Şehrazat: Soluduğum havadan nefret ediyorum, ruhum yaralı!
Habertürk yazarı Balçiçek İlter’in bu haftaki konuğu ünlü besteci, söz yazarı ve yorumcu Şehrazat
Şehrazat deyince akan sular durur... Onun şarkılarıyla seven, coşan, âşık olan, ayrılan, hüzünlenen bir nesildenim ben. Onca şaşalı çevrenin içinde, onca ışığın altında o sadece “Şehro’’dur sevdikleri için. İçi dışı bir, sözünü sakınmayan bir gönül kadınıdır. Pazartesi Sohbeti için ikna etmek kolay olmadı, sık konuşanlardan ve anlatanlardan değildir, her sözünün bir ağırlığı vardır. Şehrom ile sanat dünyasından siyasete kadar sohbet ettik.
Balçiçek İlter / Pazartesi sohbetleri Habertürk
-Türkiye’nin bir bölümü mutsuz, rahatsız... “Neşemizi yitirdik” diyorlar. Onlardan mısın?
Evet onlardanım. Ruhumuz şu anda yaralı.
-Neden?
Altyapılarımız uyuşmuyor. Hayata bakış açılarımız, gördüğümüz terbiye, görgümüz, hiçbir şeyimiz uyuşmuyor. Kan uyuşmuyor yani.
-“Benim ne işim var?’’ diye mi hissediyorsun, “Onların ne işi var?’’ diye mi?
Bana göre ülkem geçici bir hastalığa tutuldu.
-Nedir o hastalık?
Altyapısızlık. Görgü, kültür, bilgi, konuşma, hitabet... Farklı yetiştirildik bizler, çok farklı. Dünya görüşleri farklı, anlayışı farklı. Bu, onların bu ülkede yaşamayacakları anlamına gelmez. Benim olduğu kadar onların da ülkesi. Ama biz galiba bu vatanı çok ama çok fena hırpaladık, hırpalamaya da devam ediyoruz. Osmanlı’dan bugüne kadar çok yüksek bir kültürel seviyeye sahip bir milletiz biz. Ancak şu anda bu değerleri kaybetmiş gibi gözüküyoruz.
-“Ruhumuzu kaybettik” derken, kim o “Biz’’ dediğin?
Atatürk’ün çocuklarıyız biz. Ailem son derece demokrat, açıkgörüşlü, ileri görüşlü insanlar.
-Sen ilkokuldan sonra Beyrut’a gittin değil mi?
Evet. Babam, halalarım hep aynı okuldan mezun. Londra’ya Paris’e yollasalar tek lisan öğreneceğim. Beyrut’a gidince 3 lisan öğrendim. İngilizce, Fransızca, Arapça.
-Hayalin neydi?
Sadece müzik... Ümmü Gülsüm söylerdim. Yatakhanede konser verirdim. Daha oturaktayken Johnny Guitar söylüyormuşum, annemden duyduğum şekilde. Multikültür aldım. Müzik açısından müthiş bir kazanım, zenginlik... Var olan her müziği emdim. Diana Ross, Beatles, Ümmü Gülsüm söylerdim... Nasıl bir sentez düşünsene... Arada gelip 45’lik çıkardım falan Türkiye’de... İmkansız Aşk... Ümit Yaşar Oğuzcan şiiri...
-Royal Academy of Art’a göndermek istemiş baban, gitmemişsin....
“Babacığım bu toprakları özledim. Arkadaşlarımı özledim’’ dedim, gitmedim.
-Ne yaptım burada?
Mutlu oldum, gezdim, eğlendim. 16 yaşındayım, şarkı söylüyorum. Fecri Ebcioğlu’nun televizyon programlarına çıkıyorum falan. Ben hayatımda hiçbir şeyi ciddiye almadım Balım, çiçeğim. Tanınmış ailenin bir kızıyım her şeyden önce, Sevinç Tevs’in kızıyım. Annem o dönem ilahe zaten. Ben her zaman bilinen bir çocuktum. Ünlü doğdum zaten, üstelik kendim stardım (kahkaha....) Ama hiç önemsemedim, hiç....
