Salih Tuna'dan Can Dündar'a sert sözler: Senin Cumhuriyet'ini Atatürk de kurtaramaz
Yeni Şafak yazarı Salih Tuna Cumhuriyet gazetesini ve Can Dündar'ı sert bir dille eleştirdi.
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Salih Tuna, bugünkü "Senin Cumhuriyet'ini Atatürk de kurtaramaz" başlıklı yazısında Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'ı sert sözlerle eleştirdi.
Elemandan önceki Cumhuriyet, Ergenekon ve Balyoz davalarının adeta avukatı gibiydi; elemandan sonraki Cumhuriyet, mahut davaların adeta savcısı oldu, ifadesini kullanan Tuna, "Türkmen katliamını bir satırla bile görmeyen Can Dündar adlı eleman, kendi ülkesine "terörist" damgasını vurmak için yırtınıp durmuştu. Şimdi kalkmış hiç utanmadan Gazi Paşa'nın "Bağımsızlık benim karakterimdir" sözünden mülhem, "bağımsızlık en büyük sermayemizdir" diyebiliyor" dedi.
İşte Salih Tuna'nın yazısından bir bölüm:
TOMA'ların altına yatacağını söylemişti, gitti mülâaneci zihniyetin altına yattı; genel yayın yönetmeni oldu.
Belki bu iki tarz "yatış" da sonuç itibariyle aynıdır, bilemiyorum.
Benim bildiğim şu: Can Dündar adlı elemanın bu olağanüstü "yatış yeteneği" ödüllendirilmeliydi.
Nitekim öyle de oldu...
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü ödülünü verdi. Bir farkla ki, adına "yatış yeteneği ödülü" değil de, "basın özgürlüğü ödülü" dedi.
Bu da gayet doğaldı...
Kavramların her şeyden çok çarpıtıldığı bu çağda, "demokrasi götürme" uğruna ülkeler işgal edilmedi mi?
O değil de, Can Dündar elemanı bu ödülü, otuz yıldır Cumhuriyet gazetesi yazarı ressam Bedri Baykam'a sansür uyguladığı, yazılarını yayımlamadığı için almadı herhalde.
Tamam, bunun da etkisi olabilir ama çok daha mühim meziyetleri vardı.
O halde meziyetlerini şöyle bir hatırlayalım:
Elemandan önceki Cumhuriyet, Ergenekon ve Balyoz davalarının adeta avukatı gibiydi; elemandan sonraki Cumhuriyet, mahut davaların adeta savcısı oldu.
Savcısı olmakla da kalmadı, Ergenekon savcılarının dili ve ifadesi oldu.
Mesela, yurt dışına kaçan Celal Kara adlı savcının ağzından, "1 Numara Erdoğan'dı" manşetini attı.
Çok tuhaftı...
Mezkur firari savcının da dahil olduğu paralel örgüt, "Ergenekon davası" boyunca "1 Numara" heyulasıyla mütemadiyen PR yapmıştı.
Hülasa, seçilmiş demokratik iktidara kumpas kuranların başındaki şahsı, "1 numara" olarak kodlamışlardı.
Döndüler dolaştılar, 17 Aralık'ta darbe yapmaya kalkıştılar ve meşruiyetini halktan hukuktan alan seçilmiş demokratik iktidarın liderine, yani, dönemin başbakanına, "1 Numara" dediler.
Böyle rezil, böyle pespaye, böyle mülâaneci örgüt yeryüzü tarihi boyunca görülmedi, bir daha da kolay kolay görülmez. Neyse, konumuz bu değil, geçelim.
Velhasıl-ı kelam, elemanın yönettiği Cumhuriyet gazetesi, ışıklar içinde yatası İlhan Selçuk'u da sorgulayan "kumpasçıların" avukatlığına soyundu.
Bunun için de paralel örgütün malzemelerini matine – suare tüketmeye başladı. Hem de tweetlerine varıncaya kadar.
Eleman dünkü yazısında "muhabir gazeteciliği" yapmakla övünüyordu. Oysa yaptığı "Fuat Avni gazeteciliğinden" ibaretti.
Cumhuriyet Gazetesi Okurları (CUMOK) da bunun farkındaydı.
"Fethullahçı Terör Örgütü'nün operasyon gazetesine dönüştüğü için..." elemanın Cumhuriyet'ini protesto ettiler.
CUMOK Koordinatörü Namık Kemal Boya TÜYAP Kitap Fuarı'nda geçenlerde yaptığı açıklamada, "Fethullaçı terör örgütü kaynaklı iddia ve tehditler süslenerek yazı ve fotoğraflarla her gün sofranızdadır..." ifadesiyle Cumhuriyet'in ne hale getirildiğini ortaya koydu.
Evet, aynen söylendiği gibiydi.
Misal, MİT Tırları manşetleri mahut örgütün sahte belgeleriyle kotarılmıştı.
Maksat belliydi:
Türkiye'yi "terörist ülke" ilan ederek köşeye sıkıştırmak, uluslar arası toplumda mahkum ettirmekti.
Bir ülkeyi "terörist ülke" olarak ilan etmekle, o ülkeye "dış güçler" tarafından müdahale edilmesini istemek nihayetinde aynı kapıya çıkar.
Bu gayet nettir.
Net olmayan sadece müdahalenin tarzıdır.
