"SAYIN BİRAND,FENA HALDE KULLANILIYORSUNUZ...YAPTIĞINIZ İŞ DEĞİL...HELE TELEVİZYONCULUK HİÇ DEĞİL"!..

Mehmet Ali Birand'a,yaptığı şeyin,-kendisi istemese bile- Türkiye'yi iç çatışmanın, kaosun,kardeş kavgasının eşiğine sürükleyecek tehlikeli bir sürecin fitilini çakmaktan başka bir işe yaramayabileceğini hatırlatmak isterim.

"32. Gün"ün yaptığı şey televizyonculuk mu?


Mehmet Ali Birand, Türk televizyonculuğunda çığır açmış, dil kurmuş, birinci sınıf ve öncü bir televizyoncu değildir. Birand'ın yaptığı iki önemli şeyden biri, kamerayı olay mahalline götüren "ilk kişi" olmasıdır. Televizyon haberciliğinin olmazsa olmaz "primitif" şartı, zaten kamera'nın olay mahalline götürülmesidir.
Kaldı ki, Birand'ın kamerayı olay mahalline taşıması, televizyonculuk yeteneğinden çok, ilişki ağını genişletme yeteneğinin bir ürünüdür. Burada, ilişki ağının nasıl genişletilebildiğini söylememe bile gerek yok sanırım.

Ama Birand'ın hakkını kesinlikle teslim edebileceğimiz en önemli başarısı, kendisini çoktan ve kat be kat aşabilen bir televizyoncular kuşağı yetiştirmiş olmasıdır.

32. Gün, Türk televizyonlarının, televizyonculuk yapmak yerine, hâkim iç ve dış güç odaklarının misyonculuğunu ve ispiyonculuğunu, gözcülüğünü ve sözcülüğünü -üstelik de "gönüllü acentalar" olarak- yapmayı, hem bireysel konumları, hem de maddî çıkarları açısından inanılmaz kârlı görmelerinden bu yana, bir hayli düşüş gören grafiğini yeniden yükseltebilmek için, kaos üretme sürecinde bulunmaz hint kumaşına dönüştürülen başörtüsü sorununa mal bulmuş mağribi gibi yapışıverince bir ânda yeniden gündeme oturmayı başardı.

Başörtüsünün yasal düzenlemelerle özgürlüğüne -şimdilik- kavuşmasından itibaren, 32. Gün ve benzeri programlar, başörtüsü serbestisinin Türkiye'yi nasıl gereceğini, nasıl kaos ortamına sürükleyeceğini ispat etmeye çalışıyorlar! Böyle yapmakla, Türkiye'yi laisizm-İslâm çatışmasının eşiğine sürüklüyorlar.

Sonuçta, Türkiye'nin İslâmî bir yörüngeye kayarak seküler-kapitalist dünya sisteminin haksız, hukuksuz ama ayartıcı, gözboyayıcı ve paganografik postmodern söylemlerle ve yöntemlerle sürdürmeye çalıştığı küresel hâkimiyetinin, uzun vadede çatırdamasına yol açacak, Batılı seküler ve zorba ideolojileri müslüman toplumlara dayatan ve müslüman toplumları İslâmî iddia, ideal ve idea'lardan uzaklaştıran entellektüel ve kültürel sömürgecilikten; sonra da, kendi kaynaklarını kendilerinin kullanmalarını engelleyen siyasî ve ekonomik sömürgecilikten kurtaracak yeni bir medeniyet sıçramasına öncülük etme yolculuğuna soyunmasını önlemek için vargüçleriyle çalışan iç ve dış güç ve çıkar odaklarının misyonerliğini ve ispiyonerliğini, sözcülüğünü ve gözcülüğünü yaptıklarını göremiyorlar bile.

Mehmet Ali Birand'a, yaptığı şeyin, -kendisi istemese bile- Türkiye'yi iç çatışmanın, kaosun, kardeş kavgasının eşiğine sürükleyecek tehlikeli bir sürecin fitilini çakmaktan başka bir işe yaramayabileceğini hatırlatmak isterim.
Sayın Birand, fena hâlde kullanılıyorsunuz. Yapılan şey, özgür tartışmanın ötesinde bir şeydir. Zaten tartışma filan olduğu yok programda: Sadece laisist-kemalist, nasyonal-sosyalist sloganlar havada uçuşuyor bolca; başörtüsü üzerinden, tehlikeli bir çatışmayı kışkırtacak söylemsel bir şiddet ve ayırımcılık üretiliyor yalnızca.

Programın birinde, bir öğrenci, "türbanlıların başına kezzap dökmek"ten sözetti; daha önce "sorgulama odaları"nı kuranları yargılamaktan sözeden birini, kullandığı irkiltici dil'den ötürü haklı olarak eleştirmiş ve kınamıştınız. Ama kime olursa olsun, "kezap dökme" çağrısında bulunan bir terbiyesize hiç bir şey söylemediniz. Tüylerim diken diken oldu sessizliğiniz karşısında! Dondum kaldım!

Son programda, Aydın Üniv