ŞEYTAN AYETLERİ TÜRKİYE'DE BASILMALI MI?
Tam unutulmuşken, fetvadan 22 yıl sonra Türkiye'de 'Şeytan Ayetleri' yayımlanmaya hazırlanıyor bir yeraltı hareketiyle.
Rabbim şeytanın şerrinden korusun bizleri
Tam 21 yıl önce, 14 Şubat 1989 günü İran, yazar Salman Rushdie’nin kellesi için fetva veriyor. Batı dünyasının sokakları kalplerle süsleyip kırmızıya boyadığı gün, İran kırmızı kan peşinde. Yazar Rushdie’nin ’Şeytan Ayetleri’ (The Satanic Verses) isimli romanından dolayı cezalandırılmasını istiyor.
Birkaç hafta içinde rüzgar tersine dönüyor.
İngiliz milletvekilleri bile Rushdie’nin kellesini isteyenlerle bir protesto gösterisinde buluşuyor, basına ’Şeytan Ayetleri’nin yasaklanması gerektiğini açıklıyor.
İngiliz basınının en solcu kalemleri Salman Rushdie’nin ülkede gerginlik yarattığını, sorumlu olduğunu yazıyorlar. Bir yazar ’Salman Rushdie’yi kim öldürdü’ diye bir tiyatro oyunu hazırlıyor, ama kimse sahnelemiyor. Bazı isimler yazarların topluma karşı hesap verme yükümlülüklerinin olduğunu açıklıyor.
Televizyonlarda seyircilere Salman Rushdie’nin yaşaması mı ölmesi mi gerektiğine dair el kaldırtılıyor. Kitapçılarda çalışanlara saldırılıyor, yayınevlerine tehdit mesajları geliyor.
John Le Carre kamuoyuna ’Salman Rushdie’nin tam olarak ne yaptığını bildiğini’ söylüyor: Başına gelecekleri biliyordu, şöhret için bunu yaptı.
Aynı tarihlerde olan biteni televizyondan izleyen bir çocuk olarak ben... Salman Rushdie adını ilk kez duyuyorum, bir kitabın herkesi nasıl sokağa dökebileceğini çocuk aklımla anlayamıyorum. Sadece adındaki ’Şeytan’dan bu kitabın korkulan, lanetli, günah bir ürün olduğunu ve uzak durulması gerektiğini düşünüyorum.
1993 yılında Aziz Nesin’in başyazarı olduğu Aydınlık gazetesi Şeytan Ayetleri’nin çevirisini yayımlamaya başlıyor. Aziz Nesin’in dini inancını ve Tanrı’nın varlığını sorgulayan demeçleri denk düşüyor.
Küçük bir grubun ’Şeytan Ayetleri’ni bahane ederek başlattığı provokasyon Sivas’ta 37 kişinin öldürülmesine varıyor, Türkiye’nin yakın tarihinin en karanlık lekesi olarak yerleşiyor toplumsal belleğimize.
Görüntüleri televizyondan dehşet içinde izliyorum. Türkiye’den, Türkiye’deki bir karanlık odağın başarabileceklerinden ilk korktuğum anlar. ’Şeytan Ayetleri’ni daha da merak etmeye başlıyorum; bu kitabın içindeki ’şeytanlığın’ korkutuculuk boyutunu öğrenme arzum daha da artıyor.
O insanları öldüren katiller ise bırakın bu kitabın bir ’edebiyat’ ve ’kurgu’ ürünü olduğunu bilmeyi, kitabı hiç görmemişler, bir tek sayfasına bile bakmamışlar. Oysa Salman Rushdie’nin en azından yazdığı konunun -ne kadar tepki çekerse çeksin- tamamına hakim olduğu anlaşılıyor.
Yıllar içinde Amerika’da kitapçılara gidip raflardan ’Şeytan Ayetleri’ni buluyorum; kalınlığı, kitabın kendi şeytanlığının da ne kadar yoğun olduğunun kanıtı gibi gözümde.
Kitapçı koridorlarında yere oturarak, kendimce herkesten gizlenerek ’Şeytan Ayetleri’ni karıştırmaya başlıyorum. Sanki birileri beni yakalayacakmış, yakılacakmışım gibi paranoya içindeyim. Bir kitaba bakıyorum, bir de etrafa.
