SALİH TUNA AHMET ALTAN'I TOPA TUTTU!
Gelgelelim kimi zaman Ahmet Altan'ımızın "kıyas"larına sadece gülüyoruz, bu da beni çok üzüyor.
Esad, TOKİ, Ahmet Altan ve boru
Esad, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda, "Arap Baharı"yla bölgede yaşanan değişimin laikliği hedef aldığını söylüyor.
Aklı sıra Türkiye’deki "laik" çevrelerin desteğini alacak.
AK Parti’nin Ortadoğu’da "İslam’ın siyasallaştırılmasında" rol kapmak peşinde olduğunu da söylüyor ki, arzuladığı destek adrese teslim gelsin.
Yanlış anlaşılmasın, "Arap Baharı" manyağı değilim. Hatta bu kavramlaştırmayı çok sevimsiz bulurum.
"Arap Baharı" laikliği mi götürüyor, laik diktatörlükleri mi veya "laikliği" tabana mı yayıyor sorularına da cevap arayacak değilim.
Her şeyden evvel mevzu bu değil.
Esad’ın bölgeye ve kendisine tehdit olarak gördüğü "İslam’ın siyasallaştırılması" lakırdısı üzerinde biraz duralım.
Şimdiye değin "İslam’ın siyasallaştırılması" dendi mi İran İslam Cumhuriyeti, Lübnan Hizbullahı ve Müslüman Kardeşler akla ilk gelenler arasındaydı.
En azından bölge için bu böyleydi.
Esad’ı devirmeye çalışan muhaliflerin arasında yer alan Müslüman Kardeşler Başkanı Riyad El Şakfa’nın "Suriye’deki devrimin başarısı bütün bölgede ciddi değişikliklere yol açacaktır. Bu sayede İran, Irak, Suriye üzerindeki Hizbullah ittifakının beli kırılacak ve bölge böyle bir beladan kurtulmuş olacaktır.." (Timeturk, 7 Mayıs 2012) açıklamasına ne diyeceğiz peki?
Anlaşılan o ki, "İslam’ın siyasallaştırılması" değil, mezheplerin siyasallaştırılması veya entegrizmi söz konusu.
Gel de şimdi Kissinger’in 11 Eylül saldırılarının hemen ardından "Bundan sonra çatışma Müslümanların arasında olmalıdır.." sözünü hatırlama.
Ahmet Altan olsaydı, "Modern dünya CERN’de ’tanrı parçacığını’ bulurken biz hâlâ mezhep asabiyetinin peşinde koşuyoruz.." derdi.
Biz de bu "Kıllanan Adam" mukayese tarzına gülsek de, "hay ağzına sağlık" derdik.
Gelgelelim kimi zaman Ahmet Altan’ımızın "kıyas"larına sadece gülüyoruz, bu da beni çok üzüyor.
Buyurun dünkü yazısından hep birlikte okuyalım: "Kaldırıldığı söylenen ’Özel Yetkili Mahkemeler’ bundan sonra başka isimlerle sadece Kürtler için çalışacak.
Kürt meselesindeki ’muhteşem çözümsüzlüğün’ kalfalığını yapan AKP, Kürt meselesini ’çözmeden’ bitirebilmek için ’Kürtleri hapse atmak’ gibi bir çare buldu sanırım. / Hepsini hapse attıklarında bir sorun kalmayacak (...)Şimdilik tek mesele 20 milyon Kürdü içine koyacak hapishane bulmak, daha onları içeri atmadan bile hapishaneleri cehenneme çevirmeyi becerdiler, insanlar içerde alev alev yanıyor. Üstelik hepsi hapishanelerde Kürtçe konuşacak. / ’Anadilde eğitim’ sağlayamadık ama anlaşılan ’anadilde hapis’ sağlanacak: ’Buyrun, Kürtçe konuşanlar için yanan hapishanelerimiz mevcuttur.’ / İsviçre’de evrenin sırlarını çözdükleri bir çağdayız, Türkiye’de biz ’demokrasinin’ sırlarını çözmekte aciz kalıyoruz. / Demokrasimiz yok ama ’altı minareli’ camimiz olacak, Çamlıca tepesine camiyi kondurduktan sonra demeci de patlatırlar, ’Böyle cami Suriye’de bile yok.’ /Başbakan’ın medyası da ’yok valla’ diye el çırpar. / ’Mesele övünmekse demokrasi teferruattır’ arkadaşlar.." (8 Temmuz 2012, Taraf)
Bu nasıl "ironidir" Allah aşkına!
