SİYASİ İSLAMCILAR İÇİN GAZZE NEDEN ÖNEMLİ? HÜRRİYET YAZARI AÇIKLADI!

Gelin Türkiye ve Filistin'in nasıl “İslamileştirildiğine” bir göz atalım. Ki bu siyasal ittifakı anlayalım...

Siyasi Islamcılar için Gazze neden önemli

12 Eylül 1980’de toplumsal hayatın “İslamileştirilmesi” aynı dönemde Filistin topraklarında da yaşandı. Tesadüf değildi. ABD bu “yeşil kuşak projesi”ni aynı süreçte, aynı amaçla Filistin’de de hayata geçirdi. Bugün Türkiye’de ağzından “Gazze” sözcüğünü düşürmeyen siyasi çevreler ile Gazze’yi merkez yapan Hamas bu büyük projenin ürünüdür. Gelin Türkiye ve Filistin’in nasıl “İslamileştirildiğine” bir göz atalım. Ki bu siyasal ittifakı anlayalım...

BU sayfada ısrarla bir konunun altını çizmeyi sürdüreceğim:
Türkiye’de yaprak kımıldasa kafanızı yukarı kaldırıp bakacaksınız, dünyada rüzgâr nereden esiyor?
Şimdi, “Siyasal İslam Türkiye’de en çok ne zaman devlet katında himaye gördü?” diye sorsam ne yanıt verirsiniz?
“12 Eylül 1980 askeri darbesi” doğru cevaptır.
12 Eylül’ün iki önemli dayatması oldu.
Biri, neo-liberal iktisada geçiş.
İkincisi, sol tehlikeyi tamamen ortadan kaldırmak.
ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi”nin stratejisi, sol hareketlerin karşısına panzehir olarak “İslam”ı çıkarmaktı.
Bugün...
Türkiye dış politikasında “eksen kayması” tartışması yapılıyor.
Asıl “eksen değişikliği” 12 Eylül darbesiyle yaşanmadı mı? İslam Konferansı Örgütü, İslam Kalkınma Bankası, RABITA ilişkileri; Pakistan’ı, Suudi Arabistan’ı kardeş ülke görmenin miladı 12 Eylül darbesi değil mi? Kenan Evren ile “Kardeş” Ziya Ül Hak’ın dostluğunun altında yatan neydi sanıyorsunuz? Bunlar salt kişisel dostluk ilişkileri miydi? Çocuk olmayınız!
Bu ilişkilerin mimarı ABD idi.
Fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Bu örnekleri sıralamamın nedeni Filistin’de-Gazze’de son 30 yılda siyasal atmosferin nasıl değiştiğini yazmak.
Yani “Yeşil Kuşak Projesi” salt Türkiye’de hayata geçirilmedi. Filistin’de de solcuların, sosyalistlerin, milliyetçilerin karşısına panzehir olarak “İslam” çıkarıldı.
Amaç aynıydı, Türkiye gibi Filistin’in de sola kaymasını önlemek!
Bugün Gazze yardımlarını ve “eksen” tartışmalarını bu bilgiler ışığında analiz etmeliyiz. Şöyle ki...
Gazze: Hamas’ın kalesi
Filistinliler ile Osmanlıların arası hep iyi oldu.
Sadece Birinci Dünya Savaşı’nda bazı Filistinli kentsoylular, İngilizlerin “Suriye ile Filistin birleştirilip bağımsız bir ülke yapılacak” sözüne kanıp Osmanlı’ya karşı ayaklananlara destek verdiler.
Ancak.
İngilizlerin Yahudilerin Filistin’e göç etmelerine dair yayınladıkları Belfour Bildirgesi’yle yanıldıklarını kısa sürede anladılar. Bu tarihten itibaren bağımsızlık mücadelesine başladılar.
