Değerli okurlar,
Türk siyasi tarihine baktığımızda, dönüm noktası niteliğindeki olayların toplumun hafızasında derin izler bıraktığını görürüz. 27 Mayıs 1960'taki Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbesinden tutun da 12 Eylül 1980 darbesine ve Türkiye tarihine "postmodern darbe" olarak geçen 28 Şubat 1997 yılı gibi…
Her biri, Türkiye’nin siyasi kültürünü ve toplumsal yapısını şekillendiren kırılma anlarıdır. Ancak bu olayların ortak bir yanı vardır: Her biri, yalnızca geçmişin bir parçası olarak değil, bugünün dinamiklerini anlamak için de birer ders niteliğindedir.
İşte 19 Mart 2025 günü yaşananlar da benzer bir şekilde tarihin tozlu sayfalarına kazınacak gibi görünüyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik ‘terör’ ve ‘yolsuzluk’ soruşturması, yalnızca bir belediye başkanını ya da bir siyasi partiyi hedef almakla kalmadı; aynı zamanda Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal dengelerini de sarstı.
Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayan ve tutuklamalarla sonuçlanan süreç, yalnızca siyasi arenada değil, ekonomik ve toplumsal düzlemde de büyük bir çalkantıya yol açtı. Borsa sert bir düşüş yaşarken, dolar, euro ve altın gibi yatırım araçları adeta uçuşa geçti. Ekonomik göstergelerdeki bu ani dalgalanma, halkın günlük yaşamını doğrudan etkilerken, siyasi krizin ekonomik maliyetini de gözler önüne serdi. Türkiye’nin kırılgan ekonomik yapısı yeni bir darbe alırken, sokaklara dökülen protestocular ise bu krizin toplumsal boyutunu gözler önüne serdi.
YANDAŞ-MUHALİF ÇATIŞMASI ALEV ALDI…
Gözaltılarla başlayan tutuklamalarla devam eden medyadaki sert tartışmalar, adeta bir savaş alanına dönüştü. İktidara yakınlığıyla bilinen gazete ve haber kanalları İmamoğlu ve CHP’ye topyekün savaş açarken muhalif medya ise can siperane savunmada.
Bu durum, medyanın tarafsızlık ilkesinden ne kadar uzaklaştığını ve toplumun bilgiye erişim hakkının nasıl manipüle edildiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Sosyal medya ve internete erişimde yaşanan sorunlar ise halkın alternatif bilgi kaynaklarına ulaşmasını engelleyerek, krizin boyutunu daha da büyüttü.
CNN Türk’ün ‘bakın bakın Serdar Er’inin gece Saraçhane’deki yayınlarında CNN Türk mikrofonu yerine yaka mikrofonuyla yayın yapması dikkatimi çekti. Oysa İsrail’de yayın yaparken bile mikrofonunu gizleme gereği duymamıştı bu acar muhabirimiz.
Evet, 19 Mart Çarşamba günü Türk siyasi tarihimizdeki yerini alırken, Kanal D’nin Çağatay Ulusoy ve Demet Özdemir’in başrolünde olduğu Eşref Rüya isimli dizisi adeta güme gitti.
Bendeniz de haliyle bu diziyi Çarşamba günü izleyemedim. Ancak daha sonra Youtube’dan ilk bölümünü izleme şerefine nail oldum.
Dizimizin açılış sahnesi ‘Scarface’ filmini anımsatan bir atmosferle başladı…
Mafya babası yetim bir çocuk olan Eşref yani Çağatay Ulusoy çocukluğunda platonik bir aşkla sevdiği ve Rüya adını verdiği sevdiceğini yıllarca arıyor. Küçücük bir çocukken gördüğü Rüya’sını sadece boynundaki siyah bir benden hatırlıyor! Ancak ne hikmetse son halinin nasıl olduğunu bilmediği aşkının resmini de kara kalem benim diyen ressama taş çıkartırcasına Demet Özdemir olarak çiziyor. Nasıl bir hayal gücü, ne aşk ama değil mi?
Bu arada Rüya adını verdiği Nisan yani Demet Özdemir'in bu arayış ve aşktan haberi var mı peki? İzlediğim kadarıyla YOK!
Bu arada Eşref kendisi gibi yetim olan yakın adamlarıyla cezaevi koğuşu haline getirdikleri bir odada hep birlikte yaşıyor... Değişik kafa değil mi?
Bu odadan çıkınca muhteşem bir malikanede yaşadıklarını görüyoruz.
Ethem Özışık ve Lokman Maral'ın kaleme aldığı Eşref Rüya'da ’haydaaa’ dediğim sahnelere kısa kısa değinip geçiyorum.
Eşref’in has adamı Necip Memili –Gürdal da bu densizleri haşat ediyor. Aşiret ağası İzzet de Eşref’ten özür dilemesini istiyor. Eşref özür dilemeyince de olay kan davasına dönüşüyor… Özgün bu senaryomuzun devamında olacakları merak ediyorsunuz değil mi? İç seslerinizi duydum ve SUSTUM!
Sosyal medyada nasıl yorumlar yapılmış diye baktığımda ise çoğu bot hesaplar olduğu belli olan paylaşımlarda övgüler yer alıyor. Ciddiye alınacak tek tük yorumlardan birinde ise şu eleştiri dikkatimi çekti.
“Eşref Rüya özdeşlik kurulacak bir hikaye değil. Sonunu baştan gördüğüm diziyi neden izleyeyim? Ana karakteri öldürdüğünüzü biliyoruz, aradaki hikayenin hiçbir anlamı yok! Tamamen mafya parodisi…”
Değerli okur,
Eşref Rüya’da gördüğüm en önemli sorun senaryosundaki mantık boşlukları ve karakterlerin gerçeklikten kopuk davranışları… Bu durum bence izleyiciyi büyülemek yerine sabrının sınırlarını zorluyor…
70’li yıllara damgasını vurmuş Sovyet-Rus film yönetmeni, senarist ve film kuramcısı Andrei Tarkovsky’nin şu sözü ile veda ediyorum sizlere;
"Sanat, bir insanın ruhunu sarsmalı, onu gerçeğin derinliklerine götürmeli."
Ekran Kedisi'ne ulaşmak için: medyaradar@gmail.com