"SEVGİLİ CAN'A HAYRANIM!..." CAN DÜNDAR HAYRANI BU KÖŞE YAZARI KİM?.... HERKES ELEŞTİRİRKEN NEDEN O HAYRANLIĞINI DİLE GETİRDİ?..
Sevgili Can Dündar´ı hayranlıkla izliyorum. Onun yeri ayrıdır piyasada... Gel de hayran olma! Sesinden mi yüzünden mi bilmem, şeytan tüyü vardır Can Dündar´da... Sevmemek zordur. Ne onu, ne işini...
Sevgili Can Dündar´ı hayranlıkla izliyorum. Sadece çalışmalarını değil; özellikle iletişimini yönetmekteki başarısını da... Bir kere yaptığı her ticari işi; belgeseli, kurumsal şirket filmini sanki herhangi bir ücret almadan Hilal-i Ahmer uğruna yapıyormuş gibi algılatmayı başarmasına hayranım. Köşe yazarlığını, TV programını ve yapım şirketini aynı anda başarıyla yönetiyor olma tarzındaki `nefasete´ hayranım mesela.
Onun yeri ayrıdır piyasada... Gel de hayran olma! Sesinden mi yüzünden mi bilmem, şeytan tüyü vardır Can Dündar´da... Sevmemek zordur. Ne onu, ne işini...
İşte Mustafa filminin çevresinde dönen iletişimi de engin bir hayranlıkla izlemekteyim... Spontan oluşmuş bile olabilir... O, bu sahneyi iyi yönetiyor yine de... Mükemmel bir `gündem yönetimi´ salvosu... Millet filmi bıraktı Turkcell´i konuşuyor... Eminim Can´ın tercihi böyleydi... Dikkatleri o yana çekmek...
Çarşamba günkü yazıma şöyle girmişim: "Gazi Can Dündar... Türk Dil Kurumu sözlüğünde Gazi kelimesini aradığınızda üç anlam çıkıyor karşınıza. Üçüncüsü şöyle: `Savaştan sağ olarak dönen kimse!´.. Bu tanım Can Dündar kardeşime tam uyuyor... Çünkü Can Dündar´ın başına çok daha büyük felaketler gelebilirdi... Çünkü Düş kırıklığı, yarattığınız beklenti ile gerçeklik arasındaki mesafenin büyüklüğü oranında büyük olur..."
Amma şom ağızlıymışım... İşte şu sıra olan da tastamam budur ne yazık ki... Bu kez Can Dündar kardeşim hiç yara almadan sıyıramayacak sanki... Filmin aldığı olumsuz eleştirilerden kurtulmak ya da filme ilgiyi artırmak adına olabilir. Konuyu durduk yerde hayli zaman önce cereyan etmiş bir sponsorluk ilişkisine çekmeye çalışmak, kendini kurtarırken hem sponsor olmamış firmayı hem de fiilen sponsor olmuş başarılı kuruluşu şaibe altında bırakmak ve tartışmanın ortasına çekmek, iletişim özürlülük değilse, nedir bilemiyorum...
Uzun bir süre önce bir firmanın filme sponsor olmasını istiyorsunuz. Teklif götürüyorsunuz. Amacınız herhalde para kazanmak, ya da kaybetmemek. Yani ticaret...
O firmanın da amacı sizinki gibi ticaret. "İyi fikir, bakalım", diyorlar. Sonra filmi gösteriyorsunuz. Gandi gibi bir film bekliyorlar (çünkü yaratılan beklenti o). Gele gele, tarlada karga kovalamaktan, 10´uncu yıl nutkuna kadar Emin Oktay´ın lise III Tarih Kitabı´na uygun, bir iki özel görüntü dışında binlerce kez izlediğimiz yüzeysel ve her şey olsun duygusuyla çok anlatılmış hızlı çekim (!) filmler; karanlıktan korkan, yalnız, hastalıklı, cılız, ayyaş, depresyonlar içinde kıvranan, iktidarı bırakıp her an kırlara kaçmayı planlayan, hafif psikopat ve sosyopat bir `anti-hero´ (anti-kahraman) çıkıyor karşılarına. Gazi böyle olabilir mi? Diyelim ki olabilir. Daha da ekstrem `hasletleri´ olmuş olabilir... Gandi´de de neler vardı kim bilir? Ya da Churchill´de, General Patton´da, J.F.Kennedy´de... Hangisini anti-hero olarak gösterdiler acaba?... Hiçbir ulus, ulusal kahramanını `anti-hero´ yapmaz... Yaparsa, onu yapan anti-hero haline gelir... Oysa Can Dündar da benim kahramanım değil miydi?..
Neyse, filmi izledikten sonra potansiyel sponsor firma, her ne gerekçeyle olursa olsun "Yokuz biz bu işte", diyor... Neymiş efendim? Geç kalmışlar bunu demekte. Bunu demek için filmin çok önceden gönderilmiş olması ve potansiyel sponsorun kararı günlerce bekletmesi gerekir, değil mi? Ancak böyle olmamış... Her şey sıkışık bir zaman diliminde cereyan etmiş...
Önce filmle ilgili görüşümüzü bir kez daha ifade edelim: "Biz `Aslan vurması´nı beklemiştik Can Dündar´dan... Ancak o geyik vurmuştu mesela... Oysa geyik vurmuş olacağını düşünerek gitseydik tamamen tatmin olmuş olarak ayrılabilirdik o filmden..."
Can Dündar bir iletişim hatası yapmıştı filml