Serra Yılmaz'a manidar soru: “Türklük” ne zamandan beri “suç” oldu?..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, sanatçı Serra Yılmaz’ın Türklükle ilgili suçlayıcı sözlerini eleştirdi ve “Sömürge aydını” teşhisi koydu.
Kaç gündür aklımdaydı. Lakin kendi kendime “Hiç bulaşma oğlum, asabını bozmaya değmez” diyordum. Gelin görün ki dayanamadım. “Serra Yılmaz Vakası”ndan bahsediyorum. Bu hanımefendi
Antony Bourdain’in sunduğu “Parts Unkown” programına konuk olmuş. Programın sunucusunun sohbet sırasında, "Türk olmak nasıl bir şey?" sorusu üzerine masada oturan üçüncü kişi, "Serra Türk müsün" sorusuyla Bourdain'i Yılmaz'a yönlendirince de, "Evet Türküm, ama bu benim suçum değil” şeklinde imalı bir cevap vermiş. .Bu cevap masada gülüşmelere neden olmuş.
Buyurun buradan yakın! Bu nasıl bir cevap? Adam “Türk olmak suç mu? “diye sormuyor, “Türk olmak nasıl bir şey?” diye soruyor. Garip bir savunma içgüdüsüyle verilen refleks cevap "Evet Türküm, ama bu benim suçum değil” oluyor. Hangi duygu ve mantıkla bunu diyor bilmiyorum ama nereden bakarsan bak temelinden acayip bir “kompleks” fışkırıyor. Bu “Türk” olmaktan duyulan nasıl bir rahatsızlıktır? Dahası Türk olmak ne zamandan beri bir “suç” oldu? Türk olması kendi suçu değilse acaba kimin suçu?
Gene aynı hanımefendi gelen tepkiler üzerine Twitter'dan kendisini savunmuş. Olabilir ama verdiği cevap ilk söylediğinden bile berbat ve aynı mantığın bir “uzantısı” bana göre. (“Özrü kabahatinden büyük” derler ya!) Şöyle demiş; “Amerikalı ya da Fransız ya da herhangi biri bunun esprisini anlıyor ve gülüyor. Sadece bizler yanlış anlıyoruz.”
Cevaba dikkat ettiniz mi? Yani “Amerikalı ve Fransız” bunu anlıyor bir biz “kaz kafalı” (!!!) Türkler anlayamıyoruz. Niye? Çünkü Amerikalı ve Fransızların anlama ve espri yeteneği bizde yok. Bu yetenek bize bahşedilmemiş. Aynı küçümseyici ve alaycı ifade cevabına da sinmiş kolayca.
Emin misiniz Serra Hanım? Sakın o gülüşmeleri siz yanlış anlıyor olmayasınız? Karşınızdaki tipler “Ne güzel bir Türk’e Türkleri kötülettik” diye gülüyor olmasın? (Nitekim bu sunucu şahıs daha önce “Ermeniler” dolayısıyla Türkleri inceden hedefine almıştı.) Sizin düştüğünüz duruma büyük bir keyifle gülüyor olmasınlar? Tabii biz “anlayışsızlar” bunu anlayamayız. Onlar kadar kafamız çalışmıyor ve zeki değiliz ne de olsa!
Buradaki handikap sanırım şu; Nasıl “Türk olma”ya abartılı manalarla yüklü, marazi yüceltimler saçma ise böylesi suçlayıcı yaklaşımlar da bir o kadar berbat. Yoksa biz Türklerin her huyu, suyunun “mükemmel”.olduğunu iddia edecek değilim. Bende eleştiririm. Ama bunu nerede, nasıl, kime, hangi bağlamda ve üslupta yaptığınız da bir o kadar önemli. Hele Türk olmayı bir “suç” ya da “kabahat” gibi tanımlamak hepten arızalı yani!
YAŞASIN SAÇMALAMA ÖZGÜRLÜĞÜ!