-Bu kadar ilgiyi nasıl önemsemedin?
Çocukken çok güzelmişim. Dünya etrafımda dönüyordu. El bebek gül bebek yetiştim ama hiç şımarık olmadım. Hazmetmişim demek ki...
-Kültür mü devreye giriyor?
Hayat insanı terbiye ediyor.
-Seni nasıl etti?
Annem öldü 45 yaşında, ben 24 yaşındaydım. Üç yıl sonra da babamı kaybettim. Yetim kaldım. Ortada kalmış gibi hissettim. İkisi de kanserden gitti, acı bir ölüm şekli, kimseye vermesin. Acı çekerken vefat etmeleri ruhumu çok kanattı. Güzel ve ağır bir terbiye... Allah’ıma, dinime çok düşkünüm. Her zaman Rab’bime sığındım. Ölümü her zaman kabullendim ama Allah sıralı ölüm versin.
-Burada mı kalmak iyi, orada mı kalmak iyi?
Henüz daha onu çözmüş değilim. Bugünkü dünyaya baktığımda orası paklık gibi geliyor bana.
-Peki albümler çıktı, gece kulübü çalışmaları falan... Sen sahneyi hiç sevmedin ama...
Sevmedim. Ben içimden geldiği zaman şarkı söylemeliyim. Hayatımda bir şey rutine bağlandığı zaman ben mutsuzum. Mecbur olmamalıyım. Kışım var, baharım var.. O zaman beni dinlemeye gelen insanlar evime gelen insanlardı. Bir gecede bıraktım. “Çıkmıyorum’’ dedim.
-Neden?
İzleyenler, figürler değişti, para el değiştirdi, görgüsüzlerin eline geçti piyasa. Bıraktım. Eşim dostum da gelmez oldu. Onlar da bu havayı solumak istemiyorlardı.
-Darbe sonrası Türkiye yani... Bir şey söyleyeyim mi?
Bomba patlar bunu söylersem ama ben o sabah kalktığım zaman sevindim “Darbe oldu’’ diye. Durmuyordu silahlar, kan akıyordu sürekli. Nişantaşı’nda bomba patladı, ölüyordum az daha... Gece yarılarına kadar silah sesleri, korkuyordum çok.
-Peki bugün ne diyorsun, bir anda darbe oluyor ve silahlar bir anda susuyor...
Hepsini görüyorum şimdi tabii. 63 yaşındayım. Her şeyi... “Ah bugünkü aklım olsaydı.... (şarkı söylüyor)’’. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra emperyal güçlerin Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirdiklerinin farkındayım. BOP’un amacı Atatürk ilkelerini bitirmek ve TC’yi yıkmak. O dönemde bunları göremedim ben. Siyasetle ilgili değildim eskiden, son 20 yıldır ilgileniyorum.
-Kaç beste oldu?
520 beste ve söz. Attığım imza sayısı... Bu bana Allah’ın lütfudur. Söz yazabiliyordum eskiden ama beste yapmak farklı bir şey. Çok zor iş.
-Sen bazı sanatçıları sözlerinle bestelerinle baştan yarattın...
Aman efendim ben neyim ki? Keramet onlarda (gülüyor)... Ne münasebet, hiçbir katkımız olmadı.
-Kırgınlık mı, kızgınlık mı var bu cümlede?
Kırılmam için çok sevmem lazım. Kızgınlık... Evet var.
-Neye kızıyorsun?
Nankörlüğe... Nasıl senin, Allah bağışlasın iki evladın var, bu besteler de benim evlatlarım. Bunlar çalıntı değil, esinlenme değil, o şarkının kıçını bu şarkının başına ekleme değil. Benim hiçbir şarkım bir diğer şarkıma benzemez, benim kendime has bir kokum vardır. Hiçbir zaman kendimi tekrarlamadım.
-Niye nankörlük yapıyorlar sana?
