SERDAR TURGUT,AYDIN DOĞAN'I SHAKESPEARE'NİN SHYLOCK KARAKTERİNE BENZETTİ!..TURGUT'UN "TRAJİK BİR FİGÜR" DEDİĞİ SHYLOCK'UN ÖZELLİKLERİ NELERDİ?..
Ertuğrul Özkök´e de bir karakterin adını verebilmek için Shakespeare´in kitaplarını karıştırdım. O kadar çok karakterin yapısı ona uymaktaydı ki sadece bir tanesini yakıştırmak olmayacaktı.
TRAJİK BİR FİGÜR: AYDIN DOĞAN
Aslında bir süreliğine yazılarıma ara vermek niyetindeydim. Genelkurmay Başkanı´nın dediği gibi bende de dükkan kapalı olacaktı. Zor tutabileceğim bir karar verdiğimi biliyordum ama soyut mizah üzerine okumak ve düşünmek istiyordum. Çok önem verdiğim bu konuda düşünürken küçük, detay tuhaflıklarla kafamı yormak istemiyordum ama içinde olduğumuz medya ortamında buna galiba imkan yok. Hürriyet gazetesi bana biraz İstanbul´un yerinden oynamış kaldırım taşları arasına biriken çamurlu suyu andırıyor. Farkında olmadan o taşa basarsanız üstünüze çamur sıçrayıverir, siz işiniz gücünüzle uğraşırken. Bambaşka şeyler düşünerek yürürken birden bakarsınız paçanız çamurlanıvermiş. Bunu hayatın bir cilvesi ve gülünecek bir detay olarak görmeye kararlı olsanız da çamuru temizlemek zorundasınız. Eğer kendi görünümüze dikkat ediyorsanız, en azından kendiniz ve etrafınızdaki insanlara temiz görünmeye dikkat ediyorsanız ister istemez o çamurları temizleyeceksiniz.
Hürriyet bize yine çamur olarak geldi ve paçamızı pisletti. Kabul ediyorum üstlerine bastık. Ne mi yaptık emin olun fazla bir şey değil. Sadece Hürriyet müthiş bir prestij kaybına uğrarken biz bu gazetede sağlam duruş sergileyerek saygınlığımızı tırmandırıyoruz her geçen gün. Bunu hiç kaldıramıyorlar. Patronlarının bitip tükenmeyen hırsı ve doyamaması nedeniyle oraya buraya bir saldırıp bir çekiliyorlar, kendi kafalarında bir iş planı var ve yayıncılığı da o iş planına göre sürdürüyorlar. Okuyucular artık Hürriyet hükümeti eleştirdiği zaman sadece `Acaba ne istediler de alamadılar?´, hükümeti övdüğü zaman da `Acaba ne aldılar?´ diye bakıyor. Bu tepki toplumda otomatik oldu neredeyse. Patronlarının istekleri hiç bitemediğinden, gözü doyamadığından bir gün eleştirdiklerini ertesi gün övmek zorunda kalıyorlar ve bu komiklikler sürüp gidiyor. Hepimizin gözü önünde birer komedi oynanıyor.
Ben bu komedi hakkında fazla laf etmeme kararı da almıştım. Ama ne yazık ki son komiklikleri kendimi mizah üzerine çalışmak için biraz geriye çektiğim bir zamana denk geldi. Doğal olarak konu ilgimi çekti ve ilgilenmek, dükkanı geçici olarak da olsa açmak zorunda kaldım.
