Taraf yazarı 'gitme vakti geldi' dedi okurlarına veda etti
Taraf yazarı Namık Çınar, bugün köşesinden "bana müsade" diyen bir yazı ile okurlarına veda etti.
Kimsenin kendisini gazete zor durumdayken, çektin gittin diye suçlayamayacağını, çünkü eskilerden bir tek kendisinin kaldığını ve artık "Hep iflah olmaz bir Don Kişot" olarak tanımladığı kendisi için de gitme vaktinin geldiğini anlatan Namık Çınar, köşesinde Taraf gazetesine gelme macerasını anlattı.
İşte Namık Çınar'ın okurlara veda yazısı:
Sanırım hiç kimse bana, gazeten zor durumdayken alıp başını çektin gittin, diyemez!
Eskilerden bir ben kalmış, gemiyi terk etmemiştim.
Ama artık benim için de gitme vakti!
Taraf’a, kadim dostum Mehmet Altan’ın yüreklendirmesi, efsanevi gazeteci Ahmet Altan’ın da güvenmesiyle, bundan tam altı sene önce başlamıştım.
Eğer bu zaman zarfında, tıpkı ilk günkü yazımda söylediğim gibi, “bildiklerimi, gördüklerimi, düşündüklerimi ve önerilerimi dile getirebilmeyi” azıcık olsun becerebildimse, bunu önce onlara borçluyum.
Yazıcılığa kalkışırken, sataşmalara, suçlanmalara, saldırılara uğramayı zaten göze almıştım. Satılmışlığımdan tutun da hainliğime kadar, demediklerini bırakmadılar.
Oysa bütün bunlara katlanırken gönlüme su serpecek tek şey, geleceğin demokratik Türkiye’sinin inşasına bir damlacık da olsa katkıda bulunmaktan başkası değildi.
Lâkin ne gezer!
Yetmezmiş gibi, her şey eskisinden daha da beter oldu.
O yüzden mutsuzum.
Ama bu mutsuzluğun beni sadece kamçıladığını da belirtmeliyim.
Bu ülkede ne kolay oldu ki, bu da olabilsin!
Kaldı ki, ömrüm, bu coğrafyada yaşanılan ve inanılanlara başka türlü bakmanın mümkün ve gerekli olduğuyla; bu yanlış toplumsal hayattan kurtulmanın, daha iyiye daha güzele kavuşmanın ancak özgürlüklerle gerçekleşebileceğinin mücadelesiyle geçti.
O yüzden düşünsel dünyamdaki çoğu siyasal beklentilerimin hüsranla sonuçlanmasına alışığım.
Hep iflah olmaz bir Don Kişot oldum.
Henüz teğmenken, saf saf, daha düzgün bir ülke, daha düzgün bir orduyu düşlerdim.
Onlarsa, bırakın dinlemeyi, beni apar topar atmayı seçmişlerdi.
Yılmadım, bu sefer bacadan girdim.
Ama neticede gene onlar kazandılar, gene ben kaybettim.
Kendimi daima, toplumsal “büyük kısmın”, yoluna devam edebilmesi için gerektiğinde sırtına basılarak aşılacak bir bedeni dikenli tellerin üstüne atabilen fedakârlıkta bir “uç mangası” neferi gibi gördüm.
Oysa zekiydim, becerikliydim; ne zaman risk alarak kişisel girişkenliğimi konuşturduysam, başarılı olup paralar kazanmak benim için işten bile sayılmıyordu.
Adlarını devletin maaş bordrolarına yazdırarak ömürlerinde sülüklükten öteye gidememiş çevremdeki kimi yeteneksizlerin, bir dönemde ticarette kotardıklarımın çalışmakla olabileceğine ihtimal dahi vermeyip, fesatlıklarından çatladıkları dahi olmuştu.
Neyse, gönülleri ferah olsun; çünkü battım ve artık tığ teberim.
Böylece, kendi ölçülerimde de olsa, paranın pulun verebileceği hazzı da görmüş, tatmış vaziyetteyim.
Ama hayatımda hiçbir şey beni “düşünce üretmek ve yazmak” kadar tatmin etmedi, doyurmadı.
Son yıllarımda çok parasız kaldım ama hiç paracı olmadım.
Taraf’ta yazarken, en sıradan ihtiyaçlarımı bile karşılayamadım.
Ama gene de, gazeteden ayrılarak havuz medyasına geçenler gibi, şimdilerde bir elleri yağda bir elleri baldaki o kimselerin çağrılarına uyup da aralarına katılarak kalemimi satanlardan olmadım.
Bana doğru dürüst ödeme yapamadığı için, pek Taraf’a da içerleyemedim.
