ŞEVVAL SAM'DAN ÖZEL AÇIKLAMALAR! TUTKULUYUM AMA ARSIZIM!
Şevval Sam arabesk, klasik Türk müziğinden sonra şimdi de nasıl bir albümle dinleyicinin karşısına çıkacak?
Başarılı, ünlü, tanınmış bir müzisyen annenin kızı olup da aynı mesleği yaptığınızda onun gölgesi altında kalma ve kıyaslanma ihtimaliniz fazladır. Ancak bu görüşü tersine çeviren biri Şevval Sam. Hem oyuncu hem de müzisyen olarak başarısını kanıtlamış biri. Şimdi tango albümü üzerine çalışıyor. Farklı sesleri, tarzları denemeyi sevdiğini anlatan Sam, ’Sanki farklı bir boyuttan kanal açılıyor ve bu sanatı icra edenlerin üzerinden bir akış gerçekleşiyor dolayısıyla kendimi sanatın elçisi gibi görüyorum’ diyor. Cennetin de, cehennemin de bu dünyada olduğuna inanıyor. Ve hayat onun için bazen sağlam fırtınalı geçiyor. Ama o hayatı olduğu gibi karşılamaya hazır.
- Arabesk, klasik Türk müziği şimdi de tango albümü...
Konsept işler yapmayı seviyorum. Albümlerin tek tarz olmamasının en büyük sebeplerinden biri benim için müziğin de oyunculuk gibi olması. Her seferinde farklı bir tarzı, sesimdeki yeni yerleri ve müziğe dair yeni sesleri keşfediyorum.
- Nasıl bir albüm olacak?
Bazı yabancı tangolara Türkçe sözler yazdım. Enstrümantal parçalar, klasik tarz tangolar ve farklı sound arayışları olacak. Farklı müzisyenlerin elinden çıkmış düzenlemelerle yine bir keşif süreci beni bekliyor.
- TRT’de müzik programına da başlıyorsunuz, daha önce de yaptınız, yeni programın farkı ne olacak?
Programın adı ’Şevval Sam İle’ olacak. Müzik ağırlıklı canlı yayına sürpriz konuklar gelecek. Farklı tarzlardan misafirlerimle çok farklı tarzlarda şarkılar söyleyeceğim. Yeni şarkılar ezberleme, çalışma ve seslendirme şansım olacağı için benim için de sağlam bir repertuar çalışması, aynı zamanda da müzikal bir zenginleşme süreci yaşayacağım.
- Yaptığınız işe yabancılaştığınız, vazgeçme noktasına geldiğiniz oldu mu ve sonra çıkışı nasıl buldunuz?
Kafamın çok karışık olduğu dönemler oldu. Bu mesleği icra ettiğimiz ortama ’piyasa’ denilmesi, şöhret ve para mevzubahis olduğunda insanlarda gördüğüm zaaflar ve sanatın icra edildiği ortamlardaki kirlilik ve sanat yapma arzum arasında gidip geldiğim zamanlar yaşadım. Daha farklı bir şey yapmak istiyordum. Bir yandan bu piyasa denen nosyondan kaçıp uzaklara, dağlara, ağaçlara gitsem mi gibi bir duygudayken bir adam yolda beni çevirdi ve ’Tasavvufta vücud-u mevhibe diye bir şey vardır. Dünyaya gelirken bütün insanlara bir takım yetenekler verilir, bu verilmiş özellikleri ve güzellikleri ne kadar açığa çıkarır ve insanlarla paylaşırsanız o kadar tanrıya yaklaşırsınız. Ama bunu kapatıp engeller ve insanlara yaymazsanız karanlığa çekilirsiniz ve şeytanla karşılaşırsınız’ demişti. Aradığım cevap, mesajcı aracılığıyla gelmiş gibi oldu.
İŞARETLERİ GÖRÜN
- Aradığınız soruların cevapları karşınıza çıkar mı?
Bundan on sene önce ’Allah’ım bana bir işaret göster, ne yapmam lazım’ diye kendi kendime açığa konuşurdum. Ve hep de bir işaret alırdım. Bu herkes için geçerli. Sadece o işaretleri doğru okuyabilmek, o gözle bakmak ve algıların açık olması lazım. Çünkü ben ’Batsın bu dünya, lanet olsun’ deyip kendini karanlıklara gark etmeyi tercih etmiş, öfkeyle, kavgayla beslenen biri değilim. Cennetin ve cehennemin bu dünyada olduğunu düşünüyorum. Ve insan isterse hayatını cennete de, cehenneme de çevirebilir.
- Tasavvufla ilgileniyor musunuz?
