“Sınıfta kalanlar” okusun: Hani AKP’nin pili bitmişti?..

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, seçim sonuçlarından dolayı hayrete düşen, şok yaşayan, durumu kavramakta zorlanan kesimlerin travmatik psikolojisini yazdı…

Efendim bence iki tür insan var. Birincisi görmek istediğini gören, arzusunu, hayalini gerçek sanan, olmasını istediğini olmuş gibi düşünen, kafasındaki anlamları (haklı veya haksız) “gerçekliğe” abartılı bir şekilde yükleyen tipteki insandır. Maalesef toplumun çok büyük bir kısmı –kesimine fazla bağlı olmaksızın- bu kategoridedir. Bunların düşünme, sorgulama, analiz etme gibi bir dertleri ve yetenekleri yoktur.

ZİHNİYETLER ÇARPIŞMASI!

Buradaki sorun o tarz insanların beklentilerini, “olmakta olana” haddinden fazlasıyla yansıtmalarıdır. Buna bir de nefretleri, kinleri, öfkeleri eklediğinizde ortaya iyice hezeyanlı, çarpık, öznellik dozu hayli yüksek sözüm ona “değerlendirmeler” çıkabilmektedir. İnsan psikolojisinin kendine kurduğu tuzaklardan birisi de budur.

O yüzden görünürde “avama” mensup olmasalar bile (Buna öncelikle kendini “avamdan pek ayrı hisseden” bir kısım entelektüeller en iyi örnektir) davranışları tam anlamıyla “avami”dir. Kendi daracık gettolarında sürekli birbirlerini gaza getirirler. Üstelik bu gibi kişiler yaklaşımlarına katılmayanları kolaylıkla linç etmeye kalkarlar. Bunların en başarılı oldukları alan ise yaftalamak, sloganik ifadelerle durumu idare etmektir zaten. Refleksleri müthiştir!

İkinci tür insan ise -bir ideolojisi, tercihi, düşüncesi olsa bile- öncelikle “olacak olanı” tahmin etmeye çalışır. Mümkünler arasındaki seçenekleri tartar ve analizini ona göre yapmaya uğraşır. “Ben şuna inanıyorum ya da buna inanıyorum” deyip beklentilerini buna göre saptamaz. Yaklaşımlarını “gerçeklik duygusu” ndan kopmadan, zedelemeden yapmaya gayret gösterir. Bu yol biraz zahmetlidir!

Fakat onunki “çözümleyici”, “analitik” zihindir. Maalesef bu tarz insanlar toplumda (mumla aranacak kadar), “yok” denecek kadar azınlıktadır. Dahası diğerleri onları hiç sevmez, çelmeler, kendi varlıkları için bir” tehlike” olarak görüp, “sürüdeki kara koyun” muamelesi çekmeye çalışırlar. Bunlardan ilki “Ayak takımı”nın halet-i ruhiyesine, zihniyetine denk gelir. ikincisi ise zor bulunan gerçek “aydın tutumu”na tekabül eder. Bu iki zihniyet çatışır ve uzlaşmazdırlar!

HANİ UFUKTA KOALİSYON GÖZÜKÜYORDU?..

Neyse, çok uzattığımın farkındayım. (Lakin bu girişi yapmam boşuna değil inanın) Peki bütün bu uzun diskuru çekmemin 1 Kasım seçimleriyle ilgisi ne? İlgisi şu; bu şekilde davranan kesim ortaya çıkan sonuçtan dolayı adeta “şok olmuş”, durumu kavramakta zorlanmaktadır. Halbuki ortaya çıkan acınası “hayal kırıklığı” biraz da önceden kendi kafalarında oluşturdukları “kurgusal bir sonuca” kendilerini inandırmış olmalarından dolayıdır. Asıl “şaşırtıcı olan” çıkan sonuca şaşırmaktır!

Bu gibi düşünen kişilere göre “AKP Ampulünün işi bitmiş, pili tükenmiş”ti. Onlara göre “AKP düşüşe geçmiş”ti. Bu sefer “AKP’nin işi bitik”ti. Hatta çoğu rakam vererek konuşuyorlardı. AKP yüzde 35-38 aralığına gerilemiş (30’lara düştüğünü iddia edene bile rastladım), CHP yüzde 30’ları aşmış, HDP ise yüzde 15’lere tırmanmıştı. (Hatta bu hayali tablodan bir CHP-HDP koalisyonu çıkartanlar, bekleyenler bile vardı) Onlara göre “Seçmen koalisyon istiyor”du. Tam bir “olmayacak duaya amin deme” durumuydu bu!