Sadece bana değil, tanıdığın bildiğin bütün üretenlere... Psikolojik gebe kalıyorlar da ondan.
-Sanat anlamında geri mi gidiyoruz?
Evet. Fazıl Say gibi birinin bestelerinin yasaklandığı, eserlerinin repertuarlardan çıkarıldığı bir yerde ne bekliyorsun ki... Fazıl gibi bir değerimizin bunları yaşaması zaten herşeyin cevabıdır bence. İşte bu yüzden benim gibi insanların şu an bu ülkede mutlu olmaları mümkün değil. Ruhen sağlıklı olmamız mümkün değil. Ruhum paramparça...
-En son neye canın sıkıldı örneğin?
Maden kazasında evladını kaybetmiş o acılı babanın ayakkabısı mesela... Acaba o vali ve o hükümet kendi evlatlarına aynı ayakkabıdan alır mı? Onu merak ediyorum.
-Peki üretebiliyor musun?
Bu ruh haliyle bile üretebiliyorum. Benim gibiler hayatın içinden beslenir.
-“Ruhumuz yaralı’’ dedin. Ne olacak peki?
Vatanım, toprağım çok önemli. Her şey canımı sıkıyor. Şu anda soluduğumuz havadan nefret ediyorum. Allah büyük, her şeyin bir sonu vardır. Ülkemin üzerinde çok büyük bir negatiflik var ve ben bu enerjiyi hissediyorum.
-Nedir o?
Hitabet, seviyesiz duruş, yeşil düşmanlığı ve bu olağanüstü israf, bilmiyorum... Neler geçmemiş ki? Bu da geçer be ya hu! Ben iktidar ile tabanının ilişkisini ‘aşk’a benzetiyorum. Sonsuza kadarmış gibi, hiç bitmeyecekmiş gibi. Taa ki bir gün akıl devreye girene kadar. Akıl devreye girdi mi biliyorsun aşk biter, âşık olduğun artık sıradandır. Bu mudur? Budur, balım çiçeğim.
‘Aşkı dibine kadar yaşadım’
-Bir gecede sahneyi bıraktın... Maddi anlamda zorlanmadın mı?
Zorlanmaz mıyım? Kitap satmaya başladım, Görsel Yayınları’nda. Kapı kapı dolaşıp kitap sattım. Yüzüme çok kapı kapandı. Tanıyan da oldu, tanımayan da. Çok parasız kaldım, kırılma noktalarım oldu. Bir gecede kazandığın para nerede, bir ayda kitap pazarlamadan kazandığın para nerede... Ama ben bunu göze aldım. Sahneye çıkmak istemiyordum.
Sahneyi istemiyorsun ama Arif Mardin seni Amerika’ya götürmek istiyor, Ahmet Ertegün de öyle... Herald Tribune de haberini yaptırıyorlar “Sarah Vaughn’un rakibi’’ diye. Ama gitmiyorsun...
Gitmedim. Dünya umurumda değil o zamanlar. Rockefeller Plaza’da evimi tuttular falan. Bodrum’a gelmişler beni arıyorlar, telefonların fişlerini çektim beni bulamasınlar diye.
-Aşk mı?
Aşk... İstemedim sevdiğim adamdan ayrı kalmak.
-Değdi mi?
Değmedi tabii. Şimdi gitmek lazımdı diye düşünüyorum. Hele şu aralar kesinlikle gitmek lazımmış diye düşünüyorum (gülüyor...)
-Kadınlar böyledir ama..
Her kadın değil... O anda gitmek istemiyorum o kadar, böyle bir ruh hali. İnsan zamanla kendini tanımaya başlıyor. Kendi içindeki tavanını tabanını çok güzel görüyor. O zaman üzülüyorsun.
-Gerçek aşk yaşadın mı?
Evet yaşadım, hem de dibine kadar. “En az en çok hatalarım...’’ Şarkımdaki gibi... Kodu budur.
