SİZ NEŞET ERTAŞ'I NEREDEN BİLECEKSİNİZ Kİ?

Güneş yazarı Rıza Zelyut, Neşet Ertaş'ın ölümünün ardından çok dokunaklı bir yazıyı kaleme aldı..

Son şaman da gitti

Neşet Ertaş'ı siz nereden bileceksiniz ki?
Onun 1960'larda yaptığı sevda türkülerini o ilk havasıyla dinlediniz mi?
'Dane dane benleri var yüzünde
Can alıcı bakışları gözünde
Bin bir tad var edasında nazında
Dünyada yardan tatlı var m'ola'
Sevgililerimizin arkasında işte onun böyle türkülerini söylerdik.

İş bozlaklara gelince de ince bir ateşin içimizde, damarlarımızda dolaştığını hissederdik; pişerdik.
Sadece uzun havaların efendisi değildi o; kırık hava denilen oyun havalarında da üstüne yoktu.
Sazı öyle bir çalıyordu ki, ona kadar böyle bir ustalık görülmemişti.
İddia ediyorum ki bundan sonra da kimse onun gibi çalamaz.
Eğer kendine güvenen bir usta var ise, gelsin; bana, 'O kız mektepten gelirdi'yi çalsın.
Çalamazlar... Çünkü o türkü biçimli bir senfonidir.

ABDALLARIN EN BÜYÜK OĞLU
Anadolu'nun kilidi 1071 Malazgirt Zaferi ile açılmış olsa bile bu toprakları temelli fethedenler silahsız gönül erleri idiler. Bunların birisi Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları), diğeri Ahiyan-ı Rum (Anadolu ahileri/sanatkarları, üreticileri), bir diğeri de Abdalan-ı Rum (Anadolu Abdalları) idi.
Abdallar; gezgin kültür elçileri idiler. Bunlar; İslam öncesi Türk kültürü ile yaşayan ve bu kültürü her yere götüren bölükler idiler. Ellerinde sazları var idi. Türkler; bağlama çalıp yer altındaki ve yer yüzündeki var olduğuna inandıkları ruhlarla bağlantıya geçerlerdi. Bu işi yapan özel yetişmiş kişilere şaman denilirdi. Bunun yerel söyleyişi 'baksı, oyun/ozan' biçiminde değişiyordu.
Neşat Ertaş kendinden geçerek ruhlar dünyası ile bağlantı kuran o şamanların son örneği idi. Söyleyişinde, duruşunda, tezene vuruşunda bu vardı.
Ne yazık ki gezginci oldukları için Abdalları yerleşik boylar hakir gördüler, dışladılar. Neşet Ertaş bu acıyı derinden duydu.

KUŞ GİBİ
Anadolu Abdallarının en büyük oğlu; bu milletin ruh dünyasının, binlerce yıllık sesinin, ebedi sazı bağlamının efendisi artık öbür dünyaya göçtü.
Bir kuş olarak.
Türkler; ölüme inanmaz; bunun adı don değiştirmedir. Atalarımız da ölümü, 'kuş biçimine girip Gök Tanrı'ya ulaşmak' biçiminde anlatmışlardır.
Şimdi o; hüma kuşu gibi göklere süzüldü.
Yunus Emre'nin dediği gibi, 'Ölür ise ten ölür/Canlar ölesi değil.'
Neşet babanın sesi, sonsuza değin bu gök kubbede çınlayacaktır.

GARİBİM
'Garibim geldik gitmeye
Muhabbetimiz bitmeye
Yar ile sohbet etmeye
Doyulur mu doyulur mu?'
Bin senedir Anadolu'nun her yerinde dolaşan Abdallar; Hacı Bektaş-ı Veli çizgisinde idiler. Neşet babanın bu yönde okuduğu naati, semahları da ayrı bir güzelliktedir.
'Bencillik'ten uzak, kendisini herkesin ayak toprağı gören bu çizgi elbette ki 'Gariplik' biçiminde bir duyguyla doludur. Neşet Ertaş da türkülerinde mahlas olarak 'Garib'i kullandı. Kimi zaman 'Kul Garib' dedi. Ve Türkiye'de kıymeti anlaşılamadı; gurbete gitti; garib oldu.
Daha küçük bir çocuk iken düğünlerde keman çalan, oynayan Neşet; artık Avrupa'da bir garip olarak dolaşıyordu.
Gariblik onların kaderi gibiydi: Tıpkı babası büyük usta Muharrem Ertaş gibi, dayısı Hacı Taşan gibi ve Çekiç Ali gibi...

AŞK İNSANI
Daha iki üç yaşında oyun arkadaşı göçebe kızına aşık olan bir ruh düşünün. Yıllar sonra onun adına türküler yakan böyle bir ozana, eskiden 'Badeli Âşık' deniliyordu. Bunun bir başka adı da 'Hak Âşıkı' idi.
Neşet Ertaş'ı böyle coşturan; ona içli türküler yaktıran da sevda ırmağında yüzmesi olmuştur. Ama acılar çekti; haykırdı:
'Yazımı kışa çevirdin
Karlar yağdı başa Leyla
Viran oldu evim yurdum
Ne söylesem boşa Leyla'
Yüzlerce türküsünde aşkı, özlemi, dostluğu en duygulu biçimde anlatan Neşat Baba'nın önünde saygıyla eğiliyorum.
Sanatçı Erol Parlak'tan ricam var: Neşet Baba ile ilgili olarak yaptığı çalışmayı bir an önce yayımlasın.


Rıza ZELYUT / GÜNEŞ