''SEVSİNLER SİYASET DE YAZARMIŞ, ACABA HANGİ ZEYTİN AĞACININ ALTINDA OTURURKEN BAŞINA DÜŞTÜ BU FİKİRLER"
Haşmet Baboğlu kendisine bu şekilde tepki gösteren okuruna nasıl bir yanıt verdi?
Gölgede kitap keyfi!
Kaç gündür, öfkeden, acıdan, siyasal tutumlarımızın derin köklerinden dem vurup duruyorum.
Bugün diyorum ki, biraz kafayı dağıtsak hani...
Gündem yine acılı, gündem yine loş.
Ama şu köşenin kapılarını açıp içeriye biraz güneş alsak, fena mı olur!
Hem üç gündür yazdıklarımdan hiç hoşlanmayanlar yine mail yollayarak beni "zeytin ağacının altına" çağırıyorlar.
Akılları sıra beni bu yolla aşağıladıklarını sanıyorlar ya, onları da kırmayayım bari!
"Sevsinler siyaset de yazarmış, acaba hangi zeytin ağacının altında otururken başına düştü bu fikirler?" diye soruyordu biri...
Öteki, "Ne oldu zerzevat, aşk meşk yazılarına da birden Filistin yanlısı oldun?" diyordu.
Her seferinde gülüp geçiyorum ama doğrusu, insan ruhunun bu kadar kolayca böcekleşebilmesi karşısında içime bir hüzün çökmüyor da değil!
***
Zeytin ağacı dedim de...
Sırtınızı kocamış bir zeytine dayayıp kitap okudunuz mu hiç? Harika bir şeydir.
Çocukken yaz tatillerinde Pendik’te oturan teyzemde kalırdım. En sevdiğim şey, evin yakınındaki arsada bir başına kalmış zeytinin altına bir şilte yayıp kitap okumaktı.
Hatırlıyorum, Andre Gide’in Dar Kapı’sının sararmış sayfaları arasında karıncalar dolaşırdı.
Yanıbaşımda oturup kıkırdaşan akranım kızlardan biri ötekine "şşşt" yapardı, "sus!" anlamında parmağını dudaklarına götürerek; "çok ağır kitaplar okuyor, yakında üşütecek!" Oğlanlar da akşama doğru hava serinleyince top oynamaya çağırırdı. İstemeye istemeye kitabımı kapatıp kalkardım.
Kaderim belliydi, toz toprak içinde kalecilik yapardım!
***
Dışarılarda kitap okunur mu? Mesela bir kafede kitap okumak keyifli midir?
Bir ara yazarlarımıza sormuşlardı; nerelerde kitap okumayı seviyorsunuz, diye...
Nazlı Eray’dı galiba, "Ankara’da Papaz’ın Bağı’nda yemyeşil bahçede kitap okumayı çok seviyorum" demişti.
Feyza Hepçilingirler de Cunda’da Taş Kahve’de kitap okumanın keyfinden söz etmişti.
Ben de Taş Kahve’de oturup az kitap devirmemişimdir! Ama son yıllarda durum değişti! Mehmet masadan masaya çay kahve taşırken âşık pervaneler gibi peşinde dolaşan kedilerden gözümü alamıyorum. Artık Taş Kahve’nin köşe masalarından birine oturup havayı koklamak veya eş dostla sohbet etmek daha hoşuma gidiyor.
***
Uzun lafın kısası...
Bazı kitaplar evden çok dışarıda "iyi" gider, hatta bazı zor kitaplar kalabalığın orta yerinde kolaylaşıverirler!
Mehmet Eroğlu romanlarını evde okumakta zorlandığımı ama mesela o güzelim Yarım Kalan Yürüyüşü’nü Gümüşlük’ te denizin dibinde, bir iğde ağacının gölgesinde bir çırpıda okuduğumu hatırlıyorum şimdi. Durrell’in İskenderiye Dörtlüsü de ilk kez Bodrum kahvelerinde kalbime girmiştir.
Ah bir de birkaç yıl öncesine kadar Rumelihisarı’nın oralarda Arka Bahçe diye bir kafe vardı.
Hamakta yayılıp Deleuze, Derrida falan okuduğumu, sonra masaya geçip elimde kalemle cep defterime notlar aldığımı hatırlıyorum.