‘Müzik piyasasında da ‘biz ve onlar’ var’
-Peki müzik sektöründe canını sıkan bir şeyler var mı?
Tröstleşme var.
-Nasıl?
Detayına girersem sinir sistemim bozulacak. “Bizden ve onlardan’’ diye bakılıyor. Ancak benim şarkılarımın dinleyicilerle buluşmasına, Allah’tan başka kimse mani olamaz. Benim adım Şerro!.. (kahkahalar) Allah var gam yok, kul ne ki? Bugün var yarın yok.
-Bu aralar “Allah’’ın adı sanat dünyasında çok kullanılıyor ...
Ha sen Allah ile aldatmaktan bahsediyorsun... Ve Maun Suresi diyorum sadece... Ben bu çevredeki gerçekleri bildiğim ve herkesi yakından tanıdığım için, ağızlarından Allah’ı düşürmeyenleri gördükçe, gülümsemiyorum gülüyorum açık açık. Ben zaten biliniyorum, inancım çok kuvvetlidir. Ama bu son dönemdeki telaffuzlara gülüyorum. Telaffuz etmek ayrı bir şey, Allah’ın onayladığı davranışlara göre yaşamak ayrı bir şey. Eee bakıyorum, olmuyor. “Allah” diyor ama kul hakkı yemiş. Eee ben bunlara şaşırmıyorum. Dinleri imanları para demiştim ya... Sadece gülüyorum.
-Ne zor bir çevre? Ama sen hep kendini çektin. Şaşaanın dışında kaldın.
Hiçbir zaman içinde olmadım, kendi dünyamı yaratmışım. İş başka, dostluk başka. Ben birinin karşısında oturduğum zaman bilmediğimi öğrenmeliyim. Bilmediğini öğretmeliyim. Habire öğret öğret, hiçbir şey alma. Bu monologa giriyor ve ben bunalıyorum, sıkılıyorum, uzaklaşıyorum.
‘Deniz’inki günah keçiliği’
-Deniz Seki’nin başına gelenler hakkında ne düşünüyorsun?
Çok üzülüyorum. Çok sevdiğim bir arkadaşım o. Şu anda maruz kaldıklarını ‘günah keçiliği’ olarak görüyorum. Muadilleri çok var ama nedense kimse bu zulme uğramadı. Sanki Deniz ‘kadın’ olduğu için, ibret olsun diye bunları yaşattırıyorlar. Oysa ortalık her konuda ibretlikten geçilmiyor.
Balçiçek İlter / Pazartesi sohbetleri Habertürk
-Türkiye’nin bir bölümü mutsuz, rahatsız... “Neşemizi yitirdik” diyorlar. Onlardan mısın?
Evet onlardanım. Ruhumuz şu anda yaralı.
-Neden?
Altyapılarımız uyuşmuyor. Hayata bakış açılarımız, gördüğümüz terbiye, görgümüz, hiçbir şeyimiz uyuşmuyor. Kan uyuşmuyor yani.
-“Benim ne işim var?’’ diye mi hissediyorsun, “Onların ne işi var?’’ diye mi?
Bana göre ülkem geçici bir hastalığa tutuldu.
-Nedir o hastalık?
Altyapısızlık. Görgü, kültür, bilgi, konuşma, hitabet... Farklı yetiştirildik bizler, çok farklı. Dünya görüşleri farklı, anlayışı farklı. Bu, onların bu ülkede yaşamayacakları anlamına gelmez. Benim olduğu kadar onların da ülkesi. Ama biz galiba bu vatanı çok ama çok fena hırpaladık, hırpalamaya da devam ediyoruz. Osmanlı’dan bugüne kadar çok yüksek bir kültürel seviyeye sahip bir milletiz biz. Ancak şu anda bu değerleri kaybetmiş gibi gözüküyoruz.
-“Ruhumuzu kaybettik” derken, kim o “Biz’’ dediğin?
Atatürk’ün çocuklarıyız biz. Ailem son derece demokrat, açıkgörüşlü, ileri görüşlü insanlar.