Serra Yılmaz’ın “Sanatçılığı”na, oyunculuğuna bir diyeceğim yok. (Daha doğrusu benim Serra Hanım’la değil belli “”zihniyetler”le problemim var. Serra Yılmaz sadece bunun “vesilesi” oluyor!) Hatta saygı bile duyabilirim. Ancak son zamanlarda her cenahta “Sanatçı”, “oyuncu”, vb unvanlarını “saçmalama ruhsatı” gibi kullananlar o kadar çoğaldı ki bunun ise artık ülkenin çile çekmiş, bedel ödemiş, birikim sahibi gerçek aydınlarına bir tür hakaret sayar oldum. Kendini çok “elit” zannetme adına her tür “avami” yaklaşım o kadar ortalığı doldurdu ki bu “çakma aydınımsılar”a pes doğrusu!
Tabii bu hanımefendi ve onun gibi düşünenler yaklaşımlarının “Fikir özgürlüğü” dahilinde olduğunu iddia edebilirler. Ortada bir “fikir” olsaydı bende “fikir özgürlüğü” diyebilirdim. (“Saçmalama özgürlüğü” derlerse itirazım olmaz!) Ancak ortada “fikir” yok. Onun yerine bir “mürekkep yalamış” tipinin (“Aydın” demekte gerçekten zorlanıyorum!) çarpık halet-i ruhiyesi mevcut. Ne bileyim marazi abuklamalar, kompleksli yakınmalar var mesela. Maalesef bir kesimde sözüm ona “Politize” olma adına incir çekirdeğini doldurmayan laflar, magazinel yorumlar, vb gırla gidiyor. Bu gibiler her ağızlarını açtıklarında gayri ihtiyari “Eyvah!.. Bakalım gene ne yumurtlayacaklar..” diyorum!
“SÖMÜRGE AYDINI” KAFASI!
Peki aynı tarz bakışlar gerçekte neye tekabül ediyor? Bu düpedüz “sömürge aydını” kafasıdır. Literatürde başka adı yok. (Rahmetli Attila İlhan yaşasaydı kim bilir ne güzel çözümlerdi bu kafayı) Bunlar “sömürgeci efendileri”ne yaranmak, onlardan “Aferin” alabilmek, başlarını okşatmak için her fırsatta ülkelerini, milletlerini küçümserler, her daim milletlerinin olumsuz yanlarını, örneklerini öne çıkartırlar ve onun bir üyesi olmaktan acayip ve ümitsiz bir çaresizlik duyarlar. Kendi milli kimlikleriyle “sıkıntılı derecede” problemleri vardır!
O yüzden bilhassa batılıların gözüne girebilmek için milletlerine olur olmadık yaftalar yapıştırırlar. Bunların çoğu batılı misyoner okullarında, batı tarzı eğitim almışlar ama bir türlü “batılı gibi” olamayacaklarını, onay göremeyeceklerini anladıklarından tuhaf bir kompleks içindedirler. Bu yüzden sömürgeciliğin bir anlamda gönüllü “zihniyet ajanlığı”nı yapmaktan geri ( “Mankurt aydınlar” gibi!) duramazlar!
Ülkesine, milletine “yabancılaşmış” bir” aydın tipi”dir ortadaki. Ancak yabancılar sırtlarını okşadıkça, ruhen kendi milletinin şahsiyetini, varoluşunu, onurunu avlamaya kalkarlar. Renklerinden utanan, sürekli “buyur sahip” diyen kara derililer gibidirler bunlar.(Bu tipolojiyi Cezayirli aydın-psikiyatrist Frantz Fanon “Afrikalıların Tarzan’ı sinemada gördüklerinde çılgınca alkışladıklarını, ama kendileri gibi kara derilileri gördüklerinde ise ıslıkladıkları” benzetmesiyle çok iyi resmetmiştir.) “Efendileri”ne yaranmakta birbirleriyle yarışırlar ve sürekli onların onayını alma peşindedirler. O yüzden her fırsatta bilinçaltları patlak verir. Kafalarında bir “Safari şapkaları” eksiktir!