Şimdi öyle yerler var mı, bir kitaba dalıp gidilecek arka bahçeler?..
Varsa, haberim olsun!
Haşmet Babaoğlu/Sabah
Kaç gündür, öfkeden, acıdan, siyasal tutumlarımızın derin köklerinden dem vurup duruyorum.
Bugün diyorum ki, biraz kafayı dağıtsak hani...
Gündem yine acılı, gündem yine loş.
Ama şu köşenin kapılarını açıp içeriye biraz güneş alsak, fena mı olur!
Hem üç gündür yazdıklarımdan hiç hoşlanmayanlar yine mail yollayarak beni "zeytin ağacının altına" çağırıyorlar.
Akılları sıra beni bu yolla aşağıladıklarını sanıyorlar ya, onları da kırmayayım bari!
"Sevsinler siyaset de yazarmış, acaba hangi zeytin ağacının altında otururken başına düştü bu fikirler?" diye soruyordu biri...
Öteki, "Ne oldu zerzevat, aşk meşk yazılarına da birden Filistin yanlısı oldun?" diyordu.
Her seferinde gülüp geçiyorum ama doğrusu, insan ruhunun bu kadar kolayca böcekleşebilmesi karşısında içime bir hüzün çökmüyor da değil!
***
Zeytin ağacı dedim de...
Sırtınızı kocamış bir zeytine dayayıp kitap okudunuz mu hiç? Harika bir şeydir.
Çocukken yaz tatillerinde Pendik’te oturan teyzemde kalırdım. En sevdiğim şey, evin yakınındaki arsada bir başına kalmış zeytinin altına bir şilte yayıp kitap okumaktı.
Hatırlıyorum, Andre Gide’in Dar Kapı’sının sararmış sayfaları arasında karıncalar dolaşırdı.
Yanıbaşımda oturup kıkırdaşan akranım kızlardan biri ötekine "şşşt" yapardı, "sus!" anlamında parmağını dudaklarına götürerek; "çok ağır kitaplar okuyor, yakında üşütecek!" Oğlanlar da akşama doğru hava serinleyince top oynamaya çağırırdı. İstemeye istemeye kitabımı kapatıp kalkardım.
Kaderim belliydi, toz toprak içinde kalecilik yapardım!
***
Dışarılarda kitap okunur mu? Mesela bir kafede kitap okumak keyifli midir?
Bir ara yazarlarımıza sormuşlardı; nerelerde kitap okumayı seviyorsunuz, diye...
Nazlı Eray’dı galiba, "Ankara’da Papaz’ın Bağı’nda yemyeşil bahçede kitap okumayı çok seviyorum" demişti.
Feyza Hepçilingirler de Cunda’da Taş Kahve’de kitap okumanın keyfinden söz etmişti.
Ben de Taş Kahve’de oturup az kitap devirmemişimdir! Ama son yıllarda durum değişti! Mehmet masadan masaya çay kahve taşırken âşık pervaneler gibi peşinde dolaşan kedilerden gözümü alamıyorum. Artık Taş Kahve’nin köşe masalarından birine oturup havayı koklamak veya eş dostla sohbet etmek daha hoşuma gidiyor.
***
Uzun lafın kısası...
Bazı kitaplar evden çok dışarıda "iyi" gider, hatta bazı zor kitaplar kalabalığın orta yerinde kolaylaşıverirler!
Mehmet Eroğlu romanlarını evde okumakta zorlandığımı ama mesela o güzelim Yarım Kalan Yürüyüşü’nü Gümüşlük’ te denizin dibinde, bir iğde ağacının gölgesinde bir çırpıda okuduğumu hatırlıyorum şimdi. Durrell’in İskenderiye Dörtlüsü de ilk kez Bodrum kahvelerinde kalbime girmiştir.
Ah bir de birkaç yıl öncesine kadar Rumelihisarı’nın oralarda Arka Bahçe diye bir kafe vardı.
Hamakta yayılıp Deleuze, Derrida falan okuduğumu, sonra masaya geçip elimde kalemle cep defterime notlar aldığımı hatırlıyorum.
Şimdi öyle yerler var mı, bir kitaba dalıp gidilecek arka bahçeler?..
Varsa, haberim olsun!
Haşmet Babaoğlu/Sabah