Nasıl içerleyeyim ki?
Bu gazetenin patronu, despotik bir rejime muhalefet eden gazete çıkarmanın bedelini, işyerlerine kadar kapatmak suretiyle en ağır şekilde ödedi.
Despotun gazabına bir de ben mi katılayım?
Sadece bunlar değil, tabii.
Taraf için neler neler söylemediler.
Bütün bunların yalan ve iftira olduğunu uzun uzadıya anlatacak değilim.
Eğer benim gibi bir adamın, ahlâksızlığın yanında yer tutacağına ihtimal veriyorsanız, inanmaya devam etmenizde herhangi bir sakınca yoktur!
Çünkü siz de başkalarınca kimbilir nasıl birilerisiniz ki, diye sorgulamak da artık benim hakkımdır!
Ben de, bunu iddia edenler bakımından, bundan sonra işin biraz da bu yanına bakılmasını önereceğim.
Böyle sürdürürsem uzayıp gidecek, hiç ayrılamayacağız.
Nihayet bu bir “veda yazısı”.
Peki, ne yapacağım; yoksa yazmayı bırakıyor muyum, nedir?
Dünya yıkılacak dense inanın da, buna inanmayın!
Mümkün mü hiç?
Hiçbir şey yapmasam, sabahın köründe kalkar şehrin ne kadar boş duvarı varsa o duvarlara yazarım da, gene yazarım!
Okursunuz, okumazsınız, orasını bilemem; ama söyleyecekleri henüz bitmemiş biriyim ben.
Şunu da bilesiniz ki, sesimi kısacak bir zorba da, daha anasından doğmadı.
Bir de ben, nerede olsa yazarım.
Özgürlüğüme düşkünüm, kimsenin adamı değilim.
Ne oldum, ne de olurum.
Demem o ki, mümkün olsa Sözcü’de de yazarım ben, Yeni Akit’te de.
Yeter ki kalemime karışmasınlar!
Çünkü “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bir yazarım ben; o kadar!
Taraf’ta tek muhatabım, yazarlar editörü Tamer Kayaş’tı.
Ne başka kimseyi bilirim, ne de birini sokakta görsem tanırım.
O da herhâlde telefonda en çok benimle münakaşa etmiştir.
Saman alevi gibi tutuşur, sonra da çabucak söner.
Ben de biraz öyleyimdir.
Ona teşekkür etmeliyim.
Onca sıkıntıya rağmen gazetesine sahip çıktığı için.
Sizlere de beni okuduğunuz için teşekkür ediyorum.
Ama öyle kolayından kurtulmak yok benden!
Birkaç güne kalmaz, bir yerlerde buluşuruz yeniden.
İşte Namık Çınar'ın okurlara veda yazısı:
Sanırım hiç kimse bana, gazeten zor durumdayken alıp başını çektin gittin, diyemez!
Eskilerden bir ben kalmış, gemiyi terk etmemiştim.
Ama artık benim için de gitme vakti!
Taraf’a, kadim dostum Mehmet Altan’ın yüreklendirmesi, efsanevi gazeteci Ahmet Altan’ın da güvenmesiyle, bundan tam altı sene önce başlamıştım.
Eğer bu zaman zarfında, tıpkı ilk günkü yazımda söylediğim gibi, “bildiklerimi, gördüklerimi, düşündüklerimi ve önerilerimi dile getirebilmeyi” azıcık olsun becerebildimse, bunu önce onlara borçluyum.
Yazıcılığa kalkışırken, sataşmalara, suçlanmalara, saldırılara uğramayı zaten göze almıştım. Satılmışlığımdan tutun da hainliğime kadar, demediklerini bırakmadılar.
Oysa bütün bunlara katlanırken gönlüme su serpecek tek şey, geleceğin demokratik Türkiye’sinin inşasına bir damlacık da olsa katkıda bulunmaktan başkası değildi.
Lâkin ne gezer!
Yetmezmiş gibi, her şey eskisinden daha da beter oldu.
O yüzden mutsuzum.
Ama bu mutsuzluğun beni sadece kamçıladığını da belirtmeliyim.
Bu ülkede ne kolay oldu ki, bu da olabilsin!
Kaldı ki, ömrüm, bu coğrafyada yaşanılan ve inanılanlara başka türlü bakmanın mümkün ve gerekli olduğuyla; bu yanlış toplumsal hayattan kurtulmanın, daha iyiye daha güzele kavuşmanın ancak özgürlüklerle gerçekleşebileceğinin mücadelesiyle geçti.
O yüzden düşünsel dünyamdaki çoğu siyasal beklentilerimin hüsranla sonuçlanmasına alışığım.
Hep iflah olmaz bir Don Kişot oldum.
