Sonunda herkes “FETÖ’cü” mü ilan edilecek?..

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, son günlerde belli kesimlerde yaygınlaşan “Acaba aykırı giden herkes FETÖ’cü olarak mı damgalanacak?” endişesini tartıştı…

Her tür kalkışmanın, darbenin, devrim veya karşı-devrimin vb sonunda ortalığı bir “Aşırılıklar dalgası” kaplar. Bu kısmen doğal savunma refleksinden, kısmen insan denen varlığın çiğliğinden kısmen de doğan ortamı fırsat belleyen bazı siyasi köpürtmelerden kaynaklanır. Her ne nedenle olursa olsun kabaran öfke seli önüne kattığını sürüklemeye eğilimlidir. Bu belli ölçülerde “kaçınılmaz” kabul edilebilse dahi bünyesinde taşıdığı potansiyeller bakımından riskli ve sakıncalıdır. Çünkü hangi “Ekstrem” noktalara savrulacağı bilinemez!..

Böylesi bir durumda kimse çıkıp “Uyarı” görevini yapmadığı veya yapamadığı, damgalanmaktan çekindiği, korktuğu, “Başıma bir şey gelir mi?”, “Erken öten horoz muamelesi mi görürüm?” endişesine kapıldığı için bu gibi sorular sorulmaz. Ancak bazı kaygılar şimdi dile getirilmeyecekse ne zaman? Yıllar sonra –şu an olduğu gibi- “Toplu günah çıkarma seansları” başladığında mı? “Vay be amma da aşırı gitmişiz” dendiğinde mi? İş işten geçtikten sonra mı? Zaten bir yanıyla bu gibi “birikmeler”in sonuçlarını yaşamıyor muyuz?..

MÜKEMMEL BİR DAMGALAMA YÖNTEMİ!..

Neyse; benim bu yazıyı yazmama asıl vesile olan ise oldukça “garipsediğim” bir durum oldu. Sayın Bülent Arınç, Turgay Güler, Ersoy Dede ve Melih Gökçek için “Kripto Cemaatçi” demiş. Onları savunmak bana düşmez ama güldüm ve bu beyanı daha ziyade havaların çok sıcak gidişine bağladım. Hayli “çocukça” bir suçlama görmeme rağmen çok da “tehlikeli” buldum. Çünkü bir “eğilim”e işaret ediyor. Bu sayede herkes her hoşuna gitmeyene, nefret ettiğine, geçmişte kavgalı olduğuna, vb hemen böylesi bir “etiket” vurabilirdi. Dediğim gibi birbirlerine ne dedikleri umurumda değil. Lakin bu anlayış bir kez yerleşti mi önüne kimi katacağı hiç belli olmaz. O yüzden bu durum daha da “çirkin” ve iyice “saçma” boyutlar kazanmadan önüne geçmek gerek!

Daha da fenası -zaten emareleri olduğu üzere- herkes yarın öbür gün birbirini “FETÖ’cü”, ya da “Kripto FETÖ’cü” ilan edebilir ve bu bir “dayatılmış çizgi” haline gelebilir. Üstelik bu tarz vehimler bir “salgın” haline kavuşabilir ve her önüne gelen bir diğerini “FETÖ’cü” diye ihbar edebilir. Demek ki sonuçta millet birbirine insafsız, ölçüsüz, temelsiz, sadece soyut suçlamalara dayalı yakıştırmalarda bulunabilir. Bunun sonu nereye varır bilinmez. Teşvik edici tutumlardan kaçınmak gerek!

BİR “CADI AVI”NA SEBEP TEŞKİL EDER Mİ?..

Üstelik bunun zamanla hemen her kesimi kaplama ihtimali de doğabilir. Siyasi ihtiyaçlara göre “seri imalatı”na geçilebilir. Nitekim son zamanlarda belli kesimlerde (Bilhassa Sol, Sosyal-Demokrat, Sosyalist, Ulusalcı, Kemalist, muhalif, vb) kiminle konuşsam (Ki bunlar “Darbe karşıtı” tutuma sahip insanlardır) hemen hepsi bu gibi soruları kafalarının bir köşesinde taşımaktadırlar; “Acaba yarın öbür gün iktidar kendisine karşı olan herkesi FETÖ’cü olarak mı tanımlayacaktır?”, “FETÖ’cülük bahanesiyle herkes susturulmaya mı çalışılacaktır?”, “FETÖ’cülük aykırı görüş taşıyan herkese karşı bir baskı argümanına mı dönüşecektir?” İçlerinde “Olayın böyle bir seyir izleyeceğine” inananı da var “durumun siyasi gelişmelere bağlı” olacağını söyleyeni de. Ancak “Kesinlikle olmaz” diyene henüz rastlamadım. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama benim tuttuğum “nabız” bu yöndedir!..