Bunun bir kitap olduğunu, bir kitapçıda satılmasının çok normal olduğunu, hiç kimsenin benim kitabı okumamla ilgilenmediğini bir türlü kavrayamıyorum.
Kitabı elimde tutmaktan bile korkuyorum, o yüzden gidip kasiyerle yüzleşemiyorum, kitabı alamıyorum. Bu korku yıllarca sürüyor; yıllarca kitapçılarda gizli gizli günah işlermiş gibi ’Şeytan Ayetleri’ne dokunuyorum. Öyle korkutulmuşum, öyle içime işlemiş bu şeytanlık.
Kitabı ancak 90’ların sonuna doğru amazon’dan satın alıyorum; ilk kez o zaman bir roman gibi değerlendiriyorum, korkmadan, eski paranoyalarımdan sıyrılarak okuyorum. Devamında Salman Rushdie’nin kitap hakkındaki savunma yazılarını adeta ezberliyorum; okulda dönem ödevi bile yazıyorum.
Aynı süreçte Türkiye de dünyayla beraber yavaş yavaş normalleşiyor. ’Geceyarısı Çocukları’ Türkçe basılıyor mesela. Rushdie de Londra’daki gizli hayatından sıyrılıp New York’a herkesin gözünün önünde bir hayata gidiyor.
’Şeytan Ayetleri’ sıradanlaşıyor; ’Zaten hiçbir zaman en sevdiğim romanlardan olmadı’ diyorum.
Tam unutulmuşken, artık kimse umursamazken, fetvadan 22 yıl sonra Türkiye’de ’Şeytan Ayetleri’ yayımlanmaya hazırlanıyor bir yeraltı hareketiyle. Amacı, bu işin arkasında kimin olduğunu, motivasyonu, bunun bir provokasyon olup olmadığını bilmiyorum.
Sadece ’Biz bu kitabı okumaya hazır mıyız’ sorusunun cevabını biliyorum. Hiç ayrıntısına girmeye, gerekçesini anlatmaya bile ihtiyaç yok. Yanıt çok düz ve net bir: Hayır.
Oray EĞİN / AKŞAM
Tam 21 yıl önce, 14 Şubat 1989 günü İran, yazar Salman Rushdie’nin kellesi için fetva veriyor. Batı dünyasının sokakları kalplerle süsleyip kırmızıya boyadığı gün, İran kırmızı kan peşinde. Yazar Rushdie’nin ’Şeytan Ayetleri’ (The Satanic Verses) isimli romanından dolayı cezalandırılmasını istiyor.
Birkaç hafta içinde rüzgar tersine dönüyor.
İngiliz milletvekilleri bile Rushdie’nin kellesini isteyenlerle bir protesto gösterisinde buluşuyor, basına ’Şeytan Ayetleri’nin yasaklanması gerektiğini açıklıyor.
İngiliz basınının en solcu kalemleri Salman Rushdie’nin ülkede gerginlik yarattığını, sorumlu olduğunu yazıyorlar. Bir yazar ’Salman Rushdie’yi kim öldürdü’ diye bir tiyatro oyunu hazırlıyor, ama kimse sahnelemiyor. Bazı isimler yazarların topluma karşı hesap verme yükümlülüklerinin olduğunu açıklıyor.
Televizyonlarda seyircilere Salman Rushdie’nin yaşaması mı ölmesi mi gerektiğine dair el kaldırtılıyor. Kitapçılarda çalışanlara saldırılıyor, yayınevlerine tehdit mesajları geliyor.
John Le Carre kamuoyuna ’Salman Rushdie’nin tam olarak ne yaptığını bildiğini’ söylüyor: Başına gelecekleri biliyordu, şöhret için bunu yaptı.
Aynı tarihlerde olan biteni televizyondan izleyen bir çocuk olarak ben... Salman Rushdie adını ilk kez duyuyorum, bir kitabın herkesi nasıl sokağa dökebileceğini çocuk aklımla anlayamıyorum. Sadece adındaki ’Şeytan’dan bu kitabın korkulan, lanetli, günah bir ürün olduğunu ve uzak durulması gerektiğini düşünüyorum.