İtiraf etmeliyim ki bende bu kadar yüksek bir oran beklemiyordum. (Soranlara rakam da vererek, “Arada kapatılmayacak bir fark yok. Yüzde 44.5 oy alır ve tek başına iktidar olur” diyordum) Seçim öncesi bilhassa sol, muhalif, Kemalist hatta HDP’li kesimden çok insanla tartıştım. Onlara (özetle) hep şunu dedim; “Siz olmasını istediklerinizle olanı birbirine karıştırıyorsunuz. İnanmak istediğiniz üzerinden konuşuyorsunuz. Siz daha önce yüzde 52 oy alan bir parti ve liderden bahsediyorsunuz. 7 Haziran’da yüzde 41 oy alması durumu değiştirmez. Kaldı ki yüzde 41 az bir oy değildir ve bu oyu alabilecek başka bir parti şu an yoktur. Türkiye’nin geleneksel sağ/sol oy potansiyelleri düşünüldüğünde oylarını daha da yukarılara doğru tırmandırma şansları halen vardır. Son beş ay içinde ise değişen bir şey yoktur. Muhalefet partileri açısından da bir ilerleme yoktur. Tam tersine birçok açmaza düşmüşler ve halen güven sorunları vardır. Seçmen istikrar ister. AKP, bunu biliyor ve durumunu her açıdan habire tahkim ediyor. Ayrıca tek parti iktidarına alıştırılmış bir toplum var. Erdoğan ve AKP kumar oynamıyor. Zaten o yüzden seçimlerin tekrarını istediler.” Şüphesiz tepkiler aldım, kızanlar, “Nasıl olur” diyenler oldu. Kendi bilecekleri iş. Kimseyi pohpohlayacak halim yoktu. Sonunda ben haklı çıktım.

Görünen o ki Erdoğan ve AKP, “siyaseten doğru hesap” yapmışlardır. Zaten birçok noktada ürkütülmüş ve başka seçenek göremeyen toplum da yeniden aynı kulvara girmiştir. AKP, bu hesabıyla birçok kesim ve sahadan akıllıca oy devşirmeyi becermiştir. Kısaca çıkan sonuç –bir miktar şaşırtıcı gibi görünse de- aslında mümkün bir sonuçtur. (İstanbul’un belli ilçe ve semtlerinden Türkiye’ye bakan “tuzu kuru takımı” bunu anlayamaz!) AKP tekrar eski oy limitlerine tırmanmıştır. Reel olan budur!

TAKKEYİ ÖNE KOYUP DÜŞÜNME VAKTİ!

Şüphesiz sonuç hiç de küçümsenmeyecek bir kesim için (Diğer yüzde 50) hiç memnun edici değildir. Bu kesimlerin tepki duydukları noktalarda kendilerine göre haklı gerekçeleri de mevcuttur. Ancak bir de somut “gerçek” vardır. Ortada seçimleri “açık ara” bitiren bir parti mevcuttur. Aynı şekilde her seçimden yenik çıkan bir “muhalefet” vardır. Demek ki, üstünkörü değil (Sorunu sadece “liderlik sorunu” olarak görenler yanılır) ama daha derli toplu, hiçbir düşünceye sınır koymadan (Tabii bir “düşünce” çabası varsa!) yeni bir değerlendirme yapmanın vaktidir. Üstelik zorunludur. İsteyen eski nakaratları tekrarlayabilir!

Ben kendi payıma hem seçim sonuçlarına temelde bakmak hem de bundan sonrasına ipucu olması bakımından birkaç “anahtar” noktaya değinmek istiyorum. Bunlar şunlardır;

1) “İstikrar korkusu”na oynayan ve vaat eden kazandı: Görünen o ki seçimde “istikrar korkusu” belirleyici bir duygu olmuştur. Toplum “ekonomik ve siyasi istikrar” vaat eden ve dahası –beğenin beğenmeyin- bu güveni vereni desteklemiştir. Demek ki, bundan sonra ancak “istikrar” vadeden ve bu güveni veren kazanacaktır. Diğerlerini ciddiye almayacaktır.