-Sen ilkokuldan sonra Beyrut’a gittin değil mi?
Evet. Babam, halalarım hep aynı okuldan mezun. Londra’ya Paris’e yollasalar tek lisan öğreneceğim. Beyrut’a gidince 3 lisan öğrendim. İngilizce, Fransızca, Arapça.
-Hayalin neydi?
Sadece müzik... Ümmü Gülsüm söylerdim. Yatakhanede konser verirdim. Daha oturaktayken Johnny Guitar söylüyormuşum, annemden duyduğum şekilde. Multikültür aldım. Müzik açısından müthiş bir kazanım, zenginlik... Var olan her müziği emdim. Diana Ross, Beatles, Ümmü Gülsüm söylerdim... Nasıl bir sentez düşünsene... Arada gelip 45’lik çıkardım falan Türkiye’de... İmkansız Aşk... Ümit Yaşar Oğuzcan şiiri...
-Royal Academy of Art’a göndermek istemiş baban, gitmemişsin....
“Babacığım bu toprakları özledim. Arkadaşlarımı özledim’’ dedim, gitmedim.
-Ne yaptım burada?
Mutlu oldum, gezdim, eğlendim. 16 yaşındayım, şarkı söylüyorum. Fecri Ebcioğlu’nun televizyon programlarına çıkıyorum falan. Ben hayatımda hiçbir şeyi ciddiye almadım Balım, çiçeğim. Tanınmış ailenin bir kızıyım her şeyden önce, Sevinç Tevs’in kızıyım. Annem o dönem ilahe zaten. Ben her zaman bilinen bir çocuktum. Ünlü doğdum zaten, üstelik kendim stardım (kahkaha....) Ama hiç önemsemedim, hiç....
-Bu kadar ilgiyi nasıl önemsemedin?
Çocukken çok güzelmişim. Dünya etrafımda dönüyordu. El bebek gül bebek yetiştim ama hiç şımarık olmadım. Hazmetmişim demek ki...
-Kültür mü devreye giriyor?
Hayat insanı terbiye ediyor.
-Seni nasıl etti?
Annem öldü 45 yaşında, ben 24 yaşındaydım. Üç yıl sonra da babamı kaybettim. Yetim kaldım. Ortada kalmış gibi hissettim. İkisi de kanserden gitti, acı bir ölüm şekli, kimseye vermesin. Acı çekerken vefat etmeleri ruhumu çok kanattı. Güzel ve ağır bir terbiye... Allah’ıma, dinime çok düşkünüm. Her zaman Rab’bime sığındım. Ölümü her zaman kabullendim ama Allah sıralı ölüm versin.
-Burada mı kalmak iyi, orada mı kalmak iyi?
Henüz daha onu çözmüş değilim. Bugünkü dünyaya baktığımda orası paklık gibi geliyor bana.
-Peki albümler çıktı, gece kulübü çalışmaları falan... Sen sahneyi hiç sevmedin ama...
Sevmedim. Ben içimden geldiği zaman şarkı söylemeliyim. Hayatımda bir şey rutine bağlandığı zaman ben mutsuzum. Mecbur olmamalıyım. Kışım var, baharım var.. O zaman beni dinlemeye gelen insanlar evime gelen insanlardı. Bir gecede bıraktım. “Çıkmıyorum’’ dedim.
-Neden?
İzleyenler, figürler değişti, para el değiştirdi, görgüsüzlerin eline geçti piyasa. Bıraktım. Eşim dostum da gelmez oldu. Onlar da bu havayı solumak istemiyorlardı.
-Darbe sonrası Türkiye yani... Bir şey söyleyeyim mi?
Bomba patlar bunu söylersem ama ben o sabah kalktığım zaman sevindim “Darbe oldu’’ diye. Durmuyordu silahlar, kan akıyordu sürekli. Nişantaşı’nda bomba patladı, ölüyordum az daha... Gece yarılarına kadar silah sesleri, korkuyordum çok.