1993 yılında Aziz Nesin’in başyazarı olduğu Aydınlık gazetesi Şeytan Ayetleri’nin çevirisini yayımlamaya başlıyor. Aziz Nesin’in dini inancını ve Tanrı’nın varlığını sorgulayan demeçleri denk düşüyor.
Küçük bir grubun ’Şeytan Ayetleri’ni bahane ederek başlattığı provokasyon Sivas’ta 37 kişinin öldürülmesine varıyor, Türkiye’nin yakın tarihinin en karanlık lekesi olarak yerleşiyor toplumsal belleğimize.
Görüntüleri televizyondan dehşet içinde izliyorum. Türkiye’den, Türkiye’deki bir karanlık odağın başarabileceklerinden ilk korktuğum anlar. ’Şeytan Ayetleri’ni daha da merak etmeye başlıyorum; bu kitabın içindeki ’şeytanlığın’ korkutuculuk boyutunu öğrenme arzum daha da artıyor.
O insanları öldüren katiller ise bırakın bu kitabın bir ’edebiyat’ ve ’kurgu’ ürünü olduğunu bilmeyi, kitabı hiç görmemişler, bir tek sayfasına bile bakmamışlar. Oysa Salman Rushdie’nin en azından yazdığı konunun -ne kadar tepki çekerse çeksin- tamamına hakim olduğu anlaşılıyor.
Yıllar içinde Amerika’da kitapçılara gidip raflardan ’Şeytan Ayetleri’ni buluyorum; kalınlığı, kitabın kendi şeytanlığının da ne kadar yoğun olduğunun kanıtı gibi gözümde.
Kitapçı koridorlarında yere oturarak, kendimce herkesten gizlenerek ’Şeytan Ayetleri’ni karıştırmaya başlıyorum. Sanki birileri beni yakalayacakmış, yakılacakmışım gibi paranoya içindeyim. Bir kitaba bakıyorum, bir de etrafa.
Bunun bir kitap olduğunu, bir kitapçıda satılmasının çok normal olduğunu, hiç kimsenin benim kitabı okumamla ilgilenmediğini bir türlü kavrayamıyorum.
Kitabı elimde tutmaktan bile korkuyorum, o yüzden gidip kasiyerle yüzleşemiyorum, kitabı alamıyorum. Bu korku yıllarca sürüyor; yıllarca kitapçılarda gizli gizli günah işlermiş gibi ’Şeytan Ayetleri’ne dokunuyorum. Öyle korkutulmuşum, öyle içime işlemiş bu şeytanlık.
Kitabı ancak 90’ların sonuna doğru amazon’dan satın alıyorum; ilk kez o zaman bir roman gibi değerlendiriyorum, korkmadan, eski paranoyalarımdan sıyrılarak okuyorum. Devamında Salman Rushdie’nin kitap hakkındaki savunma yazılarını adeta ezberliyorum; okulda dönem ödevi bile yazıyorum.
Aynı süreçte Türkiye de dünyayla beraber yavaş yavaş normalleşiyor. ’Geceyarısı Çocukları’ Türkçe basılıyor mesela. Rushdie de Londra’daki gizli hayatından sıyrılıp New York’a herkesin gözünün önünde bir hayata gidiyor.
’Şeytan Ayetleri’ sıradanlaşıyor; ’Zaten hiçbir zaman en sevdiğim romanlardan olmadı’ diyorum.
Tam unutulmuşken, artık kimse umursamazken, fetvadan 22 yıl sonra Türkiye’de ’Şeytan Ayetleri’ yayımlanmaya hazırlanıyor bir yeraltı hareketiyle. Amacı, bu işin arkasında kimin olduğunu, motivasyonu, bunun bir provokasyon olup olmadığını bilmiyorum.
Sadece ’Biz bu kitabı okumaya hazır mıyız’ sorusunun cevabını biliyorum. Hiç ayrıntısına girmeye, gerekçesini anlatmaya bile ihtiyaç yok. Yanıt çok düz ve net bir: Hayır.
Oray EĞİN / AKŞAM