SİZ BIRAKIN MUHTEŞEM YÜZYIL'I DA PERİŞAN YÜZYIL'A BAKIN BEYLER! FATMAGÜL'Ü ALAN ESTERGON'U GEÇMİŞ HABERİNİZ YOK!
Zaman yazarı Ahmet Tezcan, küçük kızı ile yaşadığı Muhteşem Yüzyıl ve Türk dizileri tartışmasını köşesine taşıdı!
Muhteşem Yüzyıl’ı bırak, Fiilin Çatısı’na bak! Durum vahim! - [Ahmet Tezcan]
Farkında bile değilim. Kızımın odasına daldığım an yedim paparayı: "Heey dostum n’aptığını sanıyorsun sen? Kapıyı vurmadan nasıl girersin? Kanuni Sultan Süleyman’ın yatak odası mı burası?"
Tepem attı!
Babasına "Hey dostum" diye hitap eden 14 yaşındaki bir kız çocuğunun, seyrettiği Amerikan filmlerinin Türkçe seslendirmelerinden etkilenmesi doğal bir şeydir. Bunu anlarım! Tepemi attıran "hey dostum" değil, kızımın öp-öz Türk dizi filmlerini seyrediyor olmasıydı.
"Bana bak!" dedim. "Benden ya da annenden izin almadan nasıl Türk dizisi seyredersin sen? Fatmagül olayında yasak koymamış mıydık?"
Bizimki tınmadı bile. Twilight roman serisine nazire olarak yazdığı hikaye defterini bırakıp yüzünü buruşturdu:
"Çok çağdışısın baba!" dedi bu sefer. Ben yaşlılığımın hatırlatılması gereken durumlarda baba olarak algılanıyordum sanırım. Ya da bu hitap biçimi annesinden tevarüs ettiği bir dişil intikam biçimi olmalıydı. Neticede uyumlu, kanı ılık bir koca olarak son ucu karısına dayanacak bir tartışmanın odağında olmak işime gelmediği için üstünde durmadım.
Fakat karşımdaki 14 yaşında da olsa bir dişiydi nihayet ve çene aksamı sıkı çalışıyordu.
"Yasaklarla bir yere varılmaz bir kere!" diye devam etti. "Üstelik Fatmagül’ün Suçu Ne meselesinde sen baştan çuvallayıp romantik bir şekilde ağlamaya kalkarken, ben problemi rasyonel olarak çoktaaan çözmüştüm unuttun mu?"
Haklıydı. Dizi filmi seyrederken Fatmagül’e yapılanlara yüreğim dayanamamış, gözlerim yaşarmıştı. Tam o sırada mutfaktan gelen karım, elindeki köfteyi yuvarlarken "Fatmagül’ün suçu neymiş anlayabildiniz mi?" diye sorduğunda bizim bücür dişi lafı patlatmıştı:
"Ne olacak, gece yarısı açık saçık tek başına dağ bayır dolaşmak!"
Doğrusu bu hiç aklıma gelmemişti. Üstelik bu cümleyi söyleyebilen kişi geleneksel pratikler açısından ben olmalıydım. Lafzen olmasa bile resmen baba olan bendim.
"Ama o gezmeye çıkmamıştı ki, nişanlısını karşılamaya gidiyordu!" diye itiraz etmek gafletinde bulunmuştum bu yüzden ve derhal ağzımın payını almıştım:
"O da yanına yengesini alsaydı, tek başına çıkarsa olacağı bu! O kız nerde yaşadığının farkında değil bir kere! Üstelik bu filmin sinema versiyonunda Hülya Avşar daha iyi oynamıştı! O yüzden başına gelene kıl kadar üzülmedim. Oh oldu!"
Nutkum tutuldu. Fatmagül sorunsalının bir de sinema versiyonu olduğunu, o filmin kızım doğmadan önce çekildiğini, başrolünde Hülya Avşar’ın oynadığını bilmiyordum. Cehalet diz boyu idi. İşte buna katlanamazdım.