-Peki bugün ne diyorsun, bir anda darbe oluyor ve silahlar bir anda susuyor...
Hepsini görüyorum şimdi tabii. 63 yaşındayım. Her şeyi... “Ah bugünkü aklım olsaydı.... (şarkı söylüyor)’’. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra emperyal güçlerin Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirdiklerinin farkındayım. BOP’un amacı Atatürk ilkelerini bitirmek ve TC’yi yıkmak. O dönemde bunları göremedim ben. Siyasetle ilgili değildim eskiden, son 20 yıldır ilgileniyorum.
-Kaç beste oldu?
520 beste ve söz. Attığım imza sayısı... Bu bana Allah’ın lütfudur. Söz yazabiliyordum eskiden ama beste yapmak farklı bir şey. Çok zor iş.
-Sen bazı sanatçıları sözlerinle bestelerinle baştan yarattın...
Aman efendim ben neyim ki? Keramet onlarda (gülüyor)... Ne münasebet, hiçbir katkımız olmadı.
-Kırgınlık mı, kızgınlık mı var bu cümlede?
Kırılmam için çok sevmem lazım. Kızgınlık... Evet var.
-Neye kızıyorsun?
Nankörlüğe... Nasıl senin, Allah bağışlasın iki evladın var, bu besteler de benim evlatlarım. Bunlar çalıntı değil, esinlenme değil, o şarkının kıçını bu şarkının başına ekleme değil. Benim hiçbir şarkım bir diğer şarkıma benzemez, benim kendime has bir kokum vardır. Hiçbir zaman kendimi tekrarlamadım.
-Niye nankörlük yapıyorlar sana?
Sadece bana değil, tanıdığın bildiğin bütün üretenlere... Psikolojik gebe kalıyorlar da ondan.
-Sanat anlamında geri mi gidiyoruz?
Evet. Fazıl Say gibi birinin bestelerinin yasaklandığı, eserlerinin repertuarlardan çıkarıldığı bir yerde ne bekliyorsun ki... Fazıl gibi bir değerimizin bunları yaşaması zaten herşeyin cevabıdır bence. İşte bu yüzden benim gibi insanların şu an bu ülkede mutlu olmaları mümkün değil. Ruhen sağlıklı olmamız mümkün değil. Ruhum paramparça...
-En son neye canın sıkıldı örneğin?
Maden kazasında evladını kaybetmiş o acılı babanın ayakkabısı mesela... Acaba o vali ve o hükümet kendi evlatlarına aynı ayakkabıdan alır mı? Onu merak ediyorum.
-Peki üretebiliyor musun?
Bu ruh haliyle bile üretebiliyorum. Benim gibiler hayatın içinden beslenir.
-“Ruhumuz yaralı’’ dedin. Ne olacak peki?
Vatanım, toprağım çok önemli. Her şey canımı sıkıyor. Şu anda soluduğumuz havadan nefret ediyorum. Allah büyük, her şeyin bir sonu vardır. Ülkemin üzerinde çok büyük bir negatiflik var ve ben bu enerjiyi hissediyorum.
-Nedir o?
Hitabet, seviyesiz duruş, yeşil düşmanlığı ve bu olağanüstü israf, bilmiyorum... Neler geçmemiş ki? Bu da geçer be ya hu! Ben iktidar ile tabanının ilişkisini ‘aşk’a benzetiyorum. Sonsuza kadarmış gibi, hiç bitmeyecekmiş gibi. Taa ki bir gün akıl devreye girene kadar. Akıl devreye girdi mi biliyorsun aşk biter, âşık olduğun artık sıradandır. Bu mudur? Budur, balım çiçeğim.
‘Aşkı dibine kadar yaşadım’
-Bir gecede sahneyi bıraktın... Maddi anlamda zorlanmadın mı?
Zorlanmaz mıyım? Kitap satmaya başladım, Görsel Yayınları’nda. Kapı kapı dolaşıp kitap sattım. Yüzüme çok kapı kapandı. Tanıyan da oldu, tanımayan da. Çok parasız kaldım, kırılma noktalarım oldu. Bir gecede kazandığın para nerede, bir ayda kitap pazarlamadan kazandığın para nerede... Ama ben bunu göze aldım. Sahneye çıkmak istemiyordum.
