STAR YAZARINDAN AHMET ALTAN'A SERT ELEŞTİRİ!
Ahmet Altan'ın dün Denktaş üzerinden hükümeti eleştirme çabasıyla ilgili Star yazarından ilginç bir eleştiri geldi.
İşte Star yazarı İbrahim Kiras’ın o köşe yazısı...
Dink ve Denktaş
Dink cinayeti davasının sonucu birçoğumuz için hayalkırıklığı oldu. Türkiye’deki toplumsal fay hatlarını harekete geçirerek ülkeyi yönetilemez hale getirme amacıyla gerçekleştirildiği açık olan bu cinayetin aktörlerinin sadece tetikçiler seviyesinde soruşturulmakla yetinilmesi zaten bu kararı çok önceden tartışmalı hale getirmişti. Mahkemenin olayda “örgüt bağlantısı” bulamaması özellikle ve haklı olarak tepki çekti.
Bu gelişme üzerine iki ayrı “mantık” devreye girdi: Biri “Genelkurmay Başkanı’nı bile örgüt bağlantısı suçlamasıyla tutuklayan yargı, Dink cinayetindeki örgüt bağlantısını görmüyor” eleştirisine yansıyan mantık. Diğeri ise bunun tam karşısında “Ergenekon örgütünün varlığını bile sorgulayanların Dink cinayetinde örgüt bağlantısı aramaya hakları olamaz” şeklindeki mantık. Her ikisi de tutarlı değil bana sorarsanız. Çünkü her ikisi de “devlet” ve “hükümet” kavramlarını işine geldiği gibi kullanıyor ve bu yüzden de tutarlılığını kaybediyor.
Mahkeme kararı üzerinden siyasi iktidarı eleştirmeye yönelen kesim haklı görülebilir. Ne de olsa devlet ve hükümet kavramlarını iki ayrı yapının ve kimliğin adresleri olarak görmek zorunda değil hiç kimse. Bir de şu var ki iktidar sorumluluğu ağır bir yük. Neticede memlekette olup biten her şeyin hesabı sizden sorulacaktır. Ama yine de mevcut siyasi iktidarın yargının işleyişinden de yargı kararlarının birçoğundan da memnun olmadığının emareleri ortadayken, bu eleştiri “haksız saldırı” anlamına gelmiyor mu?
Başbakan’ın “Başbuğ tutuksuz yargılanmalı” dediği günün ertesinde ve sanki Başbakan’a cevap verircesine aylardır tutuksuz yargılanan bir emekli generalin apar topar tutuklandığı ne çabuk unutuluyor!
Diğer tarafta ise Ergenekon yargılamalarının usul yönünden eleştirilmekte oluşunu, hatta sadece “kurunun yanında yaş da yanmasın” hassasiyeti gösterilmesini derin yapılanmaların varlığını inkâr diye suçlamak ve bunun üzerinden “madem Ergenekon yargılamalarını eleştirdin, öyleyse Dink cinayeti davasından da bir beklentin olamaz” demeye getirmenin tutarlılığı yok. Bunu yapanların ayrıca bir süredir iktidardaki partinin “artık devlet refleksleriyle hareket etmekte olduğu” eleştirisini yapıyor olmaları da manidar.
Yani bazı zihinlerde devlet kavramı öylesine olumsuz anlamlar taşıyor ki söz konusu devletin yönetiminde söz sahibi olanların kimliğinin hiçbir önemi kalmıyor.
Bu mantık merhum Rauf Denktaş’ın arkasından yazılanlarda da vardı: Denktaş kişisel olarak cesurdu, kahramandı, vatanseverdi. Ama devlet adamı olarak her türlü kusuru olan bir adamdı... Yani Denktaş’a yöneltilen eleştiriler aslında onun şahsında Devlet denilen hayali bir kötülük odağını hedef alıyor.
İşin bu tarafı hem siyaset bilimcilerinin hem de sosyal psikologların üzerinde düşünmeleri ve çalışmaları gereken bir alan. Bir de ne anlama geldiğini anlamak için öyle mütehassıs falan olmanın gerekmediği bir yanı var Denktaş eleştirilerinin. Denktaş’ın Türkiye ile irtibatı 60 yıldan beri -anlaşılabilir sebepler dolayısıyla- askeri kesim üzerinden yürüyen bir irtibattı. Bu yüzden bazı konularda yaklaşımları hoş karşılanmayabilir. Ama bunlar üzerinden adamın ömrü boyunca yaptığı her şeyi bir çırpıda karalamaya hakkınız yok. Özellikle de tabutunun arkasından saatlerce yürüyen Başbakan Erdoğan’ın üzerinden Denktaş’ı mahkûm edemezsiniz. Çünkü Denktaş demenin aslında “Kıbrıs Davası” demek olduğunu bilenler, Denktaş’ın Annan Planı oylaması sürecinde gösterdiği tavrı bahane edip “Kıbrıs Davası”na çamur sıçratmaya kalkışanların gerçek maksadını da bilirler.
Kıbrıs’ta olup biten her şeyi “Türk derin devletinin kötülükleri” başlığı altında anlatmak, Türkiye’nin müdahalesini “işgal” diye anmak, 1960’lardan itibaren Türk toplumuna yöneltilen etnik temizlik girişimine karşı verilen bir haklı mücadeleyi karalamaya çalışmak kimsenin haddi olmamalı.