"Bir daha bu evde benden ya da annenden izinsiz Türk dizisi seyretmeyeceksin tamam mı!" diye fırlamıştım yerimden. "Bu filmler senin terbiyeni bozuyor!"
Ana-kız sessizce bakışmışlardı. Ben de bunu itaaat olarak algılamıştım. Oysa sektörel bir dayanışma imiş meğer. Geçen akşam kızımın odasına dalıp "Kanuni’nin yatak odası mı burası?" diye paparayı yiyene kadar da öyle zannetmeye devam etmiştim.
"Fatmagül’ü geç bi kere!" dedim. "Kanuni dizisi yanında Fatmagül, Rahibe Teresa gibi kalır. Seyretmeyeceksin tamam mı, sey-ret-me-ye-cek-sin? Bu bir emirdir. Emir demiri keser."
Klasik büluğ çağındaki kız üff’lemesiyle ödev defterine uzandı bizimki:
"Sen istediğin kadar yasakla!" dedi. "Okulda o dizilerden ödev bile veriliyor."
"Ne!" diye bağırdım. "Ödev mi? Yani sizin okulda öğrencilerden biri Fatmagül, öteki Kanuni mi oluyor? Ya da biri Bihter, beriki Hürrem rolünü mü oynuyor?"
Birden ciddileşti, İşaret parmağını kaldırdı.
"Bu bir espriyse bayım, tek kelimeyle iğğğrenç!" dedi. "Değilse, senin adına üzgünüm dostum!"
Allah’tan düşündüğüm gibi değilmiş. Türkçe dersinde veriyorlarmış ödevi. Uygulamalı değil, sözel imiş. Mesela; öğretmen Aşk-ı Memnu disizindeki Bihter ile Behlül arasında geçen bir diyaloğu yazdırıyor, sonra da "Bu cümledeki fiilin çatısını Özne-Yüklem İlişkisi Açısından ve Nesne-Yüklem İlişkisi Açısından açıklayınız" diye soruyormuş. Özne-Yüklem İlişkisi Açısından Fiilin Çatısı ancak "Etken, Edilgen ya da Dönüşlü" olabilirmiş. Nesne-Yüklem İlişkisi Açısından ise Fiilin Çatısı daha da vahim; "Geçişli, Geçişsiz, Oldurgan ya da Ettirgen" imiş.
Bu son "Ettirgen ve Oldurgan" çatı durumundan bir hayli işkillensem de soru "Bihter ve Behlül İlişkisi Açısından Fiilin Çatısı" olarak sorulmadığı için, gözümün önünde hiçbir şey canlanmadı. Üstelik ders Türkçe de olsa biraz Almanca havası verilmiş gibi geldiği için zırnık kadar anlamadım.
"Nasıl olacakmış o?" dedim. Cehaletim kızımın anaç güdülerini harekete geçirdi.
"Bak babacık!" dedi. "Fiilin çatısını öğrenmek için soru sormamız lazım. Örneğin Neyi ya da Kimi sorularına cevap alabiliyorsak Fiilin Çatısı Geçişli demektir. Geçişli x 2 = Ettirgen demektir."
Olduğum yere yığılıverdim.
En az 52 yıldır konuştuğum Türkçe’nin başına gelenler Fatmagül’ün başına gelenlerden daha beterdi. Biz Kanuni Sultan Süleyman’ın yatak odasına girilir mi, girersek Kanuni’yi içki içerken mi Hürrem Sultan’ın dansını seyrederken mi yakalarız diye tartışırken, birileri, hatta isim bile verebilirim Thales denilen alçak herif, geçişli ve dönüşlü koridorlardan sızıp uğrunü uğrunü Türkçe’nin yatak odasına girmiş, anadilimizi Oldurgan ve Ettirgen hale dönüştürüvermişti. Bunu nasıl becerdiğini anlatsam, siz bile anlamazsınız.
Uzun süre kendime gelemedim. Hâlâ da gelebilmiş değilim. Bakmayın burada cümleler kurduğuma. Yazarken de konuşurken de seçtiğim her kelimedeki Özne-Yüklem yahut Nesne-Yüklem İlişkisi Açısından Fiilin Çatısı başıma çökecek ve elimde olmadan Bihter-Behlül ilişkisi durumu oluşacak diye korkuyorum.