Sahneyi istemiyorsun ama Arif Mardin seni Amerika’ya götürmek istiyor, Ahmet Ertegün de öyle... Herald Tribune de haberini yaptırıyorlar “Sarah Vaughn’un rakibi’’ diye. Ama gitmiyorsun...
Gitmedim. Dünya umurumda değil o zamanlar. Rockefeller Plaza’da evimi tuttular falan. Bodrum’a gelmişler beni arıyorlar, telefonların fişlerini çektim beni bulamasınlar diye.
-Aşk mı?
Aşk... İstemedim sevdiğim adamdan ayrı kalmak.
-Değdi mi?
Değmedi tabii. Şimdi gitmek lazımdı diye düşünüyorum. Hele şu aralar kesinlikle gitmek lazımmış diye düşünüyorum (gülüyor...)
-Kadınlar böyledir ama..
Her kadın değil... O anda gitmek istemiyorum o kadar, böyle bir ruh hali. İnsan zamanla kendini tanımaya başlıyor. Kendi içindeki tavanını tabanını çok güzel görüyor. O zaman üzülüyorsun.
-Gerçek aşk yaşadın mı?
Evet yaşadım, hem de dibine kadar. “En az en çok hatalarım...’’ Şarkımdaki gibi... Kodu budur.
‘Müzik piyasasında da ‘biz ve onlar’ var’
-Peki müzik sektöründe canını sıkan bir şeyler var mı?
Tröstleşme var.
-Nasıl?
Detayına girersem sinir sistemim bozulacak. “Bizden ve onlardan’’ diye bakılıyor. Ancak benim şarkılarımın dinleyicilerle buluşmasına, Allah’tan başka kimse mani olamaz. Benim adım Şerro!.. (kahkahalar) Allah var gam yok, kul ne ki? Bugün var yarın yok.
-Bu aralar “Allah’’ın adı sanat dünyasında çok kullanılıyor ...
Ha sen Allah ile aldatmaktan bahsediyorsun... Ve Maun Suresi diyorum sadece... Ben bu çevredeki gerçekleri bildiğim ve herkesi yakından tanıdığım için, ağızlarından Allah’ı düşürmeyenleri gördükçe, gülümsemiyorum gülüyorum açık açık. Ben zaten biliniyorum, inancım çok kuvvetlidir. Ama bu son dönemdeki telaffuzlara gülüyorum. Telaffuz etmek ayrı bir şey, Allah’ın onayladığı davranışlara göre yaşamak ayrı bir şey. Eee bakıyorum, olmuyor. “Allah” diyor ama kul hakkı yemiş. Eee ben bunlara şaşırmıyorum. Dinleri imanları para demiştim ya... Sadece gülüyorum.
-Ne zor bir çevre? Ama sen hep kendini çektin. Şaşaanın dışında kaldın.
Hiçbir zaman içinde olmadım, kendi dünyamı yaratmışım. İş başka, dostluk başka. Ben birinin karşısında oturduğum zaman bilmediğimi öğrenmeliyim. Bilmediğini öğretmeliyim. Habire öğret öğret, hiçbir şey alma. Bu monologa giriyor ve ben bunalıyorum, sıkılıyorum, uzaklaşıyorum.
‘Deniz’inki günah keçiliği’
-Deniz Seki’nin başına gelenler hakkında ne düşünüyorsun?
Çok üzülüyorum. Çok sevdiğim bir arkadaşım o. Şu anda maruz kaldıklarını ‘günah keçiliği’ olarak görüyorum. Muadilleri çok var ama nedense kimse bu zulme uğramadı. Sanki Deniz ‘kadın’ olduğu için, ibret olsun diye bunları yaşattırıyorlar. Oysa ortalık her konuda ibretlikten geçilmiyor.