SANSÜRE DİRENİŞ! TUTUKLU GAZETE TARİHE NOT DÜŞTÜ!

24 Temmuz günü, sansürün kaldırılışının 103. yılında, ilk sayısı okurlarıyla buluşan Tutuklu Gazete'nin "Sansüre Direniş" başlıklı manşeti tarihe not düştü.

Tutuklu Gazete, tutuksuz okurlarıyla buluştu. "Bu gazete tarihe not düşecek" diyen isim hakkı sahibi Adanır, ilk sayıda, "Hep beraber haykıralım: Uçurtmayı Vurmasınlar! Haykıralım: Düşünenler, kitap okuyanlar hapsedilmesin!" diye yazdı.

"Cezaevindeki tutuklu ve hükümlü gazeteci sayısı 70'i buldu. 2009'un başından bu yana geçen sürede cezaevine girip çıkan ve tutuksuz yargılamasına devam edilen 41 gazeteci daha var. Böylece son dönemde en az 111 gazeteci Türkiye cezaevlerindeki koşulları görmüş durumda. Gazeteciler hakkında açılmış dava ve soruşturmaların sayısı on binleri geçti..."

24 Temmuz günü, sansürün kaldırılışının 103. yılında, ilk sayısı okurlarıyla buluşan Tutuklu Gazete'nin "Sansüre Direniş" başlıklı manşeti, bu sözlerle başlıyor. BirGün, Evrensel ve Cumhuriyet gazeteleriyle dağıtılan Tutuklu Gazete, gazeteciliğin durumunu da bu şekilde özetlemiş oluyor. Gazetenin "tutuklu yazarlarından" yaptığımız alıntılarda da durumun ayrıntıları yer alıyor:

"Siyasi affı da desteklemeliler"

Ali Buluş (Ermenek Cezaevi Karaman): Yeni anayasanın konuşulduğu bu süreçte basın çalışanları, meslek örgütleri ve kurumları daha demokratik bir anayasa hazırlanabilmesi için ısrarcı olmalı ve taleplerini dillendirmelidir. Sadece Basın Yasası'nın demokratik olması bir şey ifade etmez. Ya topyekûn bir demokratikleşme ya da hiç!

Bu nedenle meslektaşlarımız tutuklu gazetecilerin serbest bırakılmasını istiyorsa, ayrımsız siyasi affı da desteklemeli ve düşüncelerinden, muhalif kimliklerinden dolayı cezaevine atılanların da serbest bırakılması için kamuoyu oluşturabilmelidir. En önemlisi basın ve ifade özgürlüğü savunulurken Türkiye'de kalıcı bir barışın sağlanması için de pozitif katkılarını sunmalıdır.

"Ölümü bile göze alıyoruz"

Mehmet Karabaş (Batman M Tipi Cezaevi): Doğru haber vermek için ölümü de, her şeyi de göze alıyoruz. Fakat karşılığında devletin yargısı bizleri 167 yıl ceza ile cezalandırıyor. Çünkü gerçekler bir kesimin yararına değildir. Halktan takdirler ve ödüller alıyoruz fakat devletten yüzlerce yıl ceza...

70 gazeteci TMK' dan tutuklu. Oysa hepsi de düşünceden yaptığı ve haberlerden dolayı tutuklu. Hiçbirinin üzerinde bir çivi bile yakalanmamıştır.

Bir yıl boyunca telefonumu dinleyerek katıldığım televizyon programları ve yaptığım haberler bana suç gösterilmiştir. Eğer bunlar suçsa, devlet bir yıl boyunca bu suçu işlediği bilerek beni uyarmamışsa veya müdahale etmemişse demek oluyor ki devlet suç işlememe göz yummuştur.

"Demokrasiyi mumla arayacağız"

Kadri KAYA (Batman M Tipi Kapalı Cezaevi) : Bugün Türkiye'de hukuk, demokrasi özgürlük gibi konularda tam bir keşmekeşlik yaşanıyor. Fırat'ın doğusunda atılan her adım, alınan her nefes KCK bağlantılı denilerek bastırılıyor. Fırat'ın batısında da özgür sosyalist kesimlere yönelik "kapan" gittikçe genişletiliyor. Eğer buna dur denilmezse yakın gelecekte demokrasi ve insan haklarını mumla arar hale geleceğiz.

"Kalem yerine kelepçe"

Hamdiye Çiftçi (Bitlis Cezaevi): Kameramız, fotoğraf makinelerimiz elimizden alınıp; elimize kalem yerine kelepçe takmış olabilirler ama biz yine gazeteciyiz. Bir halkın omuzlarımıza yüklediği sorumluluğu yerine getirerek, olduğumuz yer ve mekan neresi olursa olsun, mesleğimizin gerekliliğini yerine getiriyoruz.

"Şimdiye kadar neden sustunuz?"