“SEN NE DİYORSUN KARDEŞİM?” DENİLECEĞİ YERDE…
Bunlar bir de “Atatürkçü” geçinirler. (Atatürk bunları görseydi ne der ya da yapardı bilmem?) Sanki Atatürk milletini küçümsemişti? Tam tersi milletini yüceltmek için elinden geleni yapmıştı. Her tür sömürgeci kafa, mandacı zihniyetle çarpışarak dünyanın en büyük anti-emperyalist savaşını verdi. Bunların Kemalizm’den anladıkları sadece çarşaf ve başörtüsü karşıtlığıdır. ( Nitekim Serra Hanım’ın da daha önce “Başörtülüleri görünce öcü görmüş gibi oluyorum” mealinde sözleri olmuştu galiba.Ancak bu gibi sözler Akit türünden gazetelerin "hedef gösterici ve faşizan" çıkışlarına bahane teşkil edemez.) “Ulusal hassasiyetleri” sıfır ya da sıfıra yakındır. Bu gibiler hiçbir konuya derinliğine bakamazlar, sığdırlar. Sadece bu konuda nedense çok “duyarlı” dırlar. Hatta iddia edebilirim ki, AKP yükselişini önemli ölçüde bunlara borçludur. Siz bunlar yüzünden AKP’nin yüzde 60 oy almadığına şükredin!
Maalesef son dönemde “Anti-Erdoğanizm” ve “Beyaz Türk laikçiliği” adına böylelerini pohpohlayan, öne çıkartan, olumlayan, alkışlayan bir kafa yapısı solda, “Ulusalcı” kesimlerde, laik camiada oluştu. “Sen ne diyorsun kardeşim?” denileceği yerde “ne de güzel konuşmuş” diyen anormal bir “çanak tutuculuk” yeşerdi. Zihni melekeler tümüyle dumur oldu!
Ne diyeyim? Hakikaten bende ne diyeceğimi şaşırdım. Eğer bu tavrın belli kesimlerde cari “karşılığı” olmasaydı bende gülüp geçebilirdim. Fakat maalesef ne geçebiliyor ne de gülebiliyorum. Acımak istiyorum ama tuhaftır ki onu dahi yapamıyorum!..
11.11.2015.
atillaakar@gmail.com
Antony Bourdain’in sunduğu “Parts Unkown” programına konuk olmuş. Programın sunucusunun sohbet sırasında, "Türk olmak nasıl bir şey?" sorusu üzerine masada oturan üçüncü kişi, "Serra Türk müsün" sorusuyla Bourdain'i Yılmaz'a yönlendirince de, "Evet Türküm, ama bu benim suçum değil” şeklinde imalı bir cevap vermiş. .Bu cevap masada gülüşmelere neden olmuş.
Buyurun buradan yakın! Bu nasıl bir cevap? Adam “Türk olmak suç mu? “diye sormuyor, “Türk olmak nasıl bir şey?” diye soruyor. Garip bir savunma içgüdüsüyle verilen refleks cevap "Evet Türküm, ama bu benim suçum değil” oluyor. Hangi duygu ve mantıkla bunu diyor bilmiyorum ama nereden bakarsan bak temelinden acayip bir “kompleks” fışkırıyor. Bu “Türk” olmaktan duyulan nasıl bir rahatsızlıktır? Dahası Türk olmak ne zamandan beri bir “suç” oldu? Türk olması kendi suçu değilse acaba kimin suçu?
Gene aynı hanımefendi gelen tepkiler üzerine Twitter'dan kendisini savunmuş. Olabilir ama verdiği cevap ilk söylediğinden bile berbat ve aynı mantığın bir “uzantısı” bana göre. (“Özrü kabahatinden büyük” derler ya!) Şöyle demiş; “Amerikalı ya da Fransız ya da herhangi biri bunun esprisini anlıyor ve gülüyor. Sadece bizler yanlış anlıyoruz.”