Her şeyle ilgileniyorum, hiçbir şeye tapmıyorum. Dünyada çok malzeme var, ihtiyacım olan her şeyi farklı inanışlardan, felsefelerden ve görüşlerden topluyorum aslında. O yüzden mürit olabilecek bir ruh değilim. Tek bir konuda uzmanlaşabilecek kadar idealist de değilim. Tutkuluyum ama arsızım.
- Âşık mısınız peki?
Evet.
- Aşk her yaşta mümkün mü?
Hastalık gibi bir aşk yaşadım ama çok şükür iyileştim. Aşk yarım kalıp da tam tüketilmediği zaman hastalık gibi oluyor.
- Yaş almaya kafayı takar mısınız?
Hala hayattayız, bunun için şikayet etmenin anlamı yok. Eğer genç kalmak isteseydim genç ölmenin yolarını arayabilirdim. Bugün bana ’20’li yaşlarına döner misin’ deseler asla dönmem. Her çizgimi seviyorum. Olgunlaşma süreci zordu, çok fırtınalıydı ama şimdiki denizimi seviyorum. Dibini görüyorum en azından. Fırtınada, 20’lerimde denizin dibini görmüyordum. Bir sürü hadiseyle yine karşılaşıyorum ama şimdi ne yapacağımı biliyorum.
- Yaş aldıkça manevi yönünüzde artış oluyor mu?
Çok küçük yaştan beri manevi bir tarafım vardı ama bazı hassasiyetlerimi tanımlayamıyordum. Bilgi ya da yaş insana bunu getiriyor.
- 2012’den umutlu musunuz, geçen yılınız nasıl geçti?
Psikolojik olarak çok yorulduğum süreçler yaşadım geçen sene. İş olarak keyifliydi ama hayat 2011 ya da 2012 diye ayırmıyor kendini. Bazı dönemlerde çıkıyor bazı dönemlerde düşüyorsunuz. Hayat inişli çıkışlı bir grafik bazen deniz gibi mutedil dalgalı bazen durgun bazen sağlam fırtınalı. Ancak hayatı olduğu gibi karşılamak lazım. Hayattaki birinci önceliğim sağlık, ikincisi üretebilmek, içerideki potansiyeli açığa çıkarabilmek.
- Peki, yaş büyüdükçe aşkın duygusu hep aynı mı sizin için?
Yirmili, otuzlu yaşlardaki aşkla zannediyorum kırklı yaşlardaki aşk çok farklı. Daha iyi çünkü insan neyin kıymetini bilmesi gerektiğini fark ediyor. Kendiyle olan meselesini büyük ölçüde hallettiyse bu yaşadığı aşka da yansıyor. Yirmilerde hamız belki de hayatımızın en güzel ilişkisini o hamlık yüzünden elimizden kaçırıyoruz, bilmiyoruz ki. Hastalıklı aşk çok öğretici, bir misyon taşıyor.
ÖLDÜRMEYEN GÜÇLENDİRİR
- Hayatı yakıp yıkıp geçerken bir şeyler de öğretiyor...
Hakikaten seni yakıp küle çevirebiliyor. Ama ölmüyorsun, güçleniyorsun. Bir daha o mahiyette bir aşk düşmanıma bile dilemem, çünkü biraz acılı oluyor. Acı bilgidir.
- Her aşkla gelen darbe, bir sonraki yaşama ihtimalin olan acıyı hafifletiyor mu?
Darbe dediğiniz nedir, terk edilmek mi? Tamamlanmamış olması belki de daha iyi. Öbür türlü belki de aşk olmuyor zaten. Terk edilmek insanın mülkiyet duygusuyla ilgili. Belli bir yaşa geldikten sonra insanın mülkiyet duygusundan arınması gerekiyor. O arınma zaten insanı o aşk acısından, o terk edilmişlik duygusundan kurtarıyor. Terk edilmek insanın egosunu yaralayan bir şeydir. ’Benim olsun’ diyorsun. Onun mülkiyetinden vazgeçtiğin anda zaten özgürleşiyorsun. Dünyada mülkiyetlerinden ne kadar vazgeçersen o kadar özgür bir ruhsun. O zaman kaybetmekten de korkmuyorsun, acı da çekmiyorsun. Birini sahip olmadan, beklentisiz, sevebilmek, bedensel varlığından vazgeçebilmek en büyük bilgi.
- Doğada hayran olduğumuz bir çiçeği sever gibi onu toprağından koparmadan sevmek gibi...
Yıllarca aşk acı çekmektir, mutlu aşk yoktur gibi bilgilerle büyüdük, inandık. Bir gün ’aşk mutlu olmak içindir’ diye bir söz okudum ve o gün hayatım değişti.
Yalnız kalmak beni iyileştiriyor
- Hayattan kaçmak, yok olmak istediğiniz anlarda ne olur da o ruh halinden çıkarsınız?