Siz bırakın Muhteşem Yüzyıl’ı da Perişan Yüzyıl’a bakın beyler!
Fatmagül’ü alan Estergon’u geçmiş haberiniz yok
Farkında bile değilim. Kızımın odasına daldığım an yedim paparayı: "Heey dostum n’aptığını sanıyorsun sen? Kapıyı vurmadan nasıl girersin? Kanuni Sultan Süleyman’ın yatak odası mı burası?"
Tepem attı!
Babasına "Hey dostum" diye hitap eden 14 yaşındaki bir kız çocuğunun, seyrettiği Amerikan filmlerinin Türkçe seslendirmelerinden etkilenmesi doğal bir şeydir. Bunu anlarım! Tepemi attıran "hey dostum" değil, kızımın öp-öz Türk dizi filmlerini seyrediyor olmasıydı.
"Bana bak!" dedim. "Benden ya da annenden izin almadan nasıl Türk dizisi seyredersin sen? Fatmagül olayında yasak koymamış mıydık?"
Bizimki tınmadı bile. Twilight roman serisine nazire olarak yazdığı hikaye defterini bırakıp yüzünü buruşturdu:
"Çok çağdışısın baba!" dedi bu sefer. Ben yaşlılığımın hatırlatılması gereken durumlarda baba olarak algılanıyordum sanırım. Ya da bu hitap biçimi annesinden tevarüs ettiği bir dişil intikam biçimi olmalıydı. Neticede uyumlu, kanı ılık bir koca olarak son ucu karısına dayanacak bir tartışmanın odağında olmak işime gelmediği için üstünde durmadım.
Fakat karşımdaki 14 yaşında da olsa bir dişiydi nihayet ve çene aksamı sıkı çalışıyordu.
"Yasaklarla bir yere varılmaz bir kere!" diye devam etti. "Üstelik Fatmagül’ün Suçu Ne meselesinde sen baştan çuvallayıp romantik bir şekilde ağlamaya kalkarken, ben problemi rasyonel olarak çoktaaan çözmüştüm unuttun mu?"
Haklıydı. Dizi filmi seyrederken Fatmagül’e yapılanlara yüreğim dayanamamış, gözlerim yaşarmıştı. Tam o sırada mutfaktan gelen karım, elindeki köfteyi yuvarlarken "Fatmagül’ün suçu neymiş anlayabildiniz mi?" diye sorduğunda bizim bücür dişi lafı patlatmıştı:
"Ne olacak, gece yarısı açık saçık tek başına dağ bayır dolaşmak!"
Doğrusu bu hiç aklıma gelmemişti. Üstelik bu cümleyi söyleyebilen kişi geleneksel pratikler açısından ben olmalıydım. Lafzen olmasa bile resmen baba olan bendim.
"Ama o gezmeye çıkmamıştı ki, nişanlısını karşılamaya gidiyordu!" diye itiraz etmek gafletinde bulunmuştum bu yüzden ve derhal ağzımın payını almıştım:
"O da yanına yengesini alsaydı, tek başına çıkarsa olacağı bu! O kız nerde yaşadığının farkında değil bir kere! Üstelik bu filmin sinema versiyonunda Hülya Avşar daha iyi oynamıştı! O yüzden başına gelene kıl kadar üzülmedim. Oh oldu!"
Nutkum tutuldu. Fatmagül sorunsalının bir de sinema versiyonu olduğunu, o filmin kızım doğmadan önce çekildiğini, başrolünde Hülya Avşar’ın oynadığını bilmiyordum. Cehalet diz boyu idi. İşte buna katlanamazdım.
"Bir daha bu evde benden ya da annenden izinsiz Türk dizisi seyretmeyeceksin tamam mı!" diye fırlamıştım yerimden. "Bu filmler senin terbiyeni bozuyor!"
Ana-kız sessizce bakışmışlardı. Ben de bunu itaaat olarak algılamıştım. Oysa sektörel bir dayanışma imiş meğer. Geçen akşam kızımın odasına dalıp "Kanuni’nin yatak odası mı burası?" diye paparayı yiyene kadar da öyle zannetmeye devam etmiştim.