2) “İktidar iddiası”nda bulunan kazandı: İktidar talep edene verilir. İktidar korkusu olana, iktidardan çekinene, ürkek davranana iktidar verilmez. Bu seçimlerde iktidar iddiası olan tek parti AKP idi. Diğerleri ise sadece “AKP’yi istememekle” sınırlı kaldılar. Demek ki bundan sonra ancak “iktidar iddiası”nda -lafta değil- bulunan, bu “hissiyatı” yayabilene iktidar verilecektir.

3) Marazi “Anti Erdoğancılık” kendini vurmuştur: Erdoğan’ın öteden beri izlediği asabi, topluma tepeden bakan, ben-merkezci, cumhurbaşkanlığı makamını iyice siyasallaştıran, vb gibi tüm tavırlarına tepki anlaşılır ve çoğu noktada haklıdır. Ancak bu bir “politik çizgi” değildir ve getirilemez. “Erdoğan nefreti” üzerinden oluşturulan, buna bel bağlayan tüm siyasetler iflas etmiştir. Kalkış noktasını Erdoğan nefreti üzerinden kuran bakışlar tıkanmıştır. “Seni başkan yaptırmayacağız” inatlaşmasının vardığı nokta budur. (İronik gibi gelebilir ama Erdoğan’ı –şayet olursa- bir gün başkan yaptıracak olan da gene budur.) Demek ki Erdoğan’a hakarete, küfre varan tutumlar ve “düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığıyla girişilen kimi ittifaklar, yabancıların söylemlerini desteklemeler karşı-tarafta tam bir kenetlenme ve sahiplenme durumu yaratmaktadır. Toplumda bir karşılığı da yoktur. Demek ki Erdoğan’a yönelik tüm eleştiriler etkili ama belli bir seviyeden yapılmalıdır. O halde “Marazi Anti-Erdoğancılık” yakıtıyla bu araba bu kadar gider!

4) “Kaos çağrıları” iflas etmiştir: Bırakın kaosun, kargaşanın kendisini onu çağrıştıran, imaje eden her şey toplum gözünde irite edicidir. Toplum hiçbir şart altında kaos istemez. Mecbur kaldığında her zaman “düzen”e ve “düzen vaat edene” yüzünü döner. (Bunu fark eden AKP’de bu duyguya oynamıştır) O yüzden “Yıkacağız”, “Yönettirmeyeceğiz”, “Sokakta hesaplaşırız” türü yaklaşımlar sonuç alıcı değildir. Her zaman iktidarın hanesine yazar. (Maalesef solun bir kısmı halen kendisini 1848’lerin, 1917’lerin dünyasında, toplumu ise ancak o dönemlerin propaganda afişlerinde görebileceğimiz bir varlık zannediyor.) Belli kesimlerin bu tarz yaklaşımlarını gözden geçirmelerinde şiddetle yarar vardır. Kimse “gerilim stratejisinden, kutuplaşmadan medet ummasın. (O işin başka ustaları var!) Demek ki bundan sonra demokratik zeminden ısrarla kopmayan, toplumun tümüyle yeni bağ noktaları kurmaya çalışan, sabır ve sakiniyetle iş gören, yapıcı politikalar kazanacaktır.

Belki daha birçok bir dizi madde ve alt başlık söylenebilir. (Tabii isteyen halka kızabilir, -nasıl olsa o yüzde 50 halk değil!- ya da kendini rahatlatacak bahaneler bulabilir o başka!) Lakin -şimdilik- bu kadar yeter. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!

Son olarak (Konuyla ilgisizmiş gibi dursa da aslında çok ilgili olan!) bir toplumsal gözlemime değinerek konuyu kapatmak istiyorum. Köpeklerini komşularından çok seven, köpeklerine komşularından daha çok saygı duyan, köpekleri için komşularından çok kaygılanıp, titizlenen bir ”profil”e yaslanarak daha ne gibi bir “sonuç” almayı bekliyordunuz ki?

Siz bu gidişle daha çok dumur olursunuz!..

03.11.2015.

atillaakar@gmail.com