Bu mücadelenin önderliğini ilk başlarda Hitler-Mussolini’yle bile ittifak yapan “Kudüs Müftüsü” Hacı Emin ya da cihatçı Şeyh İzzeddin el Kesem gibi din adamları yaptı.
Sonra...
Mısır’da Hasan el Benne tarafından 1927’de kurulan İhvan (Müslüman Kardeşler) Filistin meselesine özel önem vererek önderliği aldı.
Hasan el Benne’nin kardeşi Abdurrahman aracılığıyla İhvan, Filistin’de örgütlenmeye başladı. Örgütün Filistin’deki adı, Cemiyet-ül Tevhid idi.
İhvan’ın kısa sürede en güçlü olduğu yer Gazze oldu.
Gazze bölgesinde aşiret ve kabile ilişkileri güçlüydü. Burada Ortodoks dini kültürü sürdüren çöl bedevileri vardı. Bu nedenledir ki İhvan, Gazze Şeridi denilen alanda kolayca örgütlenip kök saldı.
Ortadoğu’yu en iyi bilen yazarlardan Faik Bulut’a göre, “Günümüzde Gazze mıntıkasının İslamcı Hamas örgütünün kalesi durumunda olmasının bir nedeni de bu olsa gerek”ti. (İslamcı Örgütler)
İhvan’ın Gazze’de kök salmasının bir nedeni de, bugün tartışmalara neden olan yardımlar meselesidir!
Rahmet Katarları
“Rahmet Katarları” yani “Yardım Kervanları” bir bağış kampanyasının adıydı. Yani günümüzdeki Mavi Marmara gemisinin yaptığı gibi o dönemde de yardımlar “Rahmet Katarları”yla yapılıyordu.
İhvan’ın Gazze’deki en birincil görevi halktan toplanan bağışları dağıtmaktı. İkincil görevi ise, Mısır’dan getirdikleri din adamları vasıtasıyla Gazze’de dinsel faaliyet yürütmekti.
1950’li yıllarda dünyadaki nesnel gelişmeler ilerici ulusal kurtuluş hareketleri ve sosyalist hareketleri yükselişe geçirdi. Arap dünyasında Nasırcılık, Baasçılık gibi ulusalcı-sosyalist hareketler büyük güç kazanmaya başladı.
İhvan’ın mensupları ve sempatizanları bu hareketlere yöneldi. Keza milliyetçi-sosyalist El Fetih hareketi böyle kuruldu. El Fetih’e yoğun İslami katılım Gazze’den oldu.
El Fetih kısa zamanda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içindeki en güçlü örgüt oldu. FKÖ, İslamcıları, milliyetçileri, sosyalistleri bir araya getiren laik-yurtsever bir cephe örgütüydü.
Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve Çin’e yakın olan FKÖ, ABD ve İsrail’in hedefindeki örgüt oldu.
“İslamileştirme”
projesi
1967 Arap-İsrail Savaşı Filistin’in siyasal havasını değiştirdi.
Filistin halkı, savaşı Allah’ın gazabı olarak nitelendirip içine kapandı.
O tarihe kadar hiçbir siyasal faaliyette bulunmayan İhvan yavaş yavaş kıpırdanmaya başladı. 1975’ten sonra kuluçkadan tamamen kalktı.
Niye?
Bu süreçte Filistin topraklarına bir “görünmez el” girmişti.
İsrail hükümeti, İslamcı, milliyetçi, solcu ittifakı parçalamak için bir “yeşil” stratejiyi hayata geçirdi.
İlk attığı adım, Filistin toplumunu Müslüman, Hıristiyan ve Dürzi olarak bölmek oldu. İsrail Radyosu’nun Arapça programında her sabah dini yayınlar yaptı.
Arapça yayınlanan İsrail gazetelerinde İslam propagandası yaptı. İslam’a ilişkin kitaplar bastırdı, dağıttı. İslami yayınlarda patlama yaşandı. Bu arada Arap ulusalcılığına ve sosyalistlere ilişkin tüm yayınlara yasak getirdi.
