Sırıtma ki sanat yapıyoruz sansınlar!
Murat Tolga Şen, 18. kez düzenlenen ve artık komedi oyunlarının ödüllendirilmediği Afife Ödülleri'nden yola çıkarak soruyor; komedi sanat değil mi?
Bu yıl, 18. kez düzenlenen Afife Ödülleri dün gece sahiplerini buldu. Tiyatro camiasında polemik rüzgarları estiren, aday seçimleri ve ödül dağıtımı konusunda hakkında pek çok şaibe bulunan bu organizasyonunun bana göre en büyük kusuru, komedi dalında ödül vermekten vazgeçmiş olmasıydı.
Türkiye’de sanatla ilgili neredeyse tüm kurumlarda bu sakatlanmış bakış açısının örneklerine rastladım. “Komedi” film festivallerinden kovulalı çok uzun zaman oldu. Çöpçüler Kralı, Züğürt Ağa, Selamsız Bandosu, Çiçek Abbas, Muhsin Bey gibi filmler yok artık festivallerimizde çünkü bazılarına göre sanat ciddi bir iştir ve eserler sırıtmamalıdır.
Komedi mefhumunun ödül organizasyonlarından resmi ya da gayri resmi dışlanmasının tek sebebi kentsoylu olmaya duyduğumuz takıntıdan ileri gelir. Biz gülen ve gülmeyi seven neşeli insanlarız. Başımıza gelen onca olaydan sonra bile… Türkiye’nin insanları güler, cenaze evinde bile güler. Hayatın gerçeğinde bu var, minimalist filmlerin pozcu somurtkanlığının ötesinde kıkır kıkır gülen insanlarız biz. Yoksa çekilecek gibi değil çünkü bu hayat...
Sinemamızda en çok izlenen 10 filmden 7’si komedi filmi, kaliteleri tartışılır ancak komedinin halkın üzerinde müthiş bir tesiri var. Üstelik güçlü bir silahtır mizah, en keskin eleştirileri bünyesinde barındırır. Sanat muhaliftir, eleştirir demeyi biliyoruz da komediyi sanattan saymıyoruz.
Çünkü… Hepimizin üstü başı tezek kokar hala. Sen değilsen bile annen-baban-amcan ya da dayın köylüdür. Elinde biletler festival salonlarını arşınlarsın ama memlekette babanın fındığı satıp göndereceği parayla alınmıştır o biletler. Abartılı örnekler sanmayın, biz şehirleşme konusunda Avrupalı halklardan 300 yıl kadar gerideyiz ancak şehirli olmak istiyoruz, hem de hiçbir şeyi istemediğimiz kadar!
70’lerde insanlar bahçeli güzelim evlerini Karadenizli müteahhitlere satıp kümesten bozma apartman katlarına bu sevda ile çıktılar ama “şehirli” olmanın apartmanda oturmaktan ötesi de var. Şehirli insan kültürlüdür, sanatı takip eder ve yüceltir. Arada çıkan Köylü Ekrem gibi istisnaları saymazsak sanat şehre aittir, yaygın düşünce bu yöndedir. Buradaki sorun bizim henüz kentsoylu bir toplum haline gelememiş olmamız. Acınası bir ispat çabası içindeyiz bununla ilgili olarak.
O yüzden, hiç sevmediğimiz, sıkıldığımız, nefret ettiğimiz halde operalara, balelere, tiyatroya, sinemaya, konsere gittik/gidiyoruz. Kendi ayrıcalığımızı gösterebilme hali içinde sanatsal eserleri tartmaktan ve değerlendirmekten o kadar uzağız ki! Derdimiz bir kez daha kendimizi gösterebilmek.
Öyle olunca ne oluyor? Sanat bir giderek daralan bir daire içinde dönmeye, biçimsel olarak sanat eseriymiş gibi duran şeyler de sanatmış gibi algılanmaya başlıyor. Kentsoylu olma çabası sanatı değerlendirebilme yetisini köreltiyor. Avrupalılar ödüllendirmese bu kadar kıymetli bir Nuri Bilge Ceylan’ımız olmazdı inanın bana! Takdir duygumuz bize ait değil çünkü neyi takdir edeceğimiz konusunda en ufak bir fikrimiz yok! Sokaktaki adamdan bahsetmiyorum, içinde bulunduğum entelektüel camia da bir o kadar şaşkın. Burjuva sınıfı sanatı desteklerken ülke gerçeğini de dönüştürmeye çalışıyor. İçinde sizin-bizim olmadığımız bir resim çiziyorlar. Bu resmi alkışlamayın!
O kadar komik şeyler yaşanıyor ki, bir festivalde film boyunca telefonuyla ilgilenen kişi, filmin sonrasında yapılan yönetmen söyleşisinde filme methiyeler düzüyor. Filmi sevmiş olsa telefonu aklına gelmez, o zaman amacı ne? Çünkü o sanatın ve sanatçının dostu!
Bu kafayla on yıllardır “Türk sinemasını desteklemek” adına bir sürü yeteneksizin eline ödül heykelciklerini tutuşturduk. Bu işi o kadar ileri götürdük ki, usta sinemacılar filmlerini festivallerde yarıştırmaktan vazgeçer hale geldi. Tiyatro tarafında daha da acıklı şeyler yaşanıyor ve ülkenin tek tiyatro ödüllerinden komedi dalı çıkarılıyor. O zaman söyleyecek tek bir şey kalıyor;
Sırıtma ki sanat yapıyoruz sansınlar kardeş!