Halit Güdenoğlu (Sincan 1 No'lu F Tipi Cezaevi) : Nazi Almanyasında bir papazın kendi durumunu anlatmak için söylediği ve günümüze kadar gelmiş sözleri vardır. "Önce komünistleri götürdüler. Sesimizi çıkaramadık..." diye başlar. Son zamanlarda gazetecilere yönelik tutuklamaların artmasıyla beraber bu söz fazlaca söylenir oldu. Yıllardır devrimcilerin haykırdığı "Susma sustukça sıra sana gelecek " sloganı da gazeteciler tarafından meydanlar da haykırıldı.

Bunlar olması gereken güzel tepkilerdir. Uğradıkları haksızlıklara karşı insanların meslektaşlarını sahiplenmesi haksızlıklara karşı insanların meslektaşlarını sahiplenmesi, haksızlığı teşhir etmesi çok önemli. Ama ister istemez şunu soruyor insan: şimdiye kadar neden sustunuz? Neden Alman papazını oynadınız? Sıranın size mi gelmesi gerekiyordu?

"Kitaplar bombaya, haberler kurşuna"

Barış Terkoğlu (Silivri 1 No'lu L Tipi Cezaevi) : Hemen herkes gazetecilik faaliyetleri nedeniyle olduğu bilinmesine rağmen, tüm dünyada gazetecilerin açıklanan tutuklanma nedenleri bambaşka. Hükümetler gazetecilerin gerçek tutuklanma nedenlerini saklayarak hem kendi iktidarlarını korumaya, hem de gazetecileri bambaşka suç isnatlarıyla itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bunu yaparken kitapları bombaya, haberleri kurşuna benzetmek zorunda kalmaları ise kaderin bir cilvesi olsa gerek.

"İnsanların tanıklığı için"

O. Baha Okar (Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Cezaevi): 11-12 ağustos tarihinde, yani tutuklanmamızdan tam bir yıl sonra fiilen ilk duruşmamız gerçekleşecek. Haksızlıkla yaşamımızdan alıkonulan günler yazık ki telafi edilmeyecek, giden günler bizlerin ömründen olacak.

Ve sadece insanın yaşamına haksızlıkla el konulması değildir mesele; hapishanede kapatılmayla, tecritle geçen her gün insani değerlere, buradaki bedenler üzerinden her anlamda açılmaya çalışılan bir oyuktur aynı zamanda. Tüm bu sesleniş, hayata insanca yaşam fikriyle yaklaşan insanların tanıklığı içindir.

"Kocaman bir açık cezaevi"

Sait Çakır (Silivri 2 No'lu L Tipi Cezaevi) : Bugün polis, en ufak bir toplumsal olaya insan ölümüne yol açacak şiddetle müdahale ediyorsa; en sıradan gösteriye katılım "örgütsel faaliyet" kategorisine dahil ediliyorsa; telefonda arkadaşınızla kurduğunuz politik fanteziler "eylem planına" ilişkin delil olarak aleyhinize kullanılıyorsa; Türkiye zaten kocaman bir açık hava cezaevine dönmüş demektir. O halde dışarısıyla içerisi arasında ayrım kalmamıştır. İsteyen buna, "mahpus tesellisi" de diyebilir.

"Örgütlü haber!"

Deniz Yıldırım (Silivri 1 No'lu Cezaevi ) : Gazeteciye öğretilen birinci ders; gerçeklerin peşinde koşma dersidir. Bu açıdan bilinen temel çıkarım: Bir haberi belirleyen, o haberin gerçek olup olmamasıdır. Ancak meslekte yeni bir ayrım ortaya çıktı: Bu haber örgütlü mü? Değil mi? Gazetecilik literatüründe yeni bir kavram sokmayı başardılar: "Örgütlü haber..." Bu saatten sonra iktidarın işine gelmeyen haber, "Örgüt'ün haberidir. Yazan içeriye tıkılır!"

"İntikam operasyonu"

Nedim Şener (Silivri 2 No'lu Kapalı L Tipi Cezaevi ): Yakında iddianame çıkar (umarım), o zaman suçumuz neymiş görür, savunmamızı yaparız. Ama dünyada gazeteciler ve kamuoyu tıpkı Türkiye'deki çoğunluk gibi benim başıma gelenin bir "intikam operasyonu" olduğunu düşünüyor. Ahmet'in de Ergenekon diye tarif edilen yapılara karşı olduğunu herhalde yazmaya gerek yok.

