"TAM 1 YIL BOYUNCA İŞE GİTMEDİM!.... İŞTEN AYRILDIM!.... PATRONUM İŞE GİTMEYEN BANA HER AY MAAŞ YATIRABİLMEK İÇİN ARABASINI SATTI!..." HINCAL ULUÇ İŞE GİTMEDEN NASIL PARA KAZANDI?....
Patronum yanından ayrılan "Artık seninle çalışmam" diyen Hıncal'a, hastanede parasız kalmasın diye her ay maaş ödemek için arabasını satmış...
Nasıl bir yıldır bu, en sevdiklerimi arka arkaya alıp götüren?.. Nasıl?.. Önce Orhan'la Kazım gitti.. Çeyrek asırlık dostlar.. Şimdi de Cüneyt Ağabey.. 50 yıllık, yarım asırlık dost.. O da Ercan gibi pisi pisine.. Karşıdan karşıya geçerken bir arabanın altında kalarak..
Olacak şey mi?..
Dost!.. O kadar çok kullanır, o kadar çok kişiye dost deriz ki.. Ucuzlar sözcüğün anlamı aslında..
Bu yüzden Cüneyt Ağabey'in dostluğunu ayrı anlatmam lazım..
1958'de tanışmıştık, o 28 yaşındaydı, ben 18.. İkimiz de gazeteciydik.. O Amerika Fresno State'de Gazetecilik ve Halkla İlişkiler okumuş, dönmüş, ülkenin tek İngilizce gazetesi Daily News'a yazı işleri müdürü olmuştu. Ben Yeni Gün gazetesinin spor şefiydim. İkimiz de atletizm âşığıydık. Gazeteler o zaman gece çalışırdı. Akşamüzeri atletizm sahasına giderdik, gazeteye yürüyüş mesafesinde.. Ekremler, Cahitler, Fahirler'i izler, sohbet eder, ordan işe geçerdik. Tanışmamız atletizm sahasında oldu yani.. Hemen de kaynaştık. Öncü'yü kurduğumuzda Roma Olimpiyatları başlamak üzereydi. Cüneyt Ağabey Olimpiyatları bizim için izleyince, birlikte çalışmaya başladık, bir daha da ayrılmadık.
Ben askere giderken, o da fiili gazeteciliği bırakıp Delta Reklam Ajansı'nı kurmuştu..
İki yıl sonra tezkere aldım, Ankara sokaklarında işsiz dolaşıyorum. Sebeb TRT..
O sıralar kuruluşunu yeni tamamlıyor. İşin başında çok sıkı dostlarım var.. "Tezkere alır almaz gel başla, yerin hazır" diyorlar. Bu yüzden etrafa bakmıyorum bile.. Askerlik bitti, TRT'ye gittim. Dilekçemi kendi elleriyle yazdılar. O kadar dostlar yani.. Ertesi gün başlayacağım, formaliteler bitince. Söylenen o.. Bir daha kimse aramadı. Dilekçemdeki "SBF mezunu" lafı sonum olmuş. TRT o sıralar lise mezunları ve üniversite terklerle dolu. Üniversite mezunu üç dört kişi var, onlar da tepe görevlerde.. Bir üniversite mezunu onlar için tehlikeli olabilir..
Aylak aylak dolaşırken bir gün Cüneyt Ağabey'e rastladım Kızılay'da..
"İş buldun mu" dedi.. "Yok" dedim.. "Yarın sabah bana gel, Delta Ajans'a" dedi.. "Hemen şu köşeyi dönünce.."
Gittim.
"Hemen işe başlıyorsun" dedi.. "Şurası senin odan.."
"Tamam da işim ne" dedim.
"Delta Ajans Piar Müdürü'sün" dedi..
"Piar ne ağbi" dedim..
"Öğrenirsin" dedi..
Adını bile bilmediğim bir işe aldı beni, düşünebiliyor musunuz.. Hem de çok iyi bir maaşla..
Masama oturdum ki geldi.. Kucağında kitaplar.. Tam sekiz tane.. Hepsi İngilizce.. "Bir hafta içinde bunların hepsini okuyacaksın" dedi..
Okudum ve Piar'ın İngilizce PR harflerinin okunuşu olduğunu, bu PR'nin de Public Relations, yani Halkla İlişkiler denen ifadenin kısaltılmışı olduğunu öğrendim. Piar da Halkla İlişkiler de o sırada bu ülkede bilinen, tanınan laflar değil.. Bu yüzden ailem dahil aylarca, hatta yıllarca Delta Ajans'ta ne iş yaptığımı kimse pek anlayamadı..