MURAT TOLGA ŞEN /
Türkiye’de sanatla ilgili neredeyse tüm kurumlarda bu sakatlanmış bakış açısının örneklerine rastladım. “Komedi” film festivallerinden kovulalı çok uzun zaman oldu. Çöpçüler Kralı, Züğürt Ağa, Selamsız Bandosu, Çiçek Abbas, Muhsin Bey gibi filmler yok artık festivallerimizde çünkü bazılarına göre sanat ciddi bir iştir ve eserler sırıtmamalıdır.
Komedi mefhumunun ödül organizasyonlarından resmi ya da gayri resmi dışlanmasının tek sebebi kentsoylu olmaya duyduğumuz takıntıdan ileri gelir. Biz gülen ve gülmeyi seven neşeli insanlarız. Başımıza gelen onca olaydan sonra bile… Türkiye’nin insanları güler, cenaze evinde bile güler. Hayatın gerçeğinde bu var, minimalist filmlerin pozcu somurtkanlığının ötesinde kıkır kıkır gülen insanlarız biz. Yoksa çekilecek gibi değil çünkü bu hayat...
Sinemamızda en çok izlenen 10 filmden 7’si komedi filmi, kaliteleri tartışılır ancak komedinin halkın üzerinde müthiş bir tesiri var. Üstelik güçlü bir silahtır mizah, en keskin eleştirileri bünyesinde barındırır. Sanat muhaliftir, eleştirir demeyi biliyoruz da komediyi sanattan saymıyoruz.
Çünkü… Hepimizin üstü başı tezek kokar hala. Sen değilsen bile annen-baban-amcan ya da dayın köylüdür. Elinde biletler festival salonlarını arşınlarsın ama memlekette babanın fındığı satıp göndereceği parayla alınmıştır o biletler. Abartılı örnekler sanmayın, biz şehirleşme konusunda Avrupalı halklardan 300 yıl kadar gerideyiz ancak şehirli olmak istiyoruz, hem de hiçbir şeyi istemediğimiz kadar!
70’lerde insanlar bahçeli güzelim evlerini Karadenizli müteahhitlere satıp kümesten bozma apartman katlarına bu sevda ile çıktılar ama “şehirli” olmanın apartmanda oturmaktan ötesi de var. Şehirli insan kültürlüdür, sanatı takip eder ve yüceltir. Arada çıkan Köylü Ekrem gibi istisnaları saymazsak sanat şehre aittir, yaygın düşünce bu yöndedir. Buradaki sorun bizim henüz kentsoylu bir toplum haline gelememiş olmamız. Acınası bir ispat çabası içindeyiz bununla ilgili olarak.
O yüzden, hiç sevmediğimiz, sıkıldığımız, nefret ettiğimiz halde operalara, balelere, tiyatroya, sinemaya, konsere gittik/gidiyoruz. Kendi ayrıcalığımızı gösterebilme hali içinde sanatsal eserleri tartmaktan ve değerlendirmekten o kadar uzağız ki! Derdimiz bir kez daha kendimizi gösterebilmek.
Öyle olunca ne oluyor? Sanat bir giderek daralan bir daire içinde dönmeye, biçimsel olarak sanat eseriymiş gibi duran şeyler de sanatmış gibi algılanmaya başlıyor. Kentsoylu olma çabası sanatı değerlendirebilme yetisini köreltiyor. Avrupalılar ödüllendirmese bu kadar kıymetli bir Nuri Bilge Ceylan’ımız olmazdı inanın bana! Takdir duygumuz bize ait değil çünkü neyi takdir edeceğimiz konusunda en ufak bir fikrimiz yok! Sokaktaki adamdan bahsetmiyorum, içinde bulunduğum entelektüel camia da bir o kadar şaşkın. Burjuva sınıfı sanatı desteklerken ülke gerçeğini de dönüştürmeye çalışıyor. İçinde sizin-bizim olmadığımız bir resim çiziyorlar. Bu resmi alkışlamayın!
O kadar komik şeyler yaşanıyor ki, bir festivalde film boyunca telefonuyla ilgilenen kişi, filmin sonrasında yapılan yönetmen söyleşisinde filme methiyeler düzüyor. Filmi sevmiş olsa telefonu aklına gelmez, o zaman amacı ne? Çünkü o sanatın ve sanatçının dostu!
Bu kafayla on yıllardır “Türk sinemasını desteklemek” adına bir sürü yeteneksizin eline ödül heykelciklerini tutuşturduk. Bu işi o kadar ileri götürdük ki, usta sinemacılar filmlerini festivallerde yarıştırmaktan vazgeçer hale geldi. Tiyatro tarafında daha da acıklı şeyler yaşanıyor ve ülkenin tek tiyatro ödüllerinden komedi dalı çıkarılıyor. O zaman söyleyecek tek bir şey kalıyor;
Sırıtma ki sanat yapıyoruz sansınlar kardeş!
MURAT TOLGA ŞEN /