"Kimse 'muhaliflikten' tutuklanmaz"

Seyithan Akyüz (Adana Kürkçüler Cezaevi ): Her ne kadar Başbakan ve hükümet yetkilileri tarafından her fırsatta gazeteci olmadığımıza yönelik değerlendirmeler yapılsa da, bugün yetmişe yakın insan gazetecilik mesleğini icra ettikleri için cezaevinde tutulmaktadırlar. Tutuklu bulunan bu insanlar hakkında kimi Ergenekon, kimi KCK ve kimileri farklı "illegal örgütlere" üye oldukları ya da propagandalarını yaptıkları gerekçe ve iddiaları öne sürülmüş olması bu gerçekliği değiştirmez. Kaldı ki, hiçbir düzen, kendine muhalif insanları, muhalif oldukları gerekçesine dayanarak tutuklamaz. Bunun için mutlaka kendine göre yasal kılıflar bulacak ve bunu toplum nezdinde meşrulaştırmaya çalışacaktır. Bugün de yapılan bunun ötesinde bir şey değildir.

"İtiraz etmenin bedeli büyüktür!"

Füsun Erdoğan (Kandıra 2 No'lu T Tipi Hapishanesi ): Türkiye'de yaşayıp da, birazcık toplumsal sorunlarla ilgili olan herkes bilir ki; her dönem memleketin hapishaneleri şairleri, yazarları, aydın ve gazetecileri ağırlamıştır! Bilinir bu coğrafyada düşünmenin, yazmanın, üretmenin, gerçekleri yüksek sesle dile getirmenin, itiraz etmenin bedelinin büyük olduğu! Sayısı hiç de az değildir bu topraklarda gazeteci, aydın cinayetlerinin!

"Ben vicdanen rahatım"

Vedat Kurşun (Diyarbakır D Tipi Cezaevi ): Benim dosyamda gazeteler dışında hiçbir delil bulunmuyor. Bana verilen 166 yıl 6 aylık ceza sadece gazetede yer alan yazılardan dolayıdır. Bir de dosyada kendisini bilirkişi diye tanıtan ve Kürtçe bilmeyen bir kişinin çeviri raporu mevcuttur. Raporu yazan kişi aynen şunu söylüyor: "Anladığım kadarıyla çevirdim." İşte böyle biri bilirkişi olabiliyor. Ben çarpıtılan yazılardan söz etmiyorum bile. O konuya girsem onlarca sayfayı bulabilir.

Ben son olarak şunları belirtmek istiyorum. Bunca cezaya rağmen ve 2,5 senedir cezaevinde bulunmama rağmen vicdanen rahatım. Çünkü ben bir kişiye bile haksızlık etmedim ve onun hakkını gasp etmedim. İnanıyorum ki bize bunları reva görenler vicdan azabı çekecekler.

Biz ise akşamları rahat ve huzurlu bir şekilde başımızı yastığa koyabiliyoruz. Bunlar sonrasını artık onlar düşünsün.

"Delil gösterildi mi?"

Fazıl Duygun (Kızılcahamam Cezaevi ): Aynı basın kuruluşlarında beraber çalıştığım ve hepsi de, sorumlu yazı işler müdürü olan Yavuz Arslan, İbrahim Keskin, Aydın Alkan, Bünyamin Eser ve Selim Zengin de benimle aynı kaderi paylaşmak üzereler. Hemen hepsinin hakkında birçok dava açılmış olup, ağır hapis ve para cezalarıyla karşı karşıyalar.

Sizler daha iyi takip edebiliyorsunuz. Bugüne kadar yargılanmış veya yargılanmakta olan yüzlerce gazeteciden yüzde kaçı hakkında, bir tanecik bile olsa, yargılandıkları suçlama olan "terör kapsamına girecek nesnel bir delil" gösterebilmiştir acaba ? Yüzde biri bulur mu dersiniz ?

"Tezgahtaki balık görüyorlar"

Bayram Namaz (Edirne F Tipi Cezaevi): Evi, işi, kimliği bilinen, düşüncelerini her platformda açıkça söyleyen bizim gibi sosyalist gazetecilerin bir nevi "tezgahtaki balık" gibi görüldüğünü belirtmiştim. Bilinir, büyük iddialarla balığa çıkan kimi "avcılar", bir şey tutamayınca, eve eli boş dönmemek için tezgahtan balık satın alarak "yakaladım" diye yutturmaya çalışırlar.

"Umutluyuz"

Bedri Adanır (Diyarbakır D Tipi Cezaevi ): Zulüm, korku onursuzlaştırabiliyor insanları ve onursuzlaşan insanlar cellatlarına dönüşebiliyorlar ne yazık ki! Belki de "neden", bu onursuzlaşan insanlardır. Ama "insanlık onurunun hakkını verenler de var." Var ki insanlık demokrasi gibi bir değer yarattı kendine. Var ki umutluyuz, var ki hala uçurtmalarımız geziniyor semalarda.

Ama zulüm de var! "Uçurtmayı Vurmasınlar!" diyen çocuklarımız var hala... O halde haydi, hep beraber haykıralım: "Uçurtmayı Vurmasınlar!" Haykıralım: "Agir'ın saçları ağarmasın!" Haykıralım: "Düşünenler, kitap okuyanlar hapsedilmesin!" Haykıralım: "İnce Memed'in mağarasına vahşiler basmış" diyelim. Haykıralım!

(bianet)