"Müdahale tarzı" derken, seçilmiş demokratik iktidarın alaşağı edilmesinden Ankara'nın bombalanmasına kadar birçok alternatif söz konusudur. ("Ankara'nın bombalanması" ifadesine neden şaştınız, gündüz gözüyle NATO'nun Türkiye'ye müdahale etmesini isteyen köşe yazıları okumadınız mı?)
Elemandan önceki Cumhuriyet, Ergenekon ve Balyoz davalarının adeta avukatı gibiydi; elemandan sonraki Cumhuriyet, mahut davaların adeta savcısı oldu, ifadesini kullanan Tuna, "Türkmen katliamını bir satırla bile görmeyen Can Dündar adlı eleman, kendi ülkesine "terörist" damgasını vurmak için yırtınıp durmuştu. Şimdi kalkmış hiç utanmadan Gazi Paşa'nın "Bağımsızlık benim karakterimdir" sözünden mülhem, "bağımsızlık en büyük sermayemizdir" diyebiliyor" dedi.
İşte Salih Tuna'nın yazısından bir bölüm:
TOMA'ların altına yatacağını söylemişti, gitti mülâaneci zihniyetin altına yattı; genel yayın yönetmeni oldu.
Belki bu iki tarz "yatış" da sonuç itibariyle aynıdır, bilemiyorum.
Benim bildiğim şu: Can Dündar adlı elemanın bu olağanüstü "yatış yeteneği" ödüllendirilmeliydi.
Nitekim öyle de oldu...
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü ödülünü verdi. Bir farkla ki, adına "yatış yeteneği ödülü" değil de, "basın özgürlüğü ödülü" dedi.
Bu da gayet doğaldı...
Kavramların her şeyden çok çarpıtıldığı bu çağda, "demokrasi götürme" uğruna ülkeler işgal edilmedi mi?
O değil de, Can Dündar elemanı bu ödülü, otuz yıldır Cumhuriyet gazetesi yazarı ressam Bedri Baykam'a sansür uyguladığı, yazılarını yayımlamadığı için almadı herhalde.
Tamam, bunun da etkisi olabilir ama çok daha mühim meziyetleri vardı.
O halde meziyetlerini şöyle bir hatırlayalım:
Elemandan önceki Cumhuriyet, Ergenekon ve Balyoz davalarının adeta avukatı gibiydi; elemandan sonraki Cumhuriyet, mahut davaların adeta savcısı oldu.
Savcısı olmakla da kalmadı, Ergenekon savcılarının dili ve ifadesi oldu.
Mesela, yurt dışına kaçan Celal Kara adlı savcının ağzından, "1 Numara Erdoğan'dı" manşetini attı.
Çok tuhaftı...
Mezkur firari savcının da dahil olduğu paralel örgüt, "Ergenekon davası" boyunca "1 Numara" heyulasıyla mütemadiyen PR yapmıştı.
Hülasa, seçilmiş demokratik iktidara kumpas kuranların başındaki şahsı, "1 numara" olarak kodlamışlardı.
Döndüler dolaştılar, 17 Aralık'ta darbe yapmaya kalkıştılar ve meşruiyetini halktan hukuktan alan seçilmiş demokratik iktidarın liderine, yani, dönemin başbakanına, "1 Numara" dediler.
Böyle rezil, böyle pespaye, böyle mülâaneci örgüt yeryüzü tarihi boyunca görülmedi, bir daha da kolay kolay görülmez. Neyse, konumuz bu değil, geçelim.
Velhasıl-ı kelam, elemanın yönettiği Cumhuriyet gazetesi, ışıklar içinde yatası İlhan Selçuk'u da sorgulayan "kumpasçıların" avukatlığına soyundu.
Bunun için de paralel örgütün malzemelerini matine – suare tüketmeye başladı. Hem de tweetlerine varıncaya kadar.
Eleman dünkü yazısında "muhabir gazeteciliği" yapmakla övünüyordu. Oysa yaptığı "Fuat Avni gazeteciliğinden" ibaretti.
Cumhuriyet Gazetesi Okurları (CUMOK) da bunun farkındaydı.
"Fethullahçı Terör Örgütü'nün operasyon gazetesine dönüştüğü için..." elemanın Cumhuriyet'ini protesto ettiler.
CUMOK Koordinatörü Namık Kemal Boya TÜYAP Kitap Fuarı'nda geçenlerde yaptığı açıklamada, "Fethullaçı terör örgütü kaynaklı iddia ve tehditler süslenerek yazı ve fotoğraflarla her gün sofranızdadır..." ifadesiyle Cumhuriyet'in ne hale getirildiğini ortaya koydu.
Evet, aynen söylendiği gibiydi.
Misal, MİT Tırları manşetleri mahut örgütün sahte belgeleriyle kotarılmıştı.
Maksat belliydi:
Türkiye'yi "terörist ülke" ilan ederek köşeye sıkıştırmak, uluslar arası toplumda mahkum ettirmekti.
Bir ülkeyi "terörist ülke" olarak ilan etmekle, o ülkeye "dış güçler" tarafından müdahale edilmesini istemek nihayetinde aynı kapıya çıkar.
Bu gayet nettir.
Net olmayan sadece müdahalenin tarzıdır.
"Müdahale tarzı" derken, seçilmiş demokratik iktidarın alaşağı edilmesinden Ankara'nın bombalanmasına kadar birçok alternatif söz konusudur. ("Ankara'nın bombalanması" ifadesine neden şaştınız, gündüz gözüyle NATO'nun Türkiye'ye müdahale etmesini isteyen köşe yazıları okumadınız mı?)