Aynı şekilde devlet ve askeri bürokrasi içinde “Kimi tasfiyelere zemin mi hazırlanacaktır?” şeklinde bir kaygı da mevcut görünüyor. Devlet içinde “Şu FETÖ’cü, bu gizli FETÖ’cü diye AKP ile uyum göstermeyen kadroların uzaklaştırılmasına bahane mi teşkil edecektir?” türünden endişeler uç verebilmektedir. Ne olacaktır, bu konuda ayrı “fişlemeler” veya ihbar mekanizmaları mı işletilecektir? “Devlette FETÖ’cüleri temizliyoruz” denilerek biat etmeyen herkes mi uzaklaştırılacaktır? Vaktiyle bir “FETÖ’cü” ile selamı olan bile mi dışlanacaktır? “Cemaat” devletten uzaklaştırılırken yerleri ehliyetsiz “tarikat mensupları” ile mi doldurulacaktır? Yeni bir “liyakatsizlik akını” mı başlayacaktır? Vaktiyle “FETÖ’cüler”in yaptığı gibi yeni “kumpas”lar mı kurulacaktır? Pompalanan kanaatler hukukun yerine ve önüne mi geçecektir?..

ASIL YOK SAYMAK “FİTNE KAPILARI”NI ARALAR!..

Tabii bütün bunları bir tür “Vehim” olarak da görebilirsiniz, “yersiz bir endişe”de. (Hatta daha negatif ve empati yoksunu bir tavırla “Bunlar fitne mi çıkartmak istiyorlar?” diye de dışlayabilirsiniz.) Lakin belli kesimlerde böylesi soru ve şüphelerin olduğu gerçeğini değiştirmez. Ve eğer böyleyse sorun ona buna kızarak, yok sayılarak, kulak tıkayarak halledilebilecek türden bir sorun değildir.

Halbuki söz konusu kaygı ne kadar “erken” tespit edilirse ona göre önlemler alınabilir ve herkese yönelik daha “güven verici” tavır ve söylemler geliştirilebilir. Bugünlere hep “duyulmak istenmeyen sorular”ı baskılayarak, suçlayarak geldik. Burnunun ucunu dahi göremeyen “kapalı devre” zihinlere, klişelere yaslandık. Şimdi tam tersini yapmanın vaktidir. Tabii gerçekten arzulanan buysa şayet!..

YAŞANANLAR “ERGENEKON”UN BİR “KARİKATÜRÜ” OLMASIN!..

Unutmayalım; çok değil daha birkaç sene önceye kadar şimdi “FETÖ” olarak tanımlanan yapı “darbe ihtimali”ni gerekçe göstererek ülkede tam bir “sürek avı” başlatmış, yüzlerce aydın, gazeteci, yazar, akademisyen, asker, muhalif, vb “Ergenekon Terör Örgütü” (ETÖ) üyesi olmaktan dolayı tutuklanmışlardı. Bilhassa polis ve adliyede örgütlendiği söylenen “yapı” muhtelif kumpas, iftira ve uydurma (Sehven!) suç isnatlarıyla insanları ağır töhmetler altında bırakmıştı. Şimdi bu yöntem bir yanıyla tekrar mı “kopyalanmak” isteniyor acaba?

Üstelik o zamanlar herkes “devlet bağırsaklarını temizliyor” diye bağırıyordu. Fakat sonuçta bunun bir “temizleme” değil, devletten bazı kadroları uzaklaştırma, yerine kendi eğilimindeki kişileri yerleştirme ve “içten kuşatma” harekâtının bir parçası olduğu anlaşıldı. Gerçekte temizlenemeyen tek şey –her dönem için- belli bir “zihniyet” olmalı herhalde!

Ancak gel zaman git zaman işler tersine döndü ve düne kadar “Kanka” olanlar birbirine girdi. Bilhassa 7 Şubat MİT Olayı ve 17-25 Aralık soruşturma girişimi sonrası söz konu yapının birdenbire ne kadar “tehlikeli” olduğunun farkına varıldı ve bir dizi operasyon yapıldı. Ancak hiçbiri “15 Temmuz Kamikaze Darbe Girişimi” kadar etkili ve sarsıcı olmadı. Şimdi hükümet doğal olarak yeni girişim ihtimallerine karşı sert önlemler alma yoluna gidiyor. Hangi hükümet olursa olsun kendisine karşı darbeye kalkışanlara yönelik tedbirler alacak elbette. Bu noktada anormal bir durum yok!

Peki o halde belli kesimler neden tedirgin? Bu güvensizlik ve endişe hissinin kaynağı ne? (OHAL ilanı, kitlelerin sürekli sahada tutulmak istenmesi ve kimi ucu belirsiz “restorasyon girişimleri”de bu endişeyi derinleştirmiştir.) Toplumun bir kesimi yaşananlara bir “demokrasi zaferi” olarak bakarken diğerleri niçin “gelecek demokrasi”ye dair kafasında soru işaretleri taşımaktadır? Bu sadece onların “kötü niyeti” ile izah edilebilir mi?..