1967-1987 arasında Filistin’de cami, mescit sayısı 400’den 750’ye çıktı. Gazze’de ise bu rakam 200’den 600’e yükseldi.
Gazze sahilindeki kum tepecikleri arasına gelişigüzel yapılmış camiler, göçmen gençlerle doldurulmaya başlandı.
Kudüs, El Halil, Gazze’de İslam üniversiteleri kuruldu.
Filistin’in “İslamileştirilmesi” sonucu laik çevrelerin kalesi olarak bilinen Nablus bile bu yeşil dalgadan etkilendi.
1990’lara gelindiğinde Filistinlilerin yüzde 50’si, İslami temelli bir devlet kurulmasından yanaydı.
“Şekillendirilen” bu Müslümanlar, ulusalcı, demokrat, ilerici, sosyalist Filistinli direnişçilerle aralarına mesafe koymaya başladı.
Filistin hareketi bölündü...
İhvan uyandırıldı
İhvan 1980’lerin başında uzun kış uykusundan tamamen uyandı/uyandırıldı.
İlk hedefi FKÖ kontrolündeki sivil toplum kuruluşların yönetimlerini ele geçirmek oldu. FKÖ karşıtı sert söylemleri zaman zaman çatışmalar çıkardı. Filistin hareketi ikiye bölünmekle kalmadı artık birbirlerini öldürür hale geldi.
İsrail’in bu gelişmelerin içinde olmadığını düşünmek saflık olur.
Örneğin, Filistin’e giden ve gelen paraları kontrol altında tutan İsrail, İhvan’a yurtdışından gelen paralara bu dönemde hiç ses çıkarmadı.
İsrail yaptıklarının “meyvesini” 1986’dan itibaren toplamaya başladı. FKÖ’nün en güçlü birimi El Fetih’den ve İhvan’dan ayrılanlar Hamas’ı kurdu.
FKÖ lideri Y. Arafat Hamas’ı Güney Afrika Beyaz Yönetimi’yle işbirliği yapan siyah İnkatha/Zulu kabilelerine benzetti.
El Fetih Gazze lideri Tevfik ebu Hawse’ye göre, İsrail, Hamas ile gizli işbirliği içindeydi ve Hamas’ın gelişmesine göz yumuyordu.
El Arab Gazetesi: “Hamas örgütünün kurulmasına müsaade eden kişi İsrail Hükümeti’nin Gazze’deki asker valisiydi ve hedefi FKÖ’yü bölmekti.” (11.01. 1993)
Benzer sözler ve tartışmalar hâlâ sürüyor.
İşbirliği şaşırtıcı mı?
Peki...
Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan “İslamileştirme” politikasıyla Filistin’deki süreç birbirine benzemiyor mu?
Çok ortak noktaları var.
Aynı “görünmez eller” aynı “yeşil kuşak projesi”yle her iki toprakta da birbirine benzer politik İslami hareketlerin doğmasına neden oldu.
İşte bugün Türkiye’de Gazze’yi ağzından düşürmeyenler ile Gazze’deki Hamas örgütü arasındaki ittifak şaşırtıcı olmamalıdır.
Aynı doğum sürecinin meyveleridirler.
Aynı ideolojik görüşe sahiptirler.
Onlara göre sorunlar geniş ve tarihi İslam boyutu katılarak çözülür!
Evet...
Türkiye’de ve Filistin’de siyasal İslamcı güçler, ABD’nin “yeşil kuşak projesiyle” oluşturulmuş ve dün komünizmin panzehiri olarak kullanılmıştır.
Bugün ise ABD’nin dış tehdit olarak gösterdiği “medeniyetler çatışması” tezini güçlendirmek için kullanılmaktadırlar.

