"SUYU ÇIKARILAN HABERLER" SIRALAMASINDA BİRİNCİLİĞİ KİM ALDI?..İŞTE BU HAFTANIN "BU KADAR DA OLMAZ" DEDİRTEN HABERLERİ!..

Geçtiğimiz hafta yaşadığımız uçak kazası, gazetecilerin kendi aralarında sıkça kullandığı,suyu çıkarılmadığı takdirde epeyce işe yarayan "haberi farklı tarafından görme" yaklaşımının suyunun nasıl çıkarılacağına dair emsalsiz bir örnek teşkil etti.

"Haberi farklı tarafından görme"nin suyu nasıl çıkarılır?



Geçtiğimiz hafta yaşadığımız uçak kazası, gazetecilerin kendi aralarında sıkça kullandığı, suyu çıkarılmadığı takdirde epeyce işe yarayan "haberi farklı tarafından görme" yaklaşımının suyunun nasıl çıkarılacağına dair emsalsiz bir örnek teşkil etti. Kazanın ertesi gününü bütün gazeteler doğal olarak "kuru haber"le ("Atlas Havayolları´nın İstanbul-Isparta seferini yapan uçağı düştü") geçtikleri için, "fark yaratma" çabası asıl ertesi günkü (2 Aralık pazar) gazetelerde ortaya çıktı. Ben de zaten sadece pazar günkü gazetelerden iz sürerek derdimi anlatmaya çalışacağım.

Öyle manşetler, öyle haberler okuduk ki, besbelli, Yazıişleri´ne yön veren esas saik "haber değeri" değil, verilen haberin başka gazetelerde bulunmama ihtimalinin yüksekliğiydi.

Mesela Star gazetesinin manşeti: "ÇALAN TELEFONLARA KİMSE BAKAMADI... Atlasjet enkazında çalan cep telefonlarını asker duydu, ancak `böyle acı haber nasıl verilir´ diyerek açamadı." Hatırlatalım, gazetenin ilk günkü manşeti de cep telefonları üstüneydi: "CESET TORBALARINDA CEPLER SUSMADI."

Gazetenin ikinci gün de "cep" temasını sürdürmesinin nedeni, gerek 6 kişilik kaza-kırım heyetinin raporunda, gerekse de enkazda görev yapan Sivil Savunma uzmanlarının beyanlarında "cep" haberini doğrulayan herhangi bir bilginin olmamasıydı. Gazete, başka kimsenin "farkına varmadığı" özel haberini ayrıntılandırma çabası sırasında da tuhaf varsayımlarda bulunuyordu. Şu spotta olduğu gibi: "Yolcuların cep telefonlarını uçakta mı yoksa düştükten sonra yaralı halde mi açtığı bilinmiyor." Gerçekten tuhaftı bu varsayım, çünkü Adli Tıp uzmanları bütün ölümlerin "beden travması" nedeniyle çarpma anında gerçekleştiğini belirtmişlerdi. Ani basınç değişikliği bir anda bedenlerde hiçbir sağlam organ bırakmamıştı. Bu varsayımdaki tuhaflık için uzmanlara falan da gerek yok aslında. Kazazedeler cep telefonlarını "yaralı halde" açabilselerdi, durumu haber de verirlerdi, öyle değil mi?

Fark yaratacağım derken, okurlarda "ne bu ya" duygusu yaratan bir haber de Sabah´ta vardı: "MÜDAHALE NEDEN GECİKTİ TARTIŞMASI..." Sabah, "ABD´li Türk Havacılık Tarihi Uzmanı Stuart Kline´a sormuş, şu cevabı almış: "Kaza olduktan hemen sonra kaza yerine ulaşılması lazımdı. Neden bu kadar geç kaldılar? Ulaşılması gerekiyordu. Araba kazası olsaydı, anında müdahale edilirdi."

Valla aynen böyle. Uzmanın yaptığı uçak-araba karşılaştırmasından bir şey anlayanınız varsa, lütfen beni de bilgilendirin. Aynı çağrım Sabah gazetesi için de geçerli.

"Sadece bizde olacak, çok mu önemli diye bakma, çek manşete" faslından bir örnek de Akşam´dan: "ÖLMEDEN ÖNCE SON SOHBET... (Hostes) Hatice Vurgun, mezarı olacak uçağa binmeden bir saat önce MSN´de kuzeniyle sohbet etti, uçuşla ilgili espriler yaptı. İşte o sözleri..."

Esas bombayı sona sakladım. Ben birinciliği "DÜŞEN UÇAKTA BEN DE VARDIM..." başlıklı haberi nedeniyle Hürriyet´e veriyorum. Söyleyiniz, hanginiz böyle bir başlığı görüp de "allah allah, uçaktaki herkes ölmemiş miydi" sorusuyla o habere dalmazsınız? Fakat heyhat, sizi bekleyen şudur: "Konya adlı THY uçağı (da) Diyarbakır Havaalanı´na inişe geçerken (8 Ocak 2003´te) düşmüştü. 75 kişinin yaşamını kaybettiği bu kazada Aliye İl kurtulmayı başardı. İşte Aliye İl´in yaşadığı o korku dolu anlar..." Evet, aynen düşündüğünüz gibi: Gazete, eski haberi okutmak için, başlığını sanki yeni kazada