Henüz teğmenken, saf saf, daha düzgün bir ülke, daha düzgün bir orduyu düşlerdim.
Onlarsa, bırakın dinlemeyi, beni apar topar atmayı seçmişlerdi.
Yılmadım, bu sefer bacadan girdim.
Ama neticede gene onlar kazandılar, gene ben kaybettim.
Kendimi daima, toplumsal “büyük kısmın”, yoluna devam edebilmesi için gerektiğinde sırtına basılarak aşılacak bir bedeni dikenli tellerin üstüne atabilen fedakârlıkta bir “uç mangası” neferi gibi gördüm.
Oysa zekiydim, becerikliydim; ne zaman risk alarak kişisel girişkenliğimi konuşturduysam, başarılı olup paralar kazanmak benim için işten bile sayılmıyordu.
Adlarını devletin maaş bordrolarına yazdırarak ömürlerinde sülüklükten öteye gidememiş çevremdeki kimi yeteneksizlerin, bir dönemde ticarette kotardıklarımın çalışmakla olabileceğine ihtimal dahi vermeyip, fesatlıklarından çatladıkları dahi olmuştu.
Neyse, gönülleri ferah olsun; çünkü battım ve artık tığ teberim.
Böylece, kendi ölçülerimde de olsa, paranın pulun verebileceği hazzı da görmüş, tatmış vaziyetteyim.
Ama hayatımda hiçbir şey beni “düşünce üretmek ve yazmak” kadar tatmin etmedi, doyurmadı.
Son yıllarımda çok parasız kaldım ama hiç paracı olmadım.
Taraf’ta yazarken, en sıradan ihtiyaçlarımı bile karşılayamadım.
Ama gene de, gazeteden ayrılarak havuz medyasına geçenler gibi, şimdilerde bir elleri yağda bir elleri baldaki o kimselerin çağrılarına uyup da aralarına katılarak kalemimi satanlardan olmadım.
Bana doğru dürüst ödeme yapamadığı için, pek Taraf’a da içerleyemedim.
Nasıl içerleyeyim ki?
Bu gazetenin patronu, despotik bir rejime muhalefet eden gazete çıkarmanın bedelini, işyerlerine kadar kapatmak suretiyle en ağır şekilde ödedi.
Despotun gazabına bir de ben mi katılayım?
Sadece bunlar değil, tabii.
Taraf için neler neler söylemediler.
Bütün bunların yalan ve iftira olduğunu uzun uzadıya anlatacak değilim.
Eğer benim gibi bir adamın, ahlâksızlığın yanında yer tutacağına ihtimal veriyorsanız, inanmaya devam etmenizde herhangi bir sakınca yoktur!
Çünkü siz de başkalarınca kimbilir nasıl birilerisiniz ki, diye sorgulamak da artık benim hakkımdır!
Ben de, bunu iddia edenler bakımından, bundan sonra işin biraz da bu yanına bakılmasını önereceğim.
Böyle sürdürürsem uzayıp gidecek, hiç ayrılamayacağız.
Nihayet bu bir “veda yazısı”.
Peki, ne yapacağım; yoksa yazmayı bırakıyor muyum, nedir?
Dünya yıkılacak dense inanın da, buna inanmayın!
Mümkün mü hiç?
Hiçbir şey yapmasam, sabahın köründe kalkar şehrin ne kadar boş duvarı varsa o duvarlara yazarım da, gene yazarım!
Okursunuz, okumazsınız, orasını bilemem; ama söyleyecekleri henüz bitmemiş biriyim ben.
Şunu da bilesiniz ki, sesimi kısacak bir zorba da, daha anasından doğmadı.
Bir de ben, nerede olsa yazarım.
Özgürlüğüme düşkünüm, kimsenin adamı değilim.
Ne oldum, ne de olurum.
Demem o ki, mümkün olsa Sözcü’de de yazarım ben, Yeni Akit’te de.
Yeter ki kalemime karışmasınlar!
Çünkü “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bir yazarım ben; o kadar!
Taraf’ta tek muhatabım, yazarlar editörü Tamer Kayaş’tı.
Ne başka kimseyi bilirim, ne de birini sokakta görsem tanırım.
O da herhâlde telefonda en çok benimle münakaşa etmiştir.
Saman alevi gibi tutuşur, sonra da çabucak söner.
Ben de biraz öyleyimdir.
Ona teşekkür etmeliyim.
Onca sıkıntıya rağmen gazetesine sahip çıktığı için.
Sizlere de beni okuduğunuz için teşekkür ediyorum.
Ama öyle kolayından kurtulmak yok benden!
Birkaç güne kalmaz, bir yerlerde buluşuruz yeniden.