MOSSAD AJANI GAZETECİLER KİM

HÜRRİYET Gazetesi Ankara Temsilcisi Metehan Demir, ABD’den dönerken bana “A Time to Betray” adlı bir kitap hediye getirdi.
“İhanet Zamanı” adlı kitabı bir CIA ajanı “Reza Kahlili” müstear adıyla yazdı. Amerika’da satış rekorları kıran kitap, bir CIA mensubunun İran Devrim Muhafızları arasında hayret verici çifte yaşamını anlatıyor.
Metehan’ın hediyesini Doğan Kitap’a ulaştırdım. Yakında kitabın Türkçe çevirisi çıkacak. İstiyorum ki, bir CIA ajanının hem de İran’da radikal İslamcı grupların içine bile sızdığını herkes okuyup öğrensin.
Çünkü Türkiye’de kimse kendi içine bakmıyor, herkes ajanı dışarıda arıyor!
Örneğin:
Mavi Marmara gemisiyle Gazze’ye giderken gözaltına alınan İHH Başkanı Bülent Yıldırım sorgusunda İsrailli bir yetkilinin kendisine “Dünyada beslediğimiz kalemlerden başka bize sahip çıkan yok” dediğini söylemişti.
İHH Başkanı, “Bana isim de verdiler, bu isimleri söylemeyeceğim ama kendileri ile görüşeceğim. Şu anda Türkiye’de bir turnusol kâğıdı durumu yaşanıyor. Herkes tarihe kaydedilecek. Bizim hiçbir şeyden korkumuz yok. (...) İsraillinin ‘Beslememizden başka bize sahip çıkan yoktur’ sözü gereği İsrail lehine devamlı bu katliamları örtenler, zannetmesin ki ben sessiz kalırım. Onları bütün dünyanın gözü önünde rezil ederim.”
Hayli iddialı sözlerdi bunlar. Dolayısıyla medyada tartışıldı.
Sonra nedense İHH Başkanı Yıldırım “Sözlerim yanlış anlaşıldı” diye bir açıklama yaparak tartışmaya son noktayı koydu.
Peki, Türkiye’de MOSSAD ajanı gazeteci var mı?
Bilmiyorum.
Ama bildiğim başka bilgiler var.
Bu bilgilere ulaşmamı Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’ya borçluyum!
Şöyle ki:
Kanadalı profesör Michel Chossudovsky 1998’de Ankara’ya geldiğinde Prof. Işıklı ile tanıştı. Bu tanışma ileride ortak bir çalışmaya dönüştü.
Prof. Chossudovsky, ABD’nin “İslamcı terör” ile ilişkisinde Pakistan istihbarat örgütü ISI’nın oynadığı rolü gözler önüne seren bir kitap yazdı: “America’s War on Terrorism”.
Bu kitabı Prof. Işıklı Türkçeye kazandırdı: “Amerika’nın Terörizme Karşı Savaşı”.
Prof. Chossudovsky, El Kaide’nin Pakistan istihbarat örgütü aracılığıyla nasıl CIA’nın güdümünde olduğunu belgeleriyle ortaya koyuyor. 11 Eylül saldırısında Pakistan istihbarat örgütünün şüpheli faaliyetlerini belgelerle açıklıyor.
Kitap sadece El Kaide’yi anlatmıyor.
Bosna, Kosova, Keşmir, Sincan-Uygur ve Çeçenistan’daki “İslamcı” militanların nasıl kullanıldığını, 1997’de ABD Senatosu’ndaki Cumhuriyetçi Parti Komitesi’nin hazırladığı raporlara dayanarak yazıyor.
Örneğin Kosova’daki isyancılar arasında bulunan 17 Amerikalı “eğitmen”den bahsediyor!
Hamas’ı destekleyen Suudi Arabistan, Kuveyt gibi ülkelerin CIA’nın taşeronluğunu yaparak, Balkanlar’daki İslamcı hareketleri nasıl himaye ettiği anlatılıyor. Vahabi vakıflarla illegal örgütlerin ilişkisinden bahsediliyor.
Kısaca CIA’nın taşeron kullanarak “İslamcılara” nasıl örtülü operasyonlar yaptırdığını belgeleriyle gözler önüne seriliyor.
Kitabı okuyunca, ABD istihbarat aygıtlarının kendi terörist örgütlerini nasıl yarattıklarını anlıyorsunuz.
Evet, bu tür çarpıcı bilgiler ve belgelerle dolu kitaplara ulaşmak günümüzde giderek zorlaşıyor.
Keşke bir meslektaşımız da çıkıp, ABD’de yaşayan ve Gazze’de Hamas’ı derleyip toparlayan Musa ebu Merzuq’un hayatını inceleyip yazsa.
Araştırma yapılmadan, belgeler bulunmadan birilerini ajanlıkla suçlamak kolaycılıktır.
Aslında olayın bir de başka açısı var.
Bazen ajan olmanıza da gerek yoktur, öyle politik çıkışlar yaparsınız ki, bu başka ülkelerin işine gelebilir ve bu da sizi “objektif ajan” yapar!
Ajandan çok objektif ajandan korkarım ben...
Bu tür daha tehlikelidir, daha yıkıcıdır.
Baksanıza...
Daha dün dünya kamuoyu, Filistin meselesini uluslararası bir sorun olarak görüp, sempatiyle bakıyordu.
Bugün sorunu teröre indirgemiş görünüyor.
Bunun sorumlusu kimdir?
Daha önemli olan soru şudur:
Bu planı kimler hazırlayıp kimler aracılığıyla yürürlüğe soktu!
Sağda solda ajan arayanlar bu soruyu yanıtlamalıdır.
Yani aynaya bakmalıdırlar...

Sopner Yalçın/Hürriyet