"Fatmagül’ü geç bi kere!" dedim. "Kanuni dizisi yanında Fatmagül, Rahibe Teresa gibi kalır. Seyretmeyeceksin tamam mı, sey-ret-me-ye-cek-sin? Bu bir emirdir. Emir demiri keser."
Klasik büluğ çağındaki kız üff’lemesiyle ödev defterine uzandı bizimki:
"Sen istediğin kadar yasakla!" dedi. "Okulda o dizilerden ödev bile veriliyor."
"Ne!" diye bağırdım. "Ödev mi? Yani sizin okulda öğrencilerden biri Fatmagül, öteki Kanuni mi oluyor? Ya da biri Bihter, beriki Hürrem rolünü mü oynuyor?"
Birden ciddileşti, İşaret parmağını kaldırdı.
"Bu bir espriyse bayım, tek kelimeyle iğğğrenç!" dedi. "Değilse, senin adına üzgünüm dostum!"
Allah’tan düşündüğüm gibi değilmiş. Türkçe dersinde veriyorlarmış ödevi. Uygulamalı değil, sözel imiş. Mesela; öğretmen Aşk-ı Memnu disizindeki Bihter ile Behlül arasında geçen bir diyaloğu yazdırıyor, sonra da "Bu cümledeki fiilin çatısını Özne-Yüklem İlişkisi Açısından ve Nesne-Yüklem İlişkisi Açısından açıklayınız" diye soruyormuş. Özne-Yüklem İlişkisi Açısından Fiilin Çatısı ancak "Etken, Edilgen ya da Dönüşlü" olabilirmiş. Nesne-Yüklem İlişkisi Açısından ise Fiilin Çatısı daha da vahim; "Geçişli, Geçişsiz, Oldurgan ya da Ettirgen" imiş.
Bu son "Ettirgen ve Oldurgan" çatı durumundan bir hayli işkillensem de soru "Bihter ve Behlül İlişkisi Açısından Fiilin Çatısı" olarak sorulmadığı için, gözümün önünde hiçbir şey canlanmadı. Üstelik ders Türkçe de olsa biraz Almanca havası verilmiş gibi geldiği için zırnık kadar anlamadım.
"Nasıl olacakmış o?" dedim. Cehaletim kızımın anaç güdülerini harekete geçirdi.
"Bak babacık!" dedi. "Fiilin çatısını öğrenmek için soru sormamız lazım. Örneğin Neyi ya da Kimi sorularına cevap alabiliyorsak Fiilin Çatısı Geçişli demektir. Geçişli x 2 = Ettirgen demektir."
Olduğum yere yığılıverdim.
En az 52 yıldır konuştuğum Türkçe’nin başına gelenler Fatmagül’ün başına gelenlerden daha beterdi. Biz Kanuni Sultan Süleyman’ın yatak odasına girilir mi, girersek Kanuni’yi içki içerken mi Hürrem Sultan’ın dansını seyrederken mi yakalarız diye tartışırken, birileri, hatta isim bile verebilirim Thales denilen alçak herif, geçişli ve dönüşlü koridorlardan sızıp uğrunü uğrunü Türkçe’nin yatak odasına girmiş, anadilimizi Oldurgan ve Ettirgen hale dönüştürüvermişti. Bunu nasıl becerdiğini anlatsam, siz bile anlamazsınız.
Uzun süre kendime gelemedim. Hâlâ da gelebilmiş değilim. Bakmayın burada cümleler kurduğuma. Yazarken de konuşurken de seçtiğim her kelimedeki Özne-Yüklem yahut Nesne-Yüklem İlişkisi Açısından Fiilin Çatısı başıma çökecek ve elimde olmadan Bihter-Behlül ilişkisi durumu oluşacak diye korkuyorum.
Siz bırakın Muhteşem Yüzyıl’ı da Perişan Yüzyıl’a bakın beyler!
Fatmagül’ü alan Estergon’u geçmiş haberiniz yok