Tahir Elçi Olayı: “Adresini şaşıran” mı yoksa “adresini bulan” kurşun mu?

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Tahir Elçi’nin ölümüne dair kafasında oluşan “kuşkulu sorular”ı paylaştı…

Tahir Elçi olayı bir garip. İlk bakışta “karambolden vurulmuş” gibi gözüküyor. Sanki her şey “tesadüfen” gelişmiş gibi. PKK’lılar az ileride polislere saldırı düzenliyorlar. Sonra çatışma çıkıyor ve o esnada sokağa kaçıyorlar. Tam o arada basın açıklaması yapan Tahir Elçi ve bir grup Baro avukatı ateşin ortasında kalıyorlar. Akabinde ne oluyorsa oluyor Elçi vuruluyor. Ancak girilen panik ortamında bu durum çok sonra fark edilebiliyor. Her şey “rastgele” oluşmuş bir “kötü kader” gibi. Olabilir. Bu dünyada olmayacak şey yok!..

Öyleyse Elçi’nin ölümü “Kötü şans” eseri oluyor. Elçi “hedefteki kişi” değil, kazara vurulmuş biri gibi duruyor. Hani “o an orada bulunan herkes vurulabilirdi” türünden. (“İyi de neden sadece Elçi öldü?” sorusunu sorarak!) Bu şartlar altında olay “bilinçli suikast”ten ziyade “serseri kurşun”u andıran “talihsiz bir vaka” hüviyetine bürünüyor. Geriye PKK’lıların kurşunlarından mı, polisin mi ya da başka birinin (Gruptan birinin koruma-savunma amaçlı yanlış açıdan tetiğe basması gibi???) ateşiyle mi öldürüldüğü sorusu kalıyor. Eğer böyle ise iş kolay. “Bit yeniği” aramaya gerek yok!

Lakin şu soru açıktadır; “Ya bu karambol bilinçli olarak oluşturulmuş bir durum ise?” O vakit ilaveten şunu sormak gerekiyor; “Eğer inceden inceye ve hiçbir hataya, şaşırmaya imkân tanımayan (Ki, olayın gelişim seyri itibariyle zor görünüyor) tasarlanmış bir eylem var ise nasıl tıkır tıkır işlemiş olabilir?” Yaşanan kargaşa içinde nasıl adeta “tereyağından kıl çeker gibi” iş halledilebilir? Buralar düşündürücü…

Bence bu olay “görünenin ötesi”nde sorular sormayı hak ediyor. Saldırı “yeni model bir fail-i meçhul” olabilir mi acaba? O zaman çok ince bir ”tezgâh” kurulmuş olması ve kuranların şansının yaver gitmesi gerekiyor.

Şayet “rastlantı” değil de bilinçli bir suikast ise o zaman “operasyon” olma ihtimali yükseliyor. Çünkü böylesi olaylar öyle hemen bir çırpıda “kim vurduya gitti” denilecek kategoride değildir. Şüphe duymak işin doğasında var. Hele benim gibi bu tür olaylarda “rastlantılar” a kolaylıkla inanmayan biri varsa o zaman “paranoyak zihnim” birden işlemeye başlıyor. Hatta tavan yapıyor!

Hadi biraz Sherlock Holmes’luk yapalım…

“RASTLANTI” MI “BİLİNÇLİ” SALDIRI MI?..

Şimdi “boşlukları” olsa da eldeki verilerle birlikte bir “senaryo” oluşturmaya çalışalım. Zihinlerimizi biraz tersi yönde işletip ilk anda “saçma” gibi gelse de “aykırı” bir yaklaşım geliştirmeye çalışalım. Ucu nereye varırsa varsın soru sormak her zaman sormamaktan iyidir…