Cüneyt Ağabey'e sorarlardı..
"Ne zaman gelsek oturuyor, okuyor.. Bu adam ne işe yarıyor, niye ona bunca parayı veriyorsun.."
"İşi bana itiraz etmek" diye yanıt verirdi Cüneyt Ağabey.. "Hıncal'ın işi bana itiraz etmek. Onun itirazları
Olacak şey mi?..
Dost!.. O kadar çok kullanır, o kadar çok kişiye dost deriz ki.. Ucuzlar sözcüğün anlamı aslında..
Bu yüzden Cüneyt Ağabey'in dostluğunu ayrı anlatmam lazım..
1958'de tanışmıştık, o 28 yaşındaydı, ben 18.. İkimiz de gazeteciydik.. O Amerika Fresno State'de Gazetecilik ve Halkla İlişkiler okumuş, dönmüş, ülkenin tek İngilizce gazetesi Daily News'a yazı işleri müdürü olmuştu. Ben Yeni Gün gazetesinin spor şefiydim. İkimiz de atletizm âşığıydık. Gazeteler o zaman gece çalışırdı. Akşamüzeri atletizm sahasına giderdik, gazeteye yürüyüş mesafesinde.. Ekremler, Cahitler, Fahirler'i izler, sohbet eder, ordan işe geçerdik. Tanışmamız atletizm sahasında oldu yani.. Hemen de kaynaştık. Öncü'yü kurduğumuzda Roma Olimpiyatları başlamak üzereydi. Cüneyt Ağabey Olimpiyatları bizim için izleyince, birlikte çalışmaya başladık, bir daha da ayrılmadık.
Ben askere giderken, o da fiili gazeteciliği bırakıp Delta Reklam Ajansı'nı kurmuştu..
İki yıl sonra tezkere aldım, Ankara sokaklarında işsiz dolaşıyorum. Sebeb TRT..
O sıralar kuruluşunu yeni tamamlıyor. İşin başında çok sıkı dostlarım var.. "Tezkere alır almaz gel başla, yerin hazır" diyorlar. Bu yüzden etrafa bakmıyorum bile.. Askerlik bitti, TRT'ye gittim. Dilekçemi kendi elleriyle yazdılar. O kadar dostlar yani.. Ertesi gün başlayacağım, formaliteler bitince. Söylenen o.. Bir daha kimse aramadı. Dilekçemdeki "SBF mezunu" lafı sonum olmuş. TRT o sıralar lise mezunları ve üniversite terklerle dolu. Üniversite mezunu üç dört kişi var, onlar da tepe görevlerde.. Bir üniversite mezunu onlar için tehlikeli olabilir..
Aylak aylak dolaşırken bir gün Cüneyt Ağabey'e rastladım Kızılay'da..
"İş buldun mu" dedi.. "Yok" dedim.. "Yarın sabah bana gel, Delta Ajans'a" dedi.. "Hemen şu köşeyi dönünce.."
Gittim.
"Hemen işe başlıyorsun" dedi.. "Şurası senin odan.."
"Tamam da işim ne" dedim.
"Delta Ajans Piar Müdürü'sün" dedi..
"Piar ne ağbi" dedim..
"Öğrenirsin" dedi..
Adını bile bilmediğim bir işe aldı beni, düşünebiliyor musunuz.. Hem de çok iyi bir maaşla..
Masama oturdum ki geldi.. Kucağında kitaplar.. Tam sekiz tane.. Hepsi İngilizce.. "Bir hafta içinde bunların hepsini okuyacaksın" dedi..
Okudum ve Piar'ın İngilizce PR harflerinin okunuşu olduğunu, bu PR'nin de Public Relations, yani Halkla İlişkiler denen ifadenin kısaltılmışı olduğunu öğrendim. Piar da Halkla İlişkiler de o sırada bu ülkede bilinen, tanınan laflar değil.. Bu yüzden ailem dahil aylarca, hatta yıllarca Delta Ajans'ta ne iş yaptığımı kimse pek anlayamadı..
Cüneyt Ağabey'e sorarlardı..
"Ne zaman gelsek oturuyor, okuyor.. Bu adam ne işe yarıyor, niye ona bunca parayı veriyorsun.."
"İşi bana itiraz etmek" diye yanıt verirdi Cüneyt Ağabey.. "Hıncal'ın işi bana itiraz etmek. Onun itirazları