Dink ve Denktaş
Dink cinayeti davasının sonucu birçoğumuz için hayalkırıklığı oldu. Türkiye’deki toplumsal fay hatlarını harekete geçirerek ülkeyi yönetilemez hale getirme amacıyla gerçekleştirildiği açık olan bu cinayetin aktörlerinin sadece tetikçiler seviyesinde soruşturulmakla yetinilmesi zaten bu kararı çok önceden tartışmalı hale getirmişti. Mahkemenin olayda “örgüt bağlantısı” bulamaması özellikle ve haklı olarak tepki çekti.
Bu gelişme üzerine iki ayrı “mantık” devreye girdi: Biri “Genelkurmay Başkanı’nı bile örgüt bağlantısı suçlamasıyla tutuklayan yargı, Dink cinayetindeki örgüt bağlantısını görmüyor” eleştirisine yansıyan mantık. Diğeri ise bunun tam karşısında “Ergenekon örgütünün varlığını bile sorgulayanların Dink cinayetinde örgüt bağlantısı aramaya hakları olamaz” şeklindeki mantık. Her ikisi de tutarlı değil bana sorarsanız. Çünkü her ikisi de “devlet” ve “hükümet” kavramlarını işine geldiği gibi kullanıyor ve bu yüzden de tutarlılığını kaybediyor.
Mahkeme kararı üzerinden siyasi iktidarı eleştirmeye yönelen kesim haklı görülebilir. Ne de olsa devlet ve hükümet kavramlarını iki ayrı yapının ve kimliğin adresleri olarak görmek zorunda değil hiç kimse. Bir de şu var ki iktidar sorumluluğu ağır bir yük. Neticede memlekette olup biten her şeyin hesabı sizden sorulacaktır. Ama yine de mevcut siyasi iktidarın yargının işleyişinden de yargı kararlarının birçoğundan da memnun olmadığının emareleri ortadayken, bu eleştiri “haksız saldırı” anlamına gelmiyor mu?
Başbakan’ın “Başbuğ tutuksuz yargılanmalı” dediği günün ertesinde ve sanki Başbakan’a cevap verircesine aylardır tutuksuz yargılanan bir emekli generalin apar topar tutuklandığı ne çabuk unutuluyor!
Diğer tarafta ise Ergenekon yargılamalarının usul yönünden eleştirilmekte oluşunu, hatta sadece “kurunun yanında yaş da yanmasın” hassasiyeti gösterilmesini derin yapılanmaların varlığını inkâr diye suçlamak ve bunun üzerinden “madem Ergenekon yargılamalarını eleştirdin, öyleyse Dink cinayeti davasından da bir beklentin olamaz” demeye getirmenin tutarlılığı yok. Bunu yapanların ayrıca bir süredir iktidardaki partinin “artık devlet refleksleriyle hareket etmekte olduğu” eleştirisini yapıyor olmaları da manidar.
Yani bazı zihinlerde devlet kavramı öylesine olumsuz anlamlar taşıyor ki söz konusu devletin yönetiminde söz sahibi olanların kimliğinin hiçbir önemi kalmıyor.
Bu mantık merhum Rauf Denktaş’ın arkasından yazılanlarda da vardı: Denktaş kişisel olarak cesurdu, kahramandı, vatanseverdi. Ama devlet adamı olarak her türlü kusuru olan bir adamdı... Yani Denktaş’a yöneltilen eleştiriler aslında onun şahsında Devlet denilen hayali bir kötülük odağını hedef alıyor.
İşin bu tarafı hem siyaset bilimcilerinin hem de sosyal psikologların üzerinde düşünmeleri ve çalışmaları gereken bir alan. Bir de ne anlama geldiğini anlamak için öyle mütehassıs falan olmanın gerekmediği bir yanı var Denktaş eleştirilerinin. Denktaş’ın Türkiye ile irtibatı 60 yıldan beri -anlaşılabilir sebepler dolayısıyla- askeri kesim üzerinden yürüyen bir irtibattı. Bu yüzden bazı konularda yaklaşımları hoş karşılanmayabilir. Ama bunlar üzerinden adamın ömrü boyunca yaptığı her şeyi bir çırpıda karalamaya hakkınız yok. Özellikle de tabutunun arkasından saatlerce yürüyen Başbakan Erdoğan’ın üzerinden Denktaş’ı mahkûm edemezsiniz. Çünkü Denktaş demenin aslında “Kıbrıs Davası” demek olduğunu bilenler, Denktaş’ın Annan Planı oylaması sürecinde gösterdiği tavrı bahane edip “Kıbrıs Davası”na çamur sıçratmaya kalkışanların gerçek maksadını da bilirler.
Kıbrıs’ta olup biten her şeyi “Türk derin devletinin kötülükleri” başlığı altında anlatmak, Türkiye’nin müdahalesini “işgal” diye anmak, 1960’lardan itibaren Türk toplumuna yöneltilen etnik temizlik girişimine karşı verilen bir haklı mücadeleyi karalamaya çalışmak kimsenin haddi olmamalı.