ŞU SIRALAR HERKESİN KONUŞTUĞU TECAVÜZ SAHNESİNİ ANLATTILAR!

İffet dizisi için biraraya gelen Deniz Çakır ve İbrahim Çelikkol, son zamanlarda herkesçe konuşulan o tecavüz sahnesini anlattılar.

İffet, “80’ler” denince ilk akla gelen filmlerden biri. Kimi için intikam hikayesi, kimi için tutkulu aşkın karanlık bir resmi, kimi için her gün yüzüne baktığımız insanların aynadaki aksi... Ne acı ki; bir tane “malum” sahnedir aslında meşhur ettiği; oysa film -aynen bugünkü gibi- namusu, iffeti kadına, kadın bedenine, kadının cinselliğine bağlayan bir anlayışın ifadesi...Anne yok; babasıyla yaşayan iki genç kız. Büyük kardeş, yani vaktiyle Müjde Ar’ın canlandırdığı İffet, babası tarafından okuldan alınmış, evi babasıyla çekip çeviren “ev kızı”.

İffet’in baba baskısıyla titrediği dört duvarın dışında bir adam var. Taksi şoförü, mahallenin yakışıklısı, Türk sinemasının “fakir ama gururlu” değil, “fakir ama şeytan tüylü, ne yapsa cazibesini kaybetmeyen” karakter bankasının en has elemanı, vaktiyle Faruk Peker’in canlandırdığı Cemil.

Cemil’in bütün mahalle kızlarını “elden geçirdiği” bilinir. Bilinir ama yine de müsamaha gösterilir, “evlenince durulur böyleleri” denilir. Çünkü o, erkektir.

İffet, uğrunda ölecek, öldürecek kadar aşıktır Cemil’e... Ama Cemil öyle mi?

Bilinmez. Belki deli aşık İffet’e; belki de arzusu sadece tenine. Tecavüzü bile reva görür kendine, işi bitince “Senin de istediğini biliyorum, dayanamadım” der pişkince. Gebe bırakır İffet’i, bıraktığı gibi de tutar kolundan, başı belaya girmeden “işi hallettirmeye” götürür.

Ebe “Bu kaçıncı ulan?” der, Cemil omuz silker.

Vedadan sonraki zoraki nekahet döneminde İffet’e kötü haber kardeşinden gelir: “Abla, Cemil nişanlandı.”

Ha, Cemil’in bir arzusu var; ta en baştan beri. Bir otomobil istemektedir kendi külüstürü yerine, yepyeni.

İffet olacaklardan habersiz iyileşmeye gayret eder ve hayaller hayaller kurar. Cemil ise bu esnada ona “düğün hediyesi otomobil” vaat eden mahallenin zengininin kızı ile nişanlanır.

İffet yataktan kalktığı gibi kendini sokaklara atar, “Cemil” diye inleyerek. Babası şahit olur bu görüntülere, artık İffet bitmiştir onun için. Kızı, iffetini, namusunu kaybetmiştir. Sokak ortasında yatırıp kemerle döverken onu, evlatlıktan da reddeder; hem de tüm mahalleli önünde...

İffet canına kıymak ister, yapamaz. Ölmeyi beceremez ama intikam almayı becerecektir. Kısa bir süre sonra Cemil’e bir oyun oynayacak, önünde diz çöktürecektir... Fakat Cemil diz çökünce, mesele bitmeyecektir...

* * *

İşte bu hikayeyi konu edinen 80’lerin “olay filmi” İffet, Müjde Ar’ın yerini Deniz Çakır, Faruk Peker’in yerini ise İbrahim Çelikkol’un aldığı, yönetmenliğini Faruk Teber’in üstlendiği bir diziye dönüştü. Bu ay itibariyle Star TV ekranında olacak.

Deniz ve İbrahim’le ilk bölüm çekilirken buluştum, bakın neler konuştum...

İffet sinema tarihi içinde önemli bir film. Müjde Ar ve Faruk Peker ile akıllara kazınmış. Yeni başroller olarak “Ya altında kalırsak” endişesi taşıyor musunuz?