O gazetenin yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, 8 Eylül 2007 tarihinde `Tarihin en büyük vergi kaçakçısı´ başlıklı bir yazı yazdı. Yazısının içinde öyle demek istemediğini söylese de kastettiği Mehmet Emin Karamehmet. (Eh yazıda o kadar tutarsızlık, kaypaklık da olmak zorundaydı tabii ki. O bir alışkanlık, kolay geçmez bu, eğitilemez. Yazılar bazen yazarların karakterlerini tanımlayabilirler). Gülüp geçebilirdim bu yazıya ama geçtiğimiz hafta birbiri ardına çok güzel haberlerden sonra gelen laf oyunlarıyla bezeli bir çamur sıçratmaya da kayıtsız kalamadım. O sözünü ettiğim haberler Kuzey Irak´ta bulunan yeni petrol sahası ve Turkcell ile ilgili yeni teknolojik atılımdı. Yani bu ülkeye bugüne kadar elini atmış olduğu her dalda modernizm getiren, yenilikler yapan, büyük yatırımların altına imza atan bir işadamı için söylüyordu Özkök bu lafları. Her insanın yaşamı kendi tanığıdır. Mehmet Emin Karamehmet´in de, Aydın Doğan´ın da, Ertuğrul Özkök´ün de, Serdar Turgut´un da kendi yaşamları kendi tanıklarıdır. Ya lehimize konuşacak o tanıklar ya da bizi batıracaklar, utandıracaklar. Karamehmet´in kendi yaşamındaki tavırları, işe yaklaşımı; o tanıklığın nasıl olması gerektiği konusunda bu toplumun insanlarında bir fikrin oluşmasına neden olm
Aslında bir süreliğine yazılarıma ara vermek niyetindeydim. Genelkurmay Başkanı´nın dediği gibi bende de dükkan kapalı olacaktı. Zor tutabileceğim bir karar verdiğimi biliyordum ama soyut mizah üzerine okumak ve düşünmek istiyordum. Çok önem verdiğim bu konuda düşünürken küçük, detay tuhaflıklarla kafamı yormak istemiyordum ama içinde olduğumuz medya ortamında buna galiba imkan yok. Hürriyet gazetesi bana biraz İstanbul´un yerinden oynamış kaldırım taşları arasına biriken çamurlu suyu andırıyor. Farkında olmadan o taşa basarsanız üstünüze çamur sıçrayıverir, siz işiniz gücünüzle uğraşırken. Bambaşka şeyler düşünerek yürürken birden bakarsınız paçanız çamurlanıvermiş. Bunu hayatın bir cilvesi ve gülünecek bir detay olarak görmeye kararlı olsanız da çamuru temizlemek zorundasınız. Eğer kendi görünümüze dikkat ediyorsanız, en azından kendiniz ve etrafınızdaki insanlara temiz görünmeye dikkat ediyorsanız ister istemez o çamurları temizleyeceksiniz.
Hürriyet bize yine çamur olarak geldi ve paçamızı pisletti. Kabul ediyorum üstlerine bastık. Ne mi yaptık emin olun fazla bir şey değil. Sadece Hürriyet müthiş bir prestij kaybına uğrarken biz bu gazetede sağlam duruş sergileyerek saygınlığımızı tırmandırıyoruz her geçen gün. Bunu hiç kaldıramıyorlar. Patronlarının bitip tükenmeyen hırsı ve doyamaması nedeniyle oraya buraya bir saldırıp bir çekiliyorlar, kendi kafalarında bir iş planı var ve yayıncılığı da o iş planına göre sürdürüyorlar. Okuyucular artık Hürriyet hükümeti eleştirdiği zaman sadece `Acaba ne istediler de alamadılar?´, hükümeti övdüğü zaman da `Acaba ne aldılar?´ diye bakıyor. Bu tepki toplumda otomatik oldu neredeyse. Patronlarının istekleri hiç bitemediğinden, gözü doyamadığından bir gün eleştirdiklerini ertesi gün övmek zorunda kalıyorlar ve bu komiklikler sürüp gidiyor. Hepimizin gözü önünde birer komedi oynanıyor.
Ben bu komedi hakkında fazla laf etmeme kararı da almıştım. Ama ne yazık ki son komiklikleri kendimi mizah üzerine çalışmak için biraz geriye çektiğim bir zamana denk geldi. Doğal olarak konu ilgimi çekti ve ilgilenmek, dükkanı geçici olarak da olsa açmak zorunda kaldım.
O gazetenin yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, 8 Eylül 2007 tarihinde `Tarihin en büyük vergi kaçakçısı´ başlıklı bir yazı yazdı. Yazısının içinde öyle demek istemediğini söylese de kastettiği Mehmet Emin Karamehmet. (Eh yazıda o kadar tutarsızlık, kaypaklık da olmak zorundaydı tabii ki. O bir alışkanlık, kolay geçmez bu, eğitilemez. Yazılar bazen yazarların karakterlerini tanımlayabilirler). Gülüp geçebilirdim bu yazıya ama geçtiğimiz hafta birbiri ardına çok güzel haberlerden sonra gelen laf oyunlarıyla bezeli bir çamur sıçratmaya da kayıtsız kalamadım. O sözünü ettiğim haberler Kuzey Irak´ta bulunan yeni petrol sahası ve Turkcell ile ilgili yeni teknolojik atılımdı. Yani bu ülkeye bugüne kadar elini atmış olduğu her dalda modernizm getiren, yenilikler yapan, büyük yatırımların altına imza atan bir işadamı için söylüyordu Özkök bu lafları. Her insanın yaşamı kendi tanığıdır. Mehmet Emin Karamehmet´in de, Aydın Doğan´ın da, Ertuğrul Özkök´ün de, Serdar Turgut´un da kendi yaşamları kendi tanıklarıdır. Ya lehimize konuşacak o tanıklar ya da bizi batıracaklar, utandıracaklar. Karamehmet´in kendi yaşamındaki tavırları, işe yaklaşımı; o tanıklığın nasıl olması gerektiği konusunda bu toplumun insanlarında bir fikrin oluşmasına neden olm