Cevaba dikkat ettiniz mi? Yani “Amerikalı ve Fransız” bunu anlıyor bir biz “kaz kafalı” (!!!) Türkler anlayamıyoruz. Niye? Çünkü Amerikalı ve Fransızların anlama ve espri yeteneği bizde yok. Bu yetenek bize bahşedilmemiş. Aynı küçümseyici ve alaycı ifade cevabına da sinmiş kolayca.
Emin misiniz Serra Hanım? Sakın o gülüşmeleri siz yanlış anlıyor olmayasınız? Karşınızdaki tipler “Ne güzel bir Türk’e Türkleri kötülettik” diye gülüyor olmasın? (Nitekim bu sunucu şahıs daha önce “Ermeniler” dolayısıyla Türkleri inceden hedefine almıştı.) Sizin düştüğünüz duruma büyük bir keyifle gülüyor olmasınlar? Tabii biz “anlayışsızlar” bunu anlayamayız. Onlar kadar kafamız çalışmıyor ve zeki değiliz ne de olsa!
Buradaki handikap sanırım şu; Nasıl “Türk olma”ya abartılı manalarla yüklü, marazi yüceltimler saçma ise böylesi suçlayıcı yaklaşımlar da bir o kadar berbat. Yoksa biz Türklerin her huyu, suyunun “mükemmel”.olduğunu iddia edecek değilim. Bende eleştiririm. Ama bunu nerede, nasıl, kime, hangi bağlamda ve üslupta yaptığınız da bir o kadar önemli. Hele Türk olmayı bir “suç” ya da “kabahat” gibi tanımlamak hepten arızalı yani!
YAŞASIN SAÇMALAMA ÖZGÜRLÜĞÜ!
Serra Yılmaz’ın “Sanatçılığı”na, oyunculuğuna bir diyeceğim yok. (Daha doğrusu benim Serra Hanım’la değil belli “”zihniyetler”le problemim var. Serra Yılmaz sadece bunun “vesilesi” oluyor!) Hatta saygı bile duyabilirim. Ancak son zamanlarda her cenahta “Sanatçı”, “oyuncu”, vb unvanlarını “saçmalama ruhsatı” gibi kullananlar o kadar çoğaldı ki bunun ise artık ülkenin çile çekmiş, bedel ödemiş, birikim sahibi gerçek aydınlarına bir tür hakaret sayar oldum. Kendini çok “elit” zannetme adına her tür “avami” yaklaşım o kadar ortalığı doldurdu ki bu “çakma aydınımsılar”a pes doğrusu!
Tabii bu hanımefendi ve onun gibi düşünenler yaklaşımlarının “Fikir özgürlüğü” dahilinde olduğunu iddia edebilirler. Ortada bir “fikir” olsaydı bende “fikir özgürlüğü” diyebilirdim. (“Saçmalama özgürlüğü” derlerse itirazım olmaz!) Ancak ortada “fikir” yok. Onun yerine bir “mürekkep yalamış” tipinin (“Aydın” demekte gerçekten zorlanıyorum!) çarpık halet-i ruhiyesi mevcut. Ne bileyim marazi abuklamalar, kompleksli yakınmalar var mesela. Maalesef bir kesimde sözüm ona “Politize” olma adına incir çekirdeğini doldurmayan laflar, magazinel yorumlar, vb gırla gidiyor. Bu gibiler her ağızlarını açtıklarında gayri ihtiyari “Eyvah!.. Bakalım gene ne yumurtlayacaklar..” diyorum!
“SÖMÜRGE AYDINI” KAFASI!
Peki aynı tarz bakışlar gerçekte neye tekabül ediyor? Bu düpedüz “sömürge aydını” kafasıdır. Literatürde başka adı yok. (Rahmetli Attila İlhan yaşasaydı kim bilir ne güzel çözümlerdi bu kafayı) Bunlar “sömürgeci efendileri”ne yaranmak, onlardan “Aferin” alabilmek, başlarını okşatmak için her fırsatta ülkelerini, milletlerini küçümserler, her daim milletlerinin olumsuz yanlarını, örneklerini öne çıkartırlar ve onun bir üyesi olmaktan acayip ve ümitsiz bir çaresizlik duyarlar. Kendi milli kimlikleriyle “sıkıntılı derecede” problemleri vardır!