Deniz Çakır: Benim öyle bir stresim yok, çünkü ben bana verilen projeye sıfırdan, yeni bir iş gibi bakıyorum. Sıfırdan yeni bir karakter, yeni bir rol yaratmaya çalışıyorum. Filmle kıyasladığımız zaman dizinin oldukça farklı yönleri var. Filmde iki başrol vardı ve konu onların üzerine dönüyordu. Bu bir dizi, yan karakterler daha derinlikli ve hikaye daha geniş. Dolayısıyla film olan “İffet”teki karakterlerin tüm özelliklerini doğrudan taşımıyor yeni karakterler. Karşılaştırılacak bir durum yok aslında ama yine de karşılaştıranlar olabilir tabii. Allah’tan çok çok hayran olduğum bir aktris oynadı İffet’i en başta. Hem bir aktris, hem de bir kadın olarak çok beğenirim Müjde Ar’ı. O yüzden hiç endişeli değilim. Aksine, gurur duyarım gençken onun oynadığı bir rolü oynamaktan. Zaten böyle şeylere takılırsak oyuncular olarak, hiçbir şey yaratamayız.

İbrahim “Benim Cemil daha az sapık” dedi, “yeni İffet”in ne gibi farklılıkları var orijinal İffet’ten?

D.Ç.: Yine aşık deliler gibi. Gerçi aşkın tanımı herkese göre değişir ama dışarıdan bakıldığında da evdeki büyük baskıya rağmen ayakları yere inmeyen bir kadın görüyoruz. Tabii o baskının da kendi içinde sebepleri var; gitmiş bir anne var, evde iki tane genç kız var, babanın kendi durumu var... Böyle bir durum içinde evden sokağa adım attığında gördüğü tek şey Cemil. Algısı sadece onu seçiyor, kalbi pır pır. Her şeyi yapabilecek durumda onun için. Bir taraftan da ateşle barut yan yana durmaz durumu var, çünkü inanılmaz bir tutku, çok başka bir çekim söz konusu aralarında.

Dizilerin üzerimizdeki etkilerini biliyoruz, sizce izleyici bir mesaj alacak mı diziden? Malum, Türkiye’de yaşayan kadınların derdi İffet’in anafikriyle çakışıyor...

D.Ç.: Bence yapımların mesaj kaygısı olmamalı. Yani, tabii ki izleyiciye bir mesaj vermeli ama bizler öncelikle mesaj kaygısından başlamamalıyız işe. Ama günümüzde bu kadar töre, namus cinayetlerinin işlendiğini düşünecek olursak doğru yere işaret edecek. Şu son bir aydır İffet’le yatıp İffet’le kalktığım için daha da çok dikkatimi çekiyor belki, aklımın hayalimin almayacağı şeyler duyuyorum. Biz gerçek bir kesiti göstereceğiz, olan şeyler bunlar. “Yok artık” diyoruz ama hayatımızın ortasında. İzleyici ekranda kötüyü gördüğünde kendine çıkarım yapabilir, iyi evlat nasıl olunur, doğru baba nasıl olunur, iyi yapmaya çalışırken nasıl bunu en kötü hale çevirirsin, fazla sıkarsan nasıl yanlışa itersin, sonuçları ne olabilir gibi...

CİNSEL AĞIRLIKLI SAHNELER ÇEKMİYORUZ

Arabada tecavüz sahnesi 80’lerde de çok konuşuluyordu. Tahmin edeceğimiz üzere şimdi de çok konuşuluyor ve konuşulacak. Nasıl bir koruma mekanizması geliştirdiniz kendinize?

D.Ç.: Dizi izlenince anlaşılacak her şey, bir kaygım yok. Ben çok inandığım bir iş yapıyorum. Cinsel ağırlıklı ya da filmdeki gibi sahneler çekmiyoruz gerçekten. Çok acayip bir yönetmenle çalışıyoruz, beyinlerimiz bir ve aynı heyecandayız. Bu aralar en çok İbrahim ve Faruk Teber’le beraber çalışıyoruz tabii ve bu projeyi üçümüz de aynı heyecanla sahiplendik. Başka bir yere koyduk. Elbette konuşacaklardır, herkes her şeyi konuşabilir ama benim için bazılarının ne konuştuğu önemli. Herkes her şeyi eleştirebiliyor, herkes eleştirmen, herkes her şeyi biliyor zaten. O yüzden çoğunluğu değil, bazı sesleri dinlemek lazım.

Namus” ve “iffet” kelimelerinn sizin için ne manaya geldiğini sorsam...