DARBE SONRASININ ÜÇ MESAJI!..

Demek ki yüzleşmekten kaçınılan bir başka sıkıntı halen sürmektedir. O sıkıntı ise darbe girişimi sonrası oluşan konjonktürün bir şekilde “kötüye kullanılması” endişesidir. Toplumun çok büyük kesimi “FETÖ”ye karşı sürdürülen operasyonlara destek vermektedir. Çünkü birincisi herkes “FETÖ” olarak adlandırılan “Yapı”nın yol açtığı sonuçları görmüştür. İkincisi insanlar geçmiş darbelerin bilinçaltına yerleştirdiği “tarihsel imaj”dan rahatsızdır. Üçüncüsü ne kadar “sorunlu” olursa olsun meselelerin demokrasi içinde kalınarak hallolmasından yanadırlar. Buna darbe sonrasının “üç mesajı” da diyebiliriz. Doğru algılamak gerek!..

Lakin insanlar çatışmaktan, didişmekten, sinir harbinden de bıkmışlardır. Ve bunun tekrar hortlamasından çekinmektedirler. Artık daha basiretli bir “siyasi ortam” beklemektedirler. Dahası artık kimse darbeye, terörizme, kaosa yol açmadığı sürece hiçbir siyasi görüşün yok sayılmasını, baskı altına alınmasını, “düşman” muamelesi görmesini, damgalanmasını istememektedirler. “Her şerde bir hayır vardır” deyişinde olduğu gibi bunu “demokrasiyi pekiştirecek” bir fırsata da çevirebiliriz yeni çıkmazlara sokacak “Ben yaptım oldu” türünden inatlaşmalara da. Bu tümüyle gösterilecek “siyasi olgunluğa” bağlı olacaktır. Bu noktada bazı “ümitkâr” esintilere rağmen halen bazı tıkanıklıklar olduğu da sezilmektedir!..

DARBEYE KARŞI “ORTAK NABZI” KORUMAK GEREK!..

Türkiye’de ilk defa toplumun çok büyük bir kesimi ortak olarak “Darbe karşıtı” tutum almış ve ardından karşılıklı olarak “Görece yumuşama” mesajları verilmiştir. Şimdi kimsenin her ne gerekçe ile olursa olsun bunu zedelemeye, üzerine gölge düşürmeye ve yeniden “eski çatışma hattı”na sokmaya hakkı yoktur. Toplumu yeniden kutuplaştıracak, gerecek tutumlardan özenle kaçınılmalıdır. Bu konuda öncelikli sorumluluk siyasi iktidara aittir. Artık yeni çiğliklere yol açmamak lâzım!..

Dahası bir “darbe tehlikesi”ninin atlatılmasını başka yaptırımlara “mazaret” olarak gösterilmesinden çekinmektedirler. Bunun yeni bir “McCarthy’cilik” dalgasına yol açma ihtimalinden korkmaktadırlar. Bu gibi dumanlı havalarda bazı psikolojilere fazlasıyla abanmak, kaşımak, cesaretlendirmek sakıncalıdır. Her şeye rağmen daha “olgun bir çizgi” aranmalıdır. Bu “Uyanık” davranmaya engel değildir!

“FIRSATÇI” TUTUMLARDAN KAÇINMAK LÂZIM!..

Sonuç olarak; başta darbe girişimini gerçekleştirenler olmak üzere söz konusu “Yapı”nın yakın dönemde yarattığı tüm tahribatlar en net şekilde sorgulanmalı, sulandırmaya meydan verilmeden en adil şekilde hukuki sonuca bağlanmalıdır. Sivil otoritenin hakkaniyet ölçülerini zedelemeden atacağı adımlar desteklenmelidir. Darbeye kalkışmak ciddi bir olaydır ve aynı “ciddiyet”le ele alınmalıdır.
Sivil otoritede de sadece kendi gibi düşünenleri değil, farklı görüş, kaygı ve yaklaşımları dikkate almalı, “fırsatçı” tutumlardan, ucuz yaftalamalardan alabildiğine kaçınmalıdır. Dolayısıyla kafalardaki sorular süreçte pratik olarak giderilmeden, yapılacak “normalleşme”, “uyum”, “birlik” çağrıları tatminkârlıktan uzak olacağa benzer…

Unutmayın; Türkiye büyük bir badire atlatmış ancak Türkiye’ye kurulan ve kurulacak olan tuzaklar bitmemiştir. Makuliyet ve itidal bu süreçte temel kıstas olmalıdır. Bunu zedeleyebilecek her davranış ve söyleme karşı azami dikkat!..

Tamam; “Zor günlerdeyiz” ama durumu daha da zorlaştırmanın alemi yok!..

03.08.2016.

atillaakar@gmail.com