1) Bir irade Elçi’yi öldürüp, Türkiye’yi karıştırmak, Kürtleri daha sert tepkilere kışkırtmak ve beraberinde çatışmacı bir süreci tetiklemek istemiştir.
2) Aynı nedenle Kürtler için “sembol” olabilecek bir isim seçilmiştir. Üstelik bu kişi daha düne kadar “PKK, terör örgütü değil, siyasi bir harekettir” diyerek gündem oluşturmuş bir kişidir. Ancak bu sözden hareketle Elçi’yi tanımlamak yanlışa benziyor. Çünkü Elçi son söyleşilerinden birinde (Aydınlık) PKK’nın ‘Halk Savaşı’nın halka zarar verdiğini, birlikte yaşama zeminini tahrip ettiğini, Kürtlerin ayrılmak istemediğini, Rojava tipi bir modelin Türkiye’ye uymadığını söylüyordu.
3) Bunun zamanlaması olarak ise herkesin gözleri önünde cereyan eden bir “basın açıklaması” anı seçilmiştir.
4) Ancak bu kez doğrudan vurmak yerine oluşturulacak karmaşadan kestirme bir sonuç alınmak istenmişe benziyor.
5) Olay aslında “iki aşamalı” görünüyor. İlk aşama polisin durdurduğu bir araçtan polislere ateş açılması oluyor. Araçtaki kişilerin daha önce 3 polisi vuran PKK’lılar olduğu söyleniyor. Bunlar polisleri vurduktan sonra nedense basın açıklamasının yapıldığı sokağa doğru kaçıyor.
6) Her şey “tesadüfi” gibi görünse de burada bir “planlama” söz konusu olabilir mi? Şöyle ki; polisler sanki basit bir kimlik kontrolüne gider gibi araca yaklaşıyor. (O an çok daha fazla ve elleri silahlı en az 6-7 kişilik bir timin olması gerekiyor) Bu durumda ihbar acaba “teröristler” diye değil de sıradan “şüpheli şahıslar” ya da başka bir şey diye mi yapıldı? Ayrıca “teröristler”i de o dakikada birileri oraya yönlendirmiş olabilir mi?
7) Ve bu ihbar tam Elçi’nin basın açıklaması yaptığı ana mı denk getirildi? Dolayısıyla çatışma çıkma potansiyeli biliniyor muydu?
8) Orada “kaçacak başka yol” yok muydu? PKK’lıların o sokağa sapacakları hesap mı edildi? (Tabii “ya o sokağa girmeselerdi” denebilir) Başka bir tür “yönlendirme” mi yapıldı?
9) Çatışma başlayıp, teröristler sokağa girince “karambol” doğacağı hesap mı edildi? Bütün tuzak bunun üzerine mi kuruldu?
10) İşin hassas ayarı” dikkatleri dağıtma “üzerine mi kuruldu? Bilinçleri dumur edip, bir “illüzyon” mu (“Kod adı kılıç balığı” misali!) yaratılmak istendi?
11) O esnada kalabalık arasına karışan, yahut bir noktaya sotalanan bir tetikçi o arada çekip Elçi’yi vurdu mu? Yaşanan panik ve şaşkınlık anında, herkes can derdinde iken (Arkadan ve yakın mesafeden vuruldu” açıklamasına, “balistik raporu”na göre!) bir tür “hokus pokus” mu yapıldı?
12) Kaldı ki ilk anlarda “Uzaktan bir tür keskin nişancı atışı” gibi vurulduğu da söylenmişti. “Sniper teorisi” (Keskin nişancı) neden bu kadar çabuk gündemden düştü?
13) Sonradan olay şahitlerinin açıklamasına göre kimse Elçi’nin vurulduğunu fark edememiş bile. Bir görgü şahidi “O olduğunu ancak açık renk giysisinden anladık” diyordu. Yani kimse ne olduğunun, kimin vurulduğunun farkında bile değil. Herkes can derdine düşmüş.
14) Burada herkes (Teröristler, polisler, Baro üyeleri, vb) farkında olmadan sergilenen oyunun “figüranı” durumuna mı düşürüldüler?
15) Tabii PKK’nın “Şahinleri”ni hem “T.C. Devleti” ni suçlama fırsatı doğuracak hem de gerçekte “Barış” gibi laflar eden bir ismi ortadan kaldırma fırsatı veren ilginç bir “girişimi” olma ihtimalini de unutmamak gerekir!

SAĞ VE SOLUN “ANALİZ DÜŞMANLIĞI”NDA BİRLEŞEN KLİŞECİLİK KARDEŞLİĞİ!..

Son dönemde berbat bir eğilim doğdu. Sağlı-sollu herkes kendi ön kabullerine uymayan hiçbir düşünceye, hiçbir farklı yoruma hayat hakkı tanımama konusunda inanılmaz bir refleks gösteriyor. AKP’ci sağ “yandaş olmayan” hiçbir görüşe fırsat tanımazken, diğerleri de doğrudan “AKP, Erdoğan, Saray karşıtı” olmayan hiçbir görüşe imkân vermiyor. Kimse kendine aykırı yorum duymak istemiyor. Hemen damgalama ve baskı başlıyor o zaman; “Vay sen şu musun, sen bu musun?” diye. Sadece “işe yarar” “karşı-taraf”ı suçlayan teoriler, sorular duyulmak isteniyor. Bu kural Türkiye’yi sarsan büyük olaylarda da aynen işliyor.

Elçi olayı karşısında da aynı refleks davranış gelişiyor. Kimse daha ne olduğunu bile tam kavramadan hemen klişe yaklaşımlar etrafı kaplıyor. (Zaten ne diyecekleri baştan belli!) Bir kesim hemen PKK’yı işaret ediyor. Onun tam tersi hemen “Saray”ı, “Hükümet”i daha radikalleri tümden “Devlet”i, vb böyle sürüp gidiyor. Olabilir mi? Elbette! Neden olmasın. Burada tuhaf olan “ihtimaller”in birer “şaşmaz gerçek” gibi sunulması.

Ne bileyim atıyorum; benimde hemen aklıma düşürülen Rus uçağı geliyor. Kafamda Rusya şimdi de “Kürt kartı”nı devreye sokmak istemiş olabilir mi soruları doğuyor örneğin. (Medyada bu soruyu soran birkaç kişi oldu, hemen aynı zihinsel terörle susturdular) Bunun “girizgâhı” Elçi olayıyla yapılmış olabilir mi? Bazı “taşeronlar” harekete mi geçirildi? Eğer varsayımlarım doğru ise bu kadar “ince” hesaplamaları ancak “profesyonel” istihbarat grupları yapabilir çünkü. Gene de “kesin böyledir” diyemem…

Çünkü -ben dahil- hiç kimse gerçeği bilmiyoruz. Elimizde varsayımlar, teoriler, şüpheler var o kadar. Bu aşamada yapabileceğimiz en doğru şey soru sormaktır. Fakat herkes “gerçeği biliyormuş gibi” konuşmaya bayılıyor. Ne bileyim; belki de gerçekten sıradan bir “kör kurşun” vakasıdır. (Kaçan terörist polislerin ateş açması üzerine rastgele ateş etti o esnada Tahir Elçi’yi mi vurdu?) Ancak her ne olursa olsun, tüm boyutlarıyla tartışılmadan hemen “işte şu” denilerek es geçilmemeli. Diyenler –şayet bir suikast varsa- bilinçli veya bilinçsiz örtbas edicilerdir.

Tahir Elçi olayı –kafalarda kuşkuya yer bırakmayacak şekilde- aydınlatılmalı ve tatminkâr bir izah getirilmelidir…

30.11.2015.

atillaakar@gmail.com