D.Ç.: İnsan çok maskeli bir yaratık, en modern gördüğümüz, bu tarz yaşayan insanları eleştiren insanın anlayışı aslında aynı olabiliyor, biri bunu sadece göstermiyor. Neticede namus insan için en önemli kavramlardan. İster modern olsun ister muhafazakâr, ister şöyle olsun ister böyle olsun fark etmez, en insana ait duygulardan biri.

Nasıl yani?

D.Ç.: Bazen büyük cümleler kurarız ama içimizde kurduğumuz cümle başkadır aslında. Dışarıya başka görünmeye çalışırız, farklı durumlarda, farklı statülerde farklı duruşlar ediniriz. Bir sürü “nasıl durulması gerekiyorsa” öyle duran insan var etrafta. Ama aslında içinde öyle durmayan ve o yüzden karakteri sallanan. Yani namusa çok başka bakarken hiç bakmadığı gibi görünen. Evlerin içinde yaşanan dünyalar çok başka. Bizim çok modern diye bildiğimiz ailelerin içinde baskı içeren durumlar olabiliyor. Bazen de başka yerlerden çıkıyor. Kendi toplumsal duruşu nedeniyle bir şey yapmıyor gibi görünüyor mesela kıza ama evin içinde o baskıyı başka biçimlerde hissettiriyor. Bu durum da çocukta başka bir travma yaratıyor tabii. Çok zor, çok garip bir konu bu.

GENÇLİK YILLARIMDA FAZLA HATA YAPMA ŞANSIM OLMADI

Sizin babanızla aranız nasıldır?

D.Ç: Hiç baskı görmedim ama ben hep evin en sorumluluk sahibi, hani böyle nasıl desem, “zaten her şeyin en doğrusunu yapan” çocuğu olduğum için bu halimle ilk gençlik yıllarımda çok fazla hata yapma şansım olmadı. Ama bu ailenin baskısından değil, “Evet, evet, ben doğrusunu yapmalıyım” duygusundandı. Öyle bir güven verdiler ki bana, benim doğrum zaten onların da doğrusuydu. Hiç birilerine göre davranmam gerekmedi, hep çok iyi hissettirmişlerdir beni. Şanslıyım o açıdan.

Peki İffet karakterinde oynaması en çekici olan taraf nedir? Aşkı mı? Tutkusu mu? İntikamı mı yoksa gördüğü muamele mi?

- Ben Faruk Teber’den dolayı kabul ettim bu rolü; senaryodan ziyade öyküyü beğendim. Bir derdi var. Bir sosyal sorunu irdeliyor ve bu ne yazık ki günümüzde de olan bir sorun. Sadece iki aşık insanın tutkusundan doğan intikam ateşinin hikayesi değil. Sosyal bir sorunun yarattığı bir kırılma var ve bunların ötesinde şu yüzden güzel İffet’i oynamak: Kadın çok aşık, çok tutkulu. Önce sevgilisinden, sonra babasından, sonra tekrar sevgilisinden darbe yiyor, aşık olduğu adamdan nefret ediyor ama hâlâ aşık. Çok güzel bir rol. Bir oyuncuyu çok besleyecek, oyunculuk duygusunu çok tahrik eden bir rol. Beni bu anlamda çok tahrik ediyor, çünkü nefret ettiğin kişiye tutkuyla aşık olmak, öldürebileceğin kadar nefret ettiğin insana ölebileceğin kadar sevmek. Heyecanlandırıyor beni bu duygular, bu duyguları canlandırmak bana çok maceralı geliyor.

İbrahim Çelikkol: Tecavüz duygusuyla değil sevgiyle buluşuyor Cemil

Faruk Peker’in canlandırdığı Cemil ile sizinki arasında bir fark olacak mı? Yeni Cemil nasıl bir Cemil?

- Çok fazla bir değişiklik yok. Dizi olduğu için sinemada aslında kısa anlatılmış karakteri biraz daha genişletiyoruz ama “Bizim Cemil daha az sapık” diyebilirim. Büyük bir tutkusu var İffet’e karşı, onu kaybetmek de istemiyor, evlenmek de istemiyor.

Daha az sapık diyorsunuz ama yine o “malum sahne” var...

