SERDAR TURGUT'UN YAPTIĞI BÜYÜK HAKSIZLIK!.. ORAY EĞİN SERDAR TURGUT'UN CONDE NAST MEDYA YAZISINDA NEYE İTİRAZ ETTİ?..

Dünkü yazısında Conde Nast medya grubunu anlatmış Serdar Turgut. Çok iyi bildiği ve yakından takip ettiği için lezzetine doyum olmayan bir yazı olmuş. Ama..

Bu gazeteler babamızın malı mı?


Böylesini ilk defa gördüm. Cuma günü Sabah'ın göbek sayfasında kocaman bir haber... Güya yeni bir tartışma başlamış, bu tartışmayı desteklemek için Orhan Gencebay'dan Metin Uca'ya birilerinden görüş alınmış, günümüzün ateşli polemikleri arasına girmeye adaymış...
Peki tartışmayı ateşleyen ne? Nereden çıktı bu tartışma? Bilinmiyor...
Haber öyle bir yazılmış ki, sanki Diyanet durup dururken bir açıklama yapmış ve buradan da bir tartışma çıkmış. Halbuki biraz ayrıntılı incelendiğinde aslında sadece bu tartışma haberini yaratmak için Sabah muhabirlerinin Diyanet'i aradığı ve açıklama aldığı ortaya çıkıyor. Oyuncaklı bir gazetecilik tekniği kısacası; ama yemiyor tabii.
Yoksa neden herhangi bir kurum durup dururken böyle bir konuda konuşsun!
Konu da son derece manasız zaten: Evde ayakkabıyla dolaşılır mı? Bu biz Türkler'in kültüründe var mıdır?
Sabah'ın bu koca haberinin nedeni ne biliyor musunuz? Benim.
Bunun bir ego patlaması olduğunu, kendime pay çıkardığımı falan düşünmeyin. Kalkıp da 'Bir polemiği ateşledim' diye böbürlenecek halim de yok. Hele hele böyle zavallı bir polemikse ayrıca...
Geçen hafta kendi gazetesine konuşan Sabah'ın yeni Genel Yayın Yönetmeni'nin bir fotoğrafına takılmıştım. Evinde çekilmiş bu fotoğrafta Erdal Şafak çoraplıydı. Elbette hiç kimsenin evde nasıl dolaşıp nasıl dolaşmadığına karışacak değilim. Sonuçta en mahrem alan olan yer evimizdir ve orada ne yaptığımız sadece bizi ilgilendirir.
Tek bir itiraz noktam vardı: Bir Genel Yayın Yönetmeni'nin ayağında çorapla poz vermesi estetik değildir. Genel Yayın Yönetmeni olması da gerekmiyor bir insanın benim itirazımın ana çıkış noktası için. Sadece gazetelere, televizyonlara çıkan, kamuoyu önünde yer alan insanların kılık kıyafetlerine dikkat etmesi gerektiğine inandığımı söyledim. Keşke ayakkabıyla poz verseymiş diye düşündüm. Ayrıca fotoğrafta terlik, çorap estetik durmaz.
Dahası, Erdal Şafak gibi 'Zelig' karakterinde bir insanın neden çorapla poz verdiği daha da vahim bir durum: Muhafazakar gazete patronlarına yaranmak, 'Bakın ben de sizdenim' demek için. Yoksa yazıişleri deneyimi olan bir gazeteci olarak hangi fotoğrafı seçeceğini iyi bilir.
Sabah'taki haberde bir de Recep Tayyip Erdoğan'ın terlikli fotoğrafı var. Bu da benim çoraplı fotoğrafın neden kullanıldığının altında ne yattığını okumamı haklı çıkarıyor.
Bütün bunlar işin çorapla ilgili açıklamalarıydı... 'Yeni polemiğe' böylece katkı olsun.
Ama işin bir de gazetecilik tarafı var...
Ne zavallı, ne acınası bir haberdir bu... Bir Genel Yayın Yönetmeni kendi çorabını nasıl olur da bütün gazetenin mevzuu haline getirir, kendi kişisel meselesinden 'haber' yaratmaya çalışır... Böyle gazeteciliğe acınmaz mı?
Genel Yayın Yönetmeni oldu diye gazete babasının malı mı oldu?
Patronuna ya da Başbakan'ına yaranacaksın diye koskoca gazeteyi böylesi bir habere alet etmek, yüz binlerce Sabah okurunu kandırmak etik mi, meşru mu?
Ben en çok şuna yanıyorum: Maalesef yılların Sabah gazetesi böyle küçük adamlara kaldı, bu küçük adamlar medyayı ele geçirdi ve yıllardır sistematik bir şekilde aşağıya çektileri meslek kalite çıtası artık norm oldu...