O yüzden bilhassa batılıların gözüne girebilmek için milletlerine olur olmadık yaftalar yapıştırırlar. Bunların çoğu batılı misyoner okullarında, batı tarzı eğitim almışlar ama bir türlü “batılı gibi” olamayacaklarını, onay göremeyeceklerini anladıklarından tuhaf bir kompleks içindedirler. Bu yüzden sömürgeciliğin bir anlamda gönüllü “zihniyet ajanlığı”nı yapmaktan geri ( “Mankurt aydınlar” gibi!) duramazlar!
Ülkesine, milletine “yabancılaşmış” bir” aydın tipi”dir ortadaki. Ancak yabancılar sırtlarını okşadıkça, ruhen kendi milletinin şahsiyetini, varoluşunu, onurunu avlamaya kalkarlar. Renklerinden utanan, sürekli “buyur sahip” diyen kara derililer gibidirler bunlar.(Bu tipolojiyi Cezayirli aydın-psikiyatrist Frantz Fanon “Afrikalıların Tarzan’ı sinemada gördüklerinde çılgınca alkışladıklarını, ama kendileri gibi kara derilileri gördüklerinde ise ıslıkladıkları” benzetmesiyle çok iyi resmetmiştir.) “Efendileri”ne yaranmakta birbirleriyle yarışırlar ve sürekli onların onayını alma peşindedirler. O yüzden her fırsatta bilinçaltları patlak verir. Kafalarında bir “Safari şapkaları” eksiktir!
“SEN NE DİYORSUN KARDEŞİM?” DENİLECEĞİ YERDE…
Bunlar bir de “Atatürkçü” geçinirler. (Atatürk bunları görseydi ne der ya da yapardı bilmem?) Sanki Atatürk milletini küçümsemişti? Tam tersi milletini yüceltmek için elinden geleni yapmıştı. Her tür sömürgeci kafa, mandacı zihniyetle çarpışarak dünyanın en büyük anti-emperyalist savaşını verdi. Bunların Kemalizm’den anladıkları sadece çarşaf ve başörtüsü karşıtlığıdır. ( Nitekim Serra Hanım’ın da daha önce “Başörtülüleri görünce öcü görmüş gibi oluyorum” mealinde sözleri olmuştu galiba.Ancak bu gibi sözler Akit türünden gazetelerin "hedef gösterici ve faşizan" çıkışlarına bahane teşkil edemez.) “Ulusal hassasiyetleri” sıfır ya da sıfıra yakındır. Bu gibiler hiçbir konuya derinliğine bakamazlar, sığdırlar. Sadece bu konuda nedense çok “duyarlı” dırlar. Hatta iddia edebilirim ki, AKP yükselişini önemli ölçüde bunlara borçludur. Siz bunlar yüzünden AKP’nin yüzde 60 oy almadığına şükredin!
Maalesef son dönemde “Anti-Erdoğanizm” ve “Beyaz Türk laikçiliği” adına böylelerini pohpohlayan, öne çıkartan, olumlayan, alkışlayan bir kafa yapısı solda, “Ulusalcı” kesimlerde, laik camiada oluştu. “Sen ne diyorsun kardeşim?” denileceği yerde “ne de güzel konuşmuş” diyen anormal bir “çanak tutuculuk” yeşerdi. Zihni melekeler tümüyle dumur oldu!
Ne diyeyim? Hakikaten bende ne diyeceğimi şaşırdım. Eğer bu tavrın belli kesimlerde cari “karşılığı” olmasaydı bende gülüp geçebilirdim. Fakat maalesef ne geçebiliyor ne de gülebiliyorum. Acımak istiyorum ama tuhaftır ki onu dahi yapamıyorum!..
11.11.2015.
atillaakar@gmail.com