"SİLİVRİ'DE BİR GÖRÜŞ GÜNÜ; NEDİM'İN ELLERİ BEMBEYAZ!"

Milliyet muhabiri Murat Sabuncu, Nedim Şener'i cezaevinde ziyaret etti.. İşte demirparmaklıklar ardında yaşananlar

Silivri’de görüş günü Nedim’in elleri bembeyaz

Silivri yolunda 4 kişiyiz. Nedim Şener’in eşi Vecide, baldızı Deniz, Orhan Dink ve ben. Gözümüzü okutup içeri geçiyoruz. Solda bir oda. Küçük camlar arkasında yüzler. Biri benim 17 yıllık arkadaşım Nedim Şener. Aynı gazetedeki gibi... Kadife ceketi üzerinde... Yüzü gülüyor.
Silivri yolunda bir araba... Dört kişiyiz. Nedim Şener’in eşi Vecide, baldızı Deniz, Orhan Dink ve ben. Orhan Dink, Nedim’in tutuklanma sürecinden beri hiç durmadı. Evinde, Emniyet’te, sabaha kadar Beşiktaş Adliyesi’nin önünde... Bugün de bizimle beraber “kapalı görüşe” geliyor.
Yolda konuşuyoruz. Tabii ki konumuz Nedim...

Önce eşi kanımı donduran bir olayı anlatıyor: “Tutuklanmasından önceki hafta ameliyat oldum. Nedim ve babam başımda. Bir ara hastanenin kafeteryasına indiler. 20 dakika sonra bir yakınımız telefon etti. Bir internet sitesinde ‘Nedim emekli bir cuntacıyla bir hastanenin kafeteryasında gizli görüşme yapıyor’ diye haber çıkmış. İnanamadık. Bu nasıl bir dezenformasyon. Bu arada biliyor musunuz babam esnaf...”

Ne denilebilir ki?
Silivri’ye yaklaştığımızda bu kez Orhan Dink alıyor sözü: “Burada görülen Ergenekon davasında Veli Küçük’ün yargılandığı bölümde müdahil olmak istiyordum. Hatta bunu Nedim ile de paylaşmıştım. Şu işe bak. Şimdi tek işi gazetecilik olan, kardeşim Nedim’i ziyarete gidiyorum.”
Az sonra tutukevinin girişindeyiz. Cep telefonlarımızı, çantalarımızı arabada bırakıyoruz. İlk arama noktasındayız. Ayakkabılarımız, kemerlerimiz, montlarımız çıkıyor.
Bizi tutukevinin içine götürecek otobüsü bekleme alanındayız. Alanın bir bölümü tutuklu ve hükümlülerin çocuklarının oynaması için küçük bir oyun parkına çevrilmiş.
Bir duvarda kocaman bir Nasrettin Hoca çizimi var. Çocuklar orada kısa da olsa “bu zor dünyadan” mola alıyorlar. Ama biraz sonra gerçekle yüzleşecekler.
Jandarma koğuş ve bölümleri anons edecek. Onlar da “her yerde parmaklık olan bu alanda” annelerinin elinden tutup babalarına doğru gidecek.

Tabloların hüzünlü dili
Oyun alanının yanında hükümlülerin ürettiklerinin satıldığı bir bölüm var. Hani, genelde hapistekiler “boncuk, tespih” yaparlar ya... Ya da biz öyle biliriz. Evet, burada onlar da var ama satışa sunulan pek çok tablo da dikkatimi çekiyor. Ayvazovski’nin fırtınalı denizdeki gemisi, Osman Hamdi’nin Kaplumbağa Terbiyecisi başarıyla resmedilmiş. Ama, beni düzgün hatlarıyla bacağının arasına aldığı çelloyu çalan kadının resmedildiği tablodaki hüzünlü yüz ifadesi etkiliyor.
Kafeteryaya gidiyoruz. Tost, çay... Bizi daha içerilere götürecek otobüsü bekliyoruz. Fonda Volkan Konak çalıyor. “Bir daha vursa idi nefesin nefesime”... Az sonra Orhan Gencebay da “bir teselli ver” diyor. O sırada otobüsümüz geliyor. Binip ikinci kontrol noktasına gidiyoruz. Kimliklerimiz alınıyor. Bir asker üstümüzü arıyor.

Sarılmak mümkün değil
Paralarımızı bir dolaba kitliyoruz. Ardından göz retinalarımızın fotoğrafı çekiliyor. Bir diğer arama noktasına yürüyoruz.
Ayakkabılar, kemerler yeniden çıkartılıyor. Gözümüzü okutup içeri geçiyoruz. Solda bir oda. Küçük camlar arkasında yüzler. Biri benim 17 yıllık arkadaşım Nedim Şener. Aynı gazetedeki gibi... Kadife ceketi üzerinde... Yüzü gülüyor. Evet, biraz zayıflamış ama iyi gözüküyor.
İçimden sarılmak geliyor ama bu mümkün değil... Arada cam var. Bir de telefon. Ancak, o telefon vasıtasıyla konuşabiliyorsunuz.
Kısa kısa kendine gelenlerle sohbet ediyor. Hemen yanındaki kısımda Ahmet Şık. Eşi Yonca ile konuşuyor. Ahmet’i de yıllardır tanıyorum. Her zamanki gibi kıpır kıpır... Ben ve Orhan Dink hem Nedim ile hem Ahmet ile konuşuyoruz.

Oğlu kalpağını getiriyor
İkisinin olduğu bölümün hemen yanında Doğan Yurdakul var. Onun da akrabaları ziyarette. Yan yana üç küçük camlı bölümün tam karşısında, ayrı bir koğuşa açılan bölümün tutukluları da kendi yakınlarıyla konuşuyor. Tanıdık bir yüz Yalçın Küçük. Oğlu gelmiş. Biz ayrılırken koşa koşa babasının artık simge haline gelen kalpağını getiriyor.
Kısa zaman çabuk geçiyor. Konuşacak çok şey var. Ama gitmeliler... Nedim el sallıyor. Elleri bembeyaz olmuş. Çünkü durduğumuz yere yeni kireç atmışlar. Arabaya biniyoruz. Sevdiğin birini arkada bırakmanın hüznü var hepimizin içinde... Dönüş yolunda hepimiz susuyoruz...

Murat Sabuncu / Milliyet