Serdar Turgut'un yaptığı büyük haksızlık
Dünkü yazısında Conde Nast medya grubunu anlatmış Serdar Turgut. Çok iyi bildiği ve yakından takip ettiği için lezzetine doyum olmayan bir yazı olmuş. Ama yazısının içinde çok önemli bir ayrıntıyı atlamış, efsane dergi editörü Tina Brown'ın da hakkını yemiş.
Doğrusu, Turgut'un Brown'a bir özür borcu var! Tina Brown'ın incinen onurunu korumak da bana kaldı!
Şaka bir yana, Serdar Turgut'un yazısında bir ayrıntı var: Vanity Fair'i anlatırken derginin yıllarca zarar ettiğini, sonunda Graydon Carter sayesinde şahlandığını yazmış.
Oysa Vanity Fair'in yeniden Conde Nast tarafından yayımlanmaya başladıktan sonra bugünkü konumuna gelişini ateşleyen isim Tina Brown'dır. Ve modern dergicilik tarihini, bildiğimiz anlamda magazin gazeteciliğinin seyrini değiştiren tek bir kapakla yapmıştır bunu.
Kapağında hamile ve çıplak Demi Moore'un olduğu Vanity Fair desem?
Annie Leibovitz bu fotoğrafın hikayesini yeni kitabı 'Annie Leibovitz At Work'te anlatıyor: Demi Moore ve Bruce Willis bir gün, sadece kendi aile arşivlerinde yer alması için, ünlü fotoğrafçıdan hamilelik fotoğrafı çekmesini istemiş. Sonuç harika olmuş ama bu fotoğrafları sadece Moore, Willis ve Leibovitz görmüş.
Demi Moore ikinci çocuğuna hamileyken Annie Leibovitz tarafından bu sefer Vanity Fair'in kapağı için çekilmesi gerekmiş. Çıplaklık falan söz konusu değilmiş, normal hamile bir kadının fotoğrafları düşünülmüş.
Ta ki Leibovitz birkaç sene önceki kareleri ve ne kadar iyi sonuç verdiğini hatırlatıp, Moore'a birkaç tane de bu hamileliğinde hatıra karesi çekeceğini söyleyene kadar.
Fotoğraf kareleri ortaya çıktığında Annie Leibovitz dayanamamış ve hem Demi Moore'u hem de Tina Brown'ı çıplak pozu kullanmak için ikna etmiş. Hem Brown hem de Moore büyük bir cesaret örneği sergileyerek kabul etmişler.
Sonuç mucize! Vanity Fair -galiba bugün bile kırılamayan- bir satış rekoruna imza attı o sayıyla. Demi Moore'un hamile pozu da tarihe geçti, popüler kültür ikonografisine yerleşti.
Vanity Fair de o andan itibaren sürekli ivme kazandı. Ama bu fitili ateşleyen kişi provokasyondan çekinmemesiyle tanınan ve gazeteciliğin en büyük ölçütü 'konuşulmak'a canı gönülden inanan Tina Brown'dı...
Fakat ne acı ki Vanity Fair'le Tina Brown'ın kaderi ters orantılıydı. Dergi yıllar içinde büyüdükçe büyüdü, Brown'ın kariyeri ise küçüldükçe küçüldü...


ORAY EĞİN / AKŞAM