Aslında yalnız kalmayı çok seven biriyim. Hiç sosyal değilim. Hayatımda kalbimi açabildiğim, her şeyimi paylaşabildiğim çekirdek kadro bir grubum vardır ve on kişiyi de geçmez. Uzun süre insanlarla iç içe olduğumda, çok sık ve çok dağıldığım işler yaptığımda şarjım bitiyor. Kendi başıma kalıp içime dönüp biraz süreci sorgulamam, demlenmem sakinleşmem ve şarj etmem gerekiyor. Buna ihtiyaç duyuyorum. O yüzden bir tek yalnız kalmak beni iyileştiriyor
AKŞAM
- Arabesk, klasik Türk müziği şimdi de tango albümü...
Konsept işler yapmayı seviyorum. Albümlerin tek tarz olmamasının en büyük sebeplerinden biri benim için müziğin de oyunculuk gibi olması. Her seferinde farklı bir tarzı, sesimdeki yeni yerleri ve müziğe dair yeni sesleri keşfediyorum.
- Nasıl bir albüm olacak?
Bazı yabancı tangolara Türkçe sözler yazdım. Enstrümantal parçalar, klasik tarz tangolar ve farklı sound arayışları olacak. Farklı müzisyenlerin elinden çıkmış düzenlemelerle yine bir keşif süreci beni bekliyor.
- TRT’de müzik programına da başlıyorsunuz, daha önce de yaptınız, yeni programın farkı ne olacak?
Programın adı ’Şevval Sam İle’ olacak. Müzik ağırlıklı canlı yayına sürpriz konuklar gelecek. Farklı tarzlardan misafirlerimle çok farklı tarzlarda şarkılar söyleyeceğim. Yeni şarkılar ezberleme, çalışma ve seslendirme şansım olacağı için benim için de sağlam bir repertuar çalışması, aynı zamanda da müzikal bir zenginleşme süreci yaşayacağım.
- Yaptığınız işe yabancılaştığınız, vazgeçme noktasına geldiğiniz oldu mu ve sonra çıkışı nasıl buldunuz?
Kafamın çok karışık olduğu dönemler oldu. Bu mesleği icra ettiğimiz ortama ’piyasa’ denilmesi, şöhret ve para mevzubahis olduğunda insanlarda gördüğüm zaaflar ve sanatın icra edildiği ortamlardaki kirlilik ve sanat yapma arzum arasında gidip geldiğim zamanlar yaşadım. Daha farklı bir şey yapmak istiyordum. Bir yandan bu piyasa denen nosyondan kaçıp uzaklara, dağlara, ağaçlara gitsem mi gibi bir duygudayken bir adam yolda beni çevirdi ve ’Tasavvufta vücud-u mevhibe diye bir şey vardır. Dünyaya gelirken bütün insanlara bir takım yetenekler verilir, bu verilmiş özellikleri ve güzellikleri ne kadar açığa çıkarır ve insanlarla paylaşırsanız o kadar tanrıya yaklaşırsınız. Ama bunu kapatıp engeller ve insanlara yaymazsanız karanlığa çekilirsiniz ve şeytanla karşılaşırsınız’ demişti. Aradığım cevap, mesajcı aracılığıyla gelmiş gibi oldu.
İŞARETLERİ GÖRÜN
- Aradığınız soruların cevapları karşınıza çıkar mı?
Bundan on sene önce ’Allah’ım bana bir işaret göster, ne yapmam lazım’ diye kendi kendime açığa konuşurdum. Ve hep de bir işaret alırdım. Bu herkes için geçerli. Sadece o işaretleri doğru okuyabilmek, o gözle bakmak ve algıların açık olması lazım. Çünkü ben ’Batsın bu dünya, lanet olsun’ deyip kendini karanlıklara gark etmeyi tercih etmiş, öfkeyle, kavgayla beslenen biri değilim. Cennetin ve cehennemin bu dünyada olduğunu düşünüyorum. Ve insan isterse hayatını cennete de, cehenneme de çevirebilir.
- Tasavvufla ilgileniyor musunuz?
Her şeyle ilgileniyorum, hiçbir şeye tapmıyorum. Dünyada çok malzeme var, ihtiyacım olan her şeyi farklı inanışlardan, felsefelerden ve görüşlerden topluyorum aslında. O yüzden mürit olabilecek bir ruh değilim. Tek bir konuda uzmanlaşabilecek kadar idealist de değilim. Tutkuluyum ama arsızım.
- Âşık mısınız peki?
Evet.
- Aşk her yaşta mümkün mü?
Hastalık gibi bir aşk yaşadım ama çok şükür iyileştim. Aşk yarım kalıp da tam tüketilmediği zaman hastalık gibi oluyor.
- Yaş almaya kafayı takar mısınız?
