"SANKİ BAŞBAKAN KUTSALA DOKUNDU, KORO HALİNDE SALDIRI BAŞLADI!"

Hadi bugün de “yandaşlık” görevimizi yerine getirelim de, “Tayyip abi” ekmeğimizi suyumuzu kesmesin.

Ucube

Hadi bugün de “yandaşlık” görevimizi yerine getirelim de, “Tayyip abi” ekmeğimizi suyumuzu kesmesin...

Böyle diyordu, hayatını “Tayyip abi”, “Necmettin hoca”, “Önder Humeyni” muhabbetiyle geçirmiş ve medyadaki varoluşunu birtakım “abi”lere borçlu kifayetsiz muhteris...

Şu “ucube” meselesi...

Hemen söyleyeyim:

Heykel sanatından hoşlanmam.

Hem hoşlanmam, hem anlamam.

Başıma bir şey gelmeyecekse, “opera”yı da sevmem... Müzikli sahne oyunlarını kayda değer bulurum ama “opera” ve “bale” dendiğinde tüylerim diken diken olur. Artık tiyatroyu da aramıyorum. Olsa da olur, olmasa da olur... Tekst okumaya bayılırım ama...

Söylemesi ayıptır, Bütün Çehov’ları okudum... Öküz değilim yani... Beckett’leri neredeyse hıfzettim... “Deneysel”in babası sayılabilecek bütün kazık metinlerin (örneğin Ionesco’ların) altından girip üstünden çıktım da, iki adım ötede gişeye koşup bir tiyatro bileti almadım.

Üşendim...

İçimden gelmedi...

Bununla birlikte, Ferhan Şensoy’a çok para kaptırmışlığım vardır... Çaptan düştükten sonra da kapısını çalmadım. En son, Ses Tiyatrosu’nda, güldürme çabasıyla helak olduğunu görmüş, üzülmüştüm.

Ferhan’ı metinlerini okurum ama.

İyi bir yazardır... “Oteller Kitabı”nı kaç kez devirdiğimi hatırlamıyorum bile... Hele bir “Karagöz ile Boşverin Beni” var ki, okumaya doyamazsınız. Komik ama nasıl hüzünlü, nasıl içe işleyen bir öyküdür...

Ferhan’ın yayımlanmış oyun tekstlerini de okudum.

Tekst okumanın iyi tarafı şu: Dekoru kendiniz kuruyorsunuz, oyuncuları sahnede kendiniz devindiriyorsunuz, diyalogları kendi vurgularınızla (işinize geldiği gibi) okuyorsunuz ve dolayısıyla muhayyilenizi devreye sokarak bir anlamda “yaratım”a katkıda bulunmuş oluyorsunuz. Metni yeniden üretiyorsunuz. Daha zengin bir okuma biçimi bu...
Haa, seramik sanatından da hoşlanmam. Bir adam, pardon bir kadın niçin seramik yapar, anlamam. Bu cümleden olarak, kimi el sanatlarını da kendime uzak bulurum.

Mürteci miyim acaba?

Bu kadar çok hoşlanmadığı sanatı bünyesinde barındıran bir kişi nedir?

Gelişmemiş, incelmemiş, yontulmamış, “güzelduyu”dan ve çağdaş sanatlardan nasibini almamış, sadece “tekstle idare eden” bir müptedi mi?

Mürteciyim... Biraz da müptediyim galiba.

Konu şu:

Başbakan, bir sanat eserine “ucube” diyebilir mi?

Ben Başbakan olsaydım, demezdim.

Hadi dedim diyelim; o eserin oradan kaldırılmasını istemezdim.

Başbakan, Mehmet Aksoy’un bir eserine “ucube” dedi diye, kaç gündür kıyametleri koparıyorlar. Ne gericiliğini bıraktılar adamın, ne faşistliğini, ne tiranlığını, ne yontulmamışlığını, ne çağdışılığını, ne de kabasabalığını...

Mehmet Aksoy değerli bir adamdır, amenna.

Fakat, “heykel” sanatı konusundaki bu aşırı hassasiyeti de anlamıyorum.

Sanki bir dokunulmaza dokunuldu...

Sanki bir “kutsal”a saldırıda bulunuldu...

Bu ülkede, başka sanatçıların başına bir sürü şey gelir (Sabahattin Ali’nin kafasını odunla parçaladılar mesela; Nazım Hikmet’i, Kemal Tahir’i, Necip Fazıl’ı yıllarca hapiste tuttular), kimselerin kılı kıpırdamaz, ama sözkonusu heykel sanatı olunca sağcısından solcusuna, liberalinden Kemalist’ine, nerdeyse herkes “sanat ve sanatçı muhibbi” kesilir.

Hele, bunlar arasında, “öteki”ni terbiye etmeyi misyon edinmiş azgın bir koro var ki, artık ne deseniz, kendinizi nasıl savunsanız, boş.

Boynunuza asılmış “tiran” yaftasıyla yaşamaya mahkûmsunuz.


Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