- Bizim çizdiğimiz, hocayla beraber oturup oynadığımız sahnelerde aşık ve seviyor durumda İffet’i. O araba sahnesinde Cemil’in tecavüz duygusuyla buluştuğu bir nokta yok aslında. Aşkıyla, sevgisiyle buluşuyor orada... Önceden, her buluşmada öpüşüp koklaşıyorlar ve artık bir noktada dayanamıyor Cemil. Benim çizdiğim karakterde, filmdekinden farklı olarak bu dayanamama hali onun sapıklığından değil, alkolün de verdiği etkiyle tutku hissettiği kadına dayanamamasından ortaya çıkıyor. Senaryoda da sık sık karşımıza çıkıyor bu ifade, Cemil durmadan “dayanamıyorum sana” diyor. İffet’in de istediğini görüyor Cemil. Bu öpüşüp koklaşmalar karşılıklı, son noktaya gelmemesi İffet’in evlenmek istemesi. Yoksa İffet de istiyor.

Filmde tuhaf, bir türlü emin olamadığımız, duygusallıkla sapıklık arasında gidip gelen bir portre çiziyordu Cemil. Zor bir karakter, nasıl hazırlandınız?

- Aslında biraz zorlandım, çünkü tam başlayacağı dönem bir sinema filmi çekiyordum. “İstanbul 1453” filminde Ulubatlı Hasan’ı canlandırdım. Düşünün, sabaha karşı bitirdik çekimi, saçlarımı kestim, sete geldim, Cemil’e başladım. Aynı dönemde Karadağlar’da Gül Ali’ydim üstelik. Hemen ardından hiç ara vermeden İffet başladı. Şimdi Faruk Teber’le, yavaş yavaş çıkarıyoruz ortaya karakteri. Çok uzun bir hazırlanma dönemi olmadı Cemil’e. İlerleyen bölümlerde oturacak karakter. Ana hatlarıyla çizdiğimiz bir portre var sadece şu anda ortada.

Ben, oyunculuğun ‘her şey olabilme’ imkanını sevdim

Neden oyuncu oldunuz? Neydi sizi çeken?

İ.Ç: Her şey olabilme imkanı. Bir hikaye anlatayım bununla ilgili: Eskiden basket oynuyordum. Basket oynadığım zamanlarda okuluma çok fazla ağırlık vermiyordum tabii. Babam hiç durmadan “Derslerine de ağırlık ver. Ne olacak bu halin? Tamam basketbol süper de, ne olacak sonu oğlum” derdi. Şimdi annem bana hatırlatıyor o zamanları “Bak oğlum baban böyle derdi” diye. Ben de “Bak anne artık her şeyi olabiliyorum, oldum!” diyorum. Oyunculuğun bu yanı güzel işte, her şey olabiliyorsunuz. Ben her şeyi olmak istiyorum. Mesela senaryo seçimlerini yaparken iyi adam kötü adam diye bakmıyorum, geleceğim ve oyunculuğum adına farklı karakterleri oynamanın beni daha güzel bir çizgide tutacağını düşünüyorum. Oyunculuk karakter genişliğine sahip doyumsuz bir şey.

Şöhretle aranız nasıl? Kimileri sevmez bu işin “görünürlük” tarafını, özgürlüklerinin kısıtlanmasını. Sizde durum nedir?

- O tarafa çok fazla takılmamak lazım diye düşünüyorum. Görünmek bir seçim. Yani başka türlü bir hayat yaşamak da mümkün. Bu bizim tercihimiz. Sen orada durmak istiyorsan, görünür olmak istiyorsan ve bundan gelecek olan rahatsızlığı kabul etmiyorsan bu da bir seçim. Bir konudan rahatsızsan onu yapmazsın.

TECRÜBESİZLİK ÇOK ŞEY ÖĞRETİYOR

Sizde hiçbir “afallama dönemi” oldu mu?

İ.Ç: Tabii, mesleğe ilk başlanılan yıllardaki tecrübesizlik insana çok şey öğretiyor. Ben de “Pars Narkoterör” zamanına, beş sene öncesine gidecek olsam o ilk “çok tanınma” zamanlarının zorlayıcı olduğunu söyleyebilirim.

Nasıl yani?

- Bir anda başrolsün, kameralar senin üstünde, ilgi senin üstünde, ne diyeceğini bilmiyorsun, titriyorsunuz...

Nasıl atlattınız yara almadan ya da şöhret olma haline karşı nefret geliştirmeden?

- Bu dönemleri geçerken tecrübesine güvendiğim insanlarla konuştum, fikir aldım, “nedir bu yani” dedim, öğrenmeye çalıştım. Tabii öğrenme aşaması zor geçiyor.

Hürriyet