Hala hayattayız, bunun için şikayet etmenin anlamı yok. Eğer genç kalmak isteseydim genç ölmenin yolarını arayabilirdim. Bugün bana ’20’li yaşlarına döner misin’ deseler asla dönmem. Her çizgimi seviyorum. Olgunlaşma süreci zordu, çok fırtınalıydı ama şimdiki denizimi seviyorum. Dibini görüyorum en azından. Fırtınada, 20’lerimde denizin dibini görmüyordum. Bir sürü hadiseyle yine karşılaşıyorum ama şimdi ne yapacağımı biliyorum.
- Yaş aldıkça manevi yönünüzde artış oluyor mu?
Çok küçük yaştan beri manevi bir tarafım vardı ama bazı hassasiyetlerimi tanımlayamıyordum. Bilgi ya da yaş insana bunu getiriyor.
- 2012’den umutlu musunuz, geçen yılınız nasıl geçti?
Psikolojik olarak çok yorulduğum süreçler yaşadım geçen sene. İş olarak keyifliydi ama hayat 2011 ya da 2012 diye ayırmıyor kendini. Bazı dönemlerde çıkıyor bazı dönemlerde düşüyorsunuz. Hayat inişli çıkışlı bir grafik bazen deniz gibi mutedil dalgalı bazen durgun bazen sağlam fırtınalı. Ancak hayatı olduğu gibi karşılamak lazım. Hayattaki birinci önceliğim sağlık, ikincisi üretebilmek, içerideki potansiyeli açığa çıkarabilmek.
- Peki, yaş büyüdükçe aşkın duygusu hep aynı mı sizin için?
Yirmili, otuzlu yaşlardaki aşkla zannediyorum kırklı yaşlardaki aşk çok farklı. Daha iyi çünkü insan neyin kıymetini bilmesi gerektiğini fark ediyor. Kendiyle olan meselesini büyük ölçüde hallettiyse bu yaşadığı aşka da yansıyor. Yirmilerde hamız belki de hayatımızın en güzel ilişkisini o hamlık yüzünden elimizden kaçırıyoruz, bilmiyoruz ki. Hastalıklı aşk çok öğretici, bir misyon taşıyor.
ÖLDÜRMEYEN GÜÇLENDİRİR
- Hayatı yakıp yıkıp geçerken bir şeyler de öğretiyor...
Hakikaten seni yakıp küle çevirebiliyor. Ama ölmüyorsun, güçleniyorsun. Bir daha o mahiyette bir aşk düşmanıma bile dilemem, çünkü biraz acılı oluyor. Acı bilgidir.
- Her aşkla gelen darbe, bir sonraki yaşama ihtimalin olan acıyı hafifletiyor mu?
Darbe dediğiniz nedir, terk edilmek mi? Tamamlanmamış olması belki de daha iyi. Öbür türlü belki de aşk olmuyor zaten. Terk edilmek insanın mülkiyet duygusuyla ilgili. Belli bir yaşa geldikten sonra insanın mülkiyet duygusundan arınması gerekiyor. O arınma zaten insanı o aşk acısından, o terk edilmişlik duygusundan kurtarıyor. Terk edilmek insanın egosunu yaralayan bir şeydir. ’Benim olsun’ diyorsun. Onun mülkiyetinden vazgeçtiğin anda zaten özgürleşiyorsun. Dünyada mülkiyetlerinden ne kadar vazgeçersen o kadar özgür bir ruhsun. O zaman kaybetmekten de korkmuyorsun, acı da çekmiyorsun. Birini sahip olmadan, beklentisiz, sevebilmek, bedensel varlığından vazgeçebilmek en büyük bilgi.
- Doğada hayran olduğumuz bir çiçeği sever gibi onu toprağından koparmadan sevmek gibi...
Yıllarca aşk acı çekmektir, mutlu aşk yoktur gibi bilgilerle büyüdük, inandık. Bir gün ’aşk mutlu olmak içindir’ diye bir söz okudum ve o gün hayatım değişti.
Yalnız kalmak beni iyileştiriyor
- Hayattan kaçmak, yok olmak istediğiniz anlarda ne olur da o ruh halinden çıkarsınız?
Aslında yalnız kalmayı çok seven biriyim. Hiç sosyal değilim. Hayatımda kalbimi açabildiğim, her şeyimi paylaşabildiğim çekirdek kadro bir grubum vardır ve on kişiyi de geçmez. Uzun süre insanlarla iç içe olduğumda, çok sık ve çok dağıldığım işler yaptığımda şarjım bitiyor. Kendi başıma kalıp içime dönüp biraz süreci sorgulamam, demlenmem sakinleşmem ve şarj etmem gerekiyor. Buna ihtiyaç duyuyorum. O yüzden bir tek yalnız kalmak beni iyileştiriyor
AKŞAM