmıyor sana halâ?
İngiltere Başbakanı David Cameron'un, üstelik VİP'e bile tevessül etmeyerek, nasıl olur da tek başına ve herkes gibi tarifeli bir uçakla seyahat ettiğini algıladığın gün, senin devriminin de başladığı gün sayılacaktır.
Çünkü cüce tanrıların, helâya bile beş bin kişilik koruma ordusuyla gidebileceklerine alıştırmışlar seni.
Bürokrasinin tepesindeki konformist karakterli kocabaşlara da bel bağlama!
Onlar sadece çıkarcıdırlar.
Onlar,
Senin cebinden sübvanse edilerek işletilen,
hangi ordu kampında,
ya da hâkim veya polisevinde,
yahut hangi tatil beldesinin bakanlık mahfilinde,
bu sene de bakalım oradan ötekine acaba kaç tane rezervasyon kapacaklarının hesabı içindedirler.
Kurtul bu madrabazlıklardan;
Sıyrıl artık, bu hırsız, bu ahlâksız, bu çakal sürüsü düzene karşı tüm aymazlıklarından!
Ne gün bitecek;
ne gün akıllanacaksın, bilmem ki?