Daha doğrusu, bu nasıl bir Ahmet Altan’dır?
İnanın, "Hakikisi olamaz, çakması veya korsanı mıdır nedir" diye bir an için içimden geçirdim.
Geçen günkü yazımda, Ahmet Altan’ımız nasıl amansız bir sendroma dûçar olmuş ki CERN’den yola çıkıp işi ’dere yatağına’ bağlayabiliyor demiştim de, ağzı bozuk Şinasi takımı küfür mailleri döşenmişti. (Başlıkta "boru" var yazıda niye yok demeyesin Şinasi, boru döşenmiş vaziyette olduğu için göremiyorsun.)
Daha fazla sempatikleşip de hepten "Kıllanan Adam" haline gelmemesi için uyarmak istemiştim.
Onun gibi muhalif aydınlara bu toprakların her zaman ihtiyacı var.
Neylersiniz ki, ancak ve ancak Yılmaz Özdil veya Bekir Coşkun veya Ertuğrul Özkök’ün bakabileceği yerden Wittgenstein veya Nietzsche baksa durum değişmez.
Ahmet Altan ne yapsın!
Çünkü karınca okyanusa düşse karınca kadar boğulur.
Salih TUNA / YENİ ŞAFAK
Esad, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda, "Arap Baharı"yla bölgede yaşanan değişimin laikliği hedef aldığını söylüyor.
Aklı sıra Türkiye’deki "laik" çevrelerin desteğini alacak.
AK Parti’nin Ortadoğu’da "İslam’ın siyasallaştırılmasında" rol kapmak peşinde olduğunu da söylüyor ki, arzuladığı destek adrese teslim gelsin.
Yanlış anlaşılmasın, "Arap Baharı" manyağı değilim. Hatta bu kavramlaştırmayı çok sevimsiz bulurum.
"Arap Baharı" laikliği mi götürüyor, laik diktatörlükleri mi veya "laikliği" tabana mı yayıyor sorularına da cevap arayacak değilim.
Her şeyden evvel mevzu bu değil.
Esad’ın bölgeye ve kendisine tehdit olarak gördüğü "İslam’ın siyasallaştırılması" lakırdısı üzerinde biraz duralım.
Şimdiye değin "İslam’ın siyasallaştırılması" dendi mi İran İslam Cumhuriyeti, Lübnan Hizbullahı ve Müslüman Kardeşler akla ilk gelenler arasındaydı.
En azından bölge için bu böyleydi.
Esad’ı devirmeye çalışan muhaliflerin arasında yer alan Müslüman Kardeşler Başkanı Riyad El Şakfa’nın "Suriye’deki devrimin başarısı bütün bölgede ciddi değişikliklere yol açacaktır. Bu sayede İran, Irak, Suriye üzerindeki Hizbullah ittifakının beli kırılacak ve bölge böyle bir beladan kurtulmuş olacaktır.." (Timeturk, 7 Mayıs 2012) açıklamasına ne diyeceğiz peki?
Anlaşılan o ki, "İslam’ın siyasallaştırılması" değil, mezheplerin siyasallaştırılması veya entegrizmi söz konusu.
Gel de şimdi Kissinger’in 11 Eylül saldırılarının hemen ardından "Bundan sonra çatışma Müslümanların arasında olmalıdır.." sözünü hatırlama.
Ahmet Altan olsaydı, "Modern dünya CERN’de ’tanrı parçacığını’ bulurken biz hâlâ mezhep asabiyetinin peşinde koşuyoruz.." derdi.
Biz de bu "Kıllanan Adam" mukayese tarzına gülsek de, "hay ağzına sağlık" derdik.
Gelgelelim kimi zaman Ahmet Altan’ımızın "kıyas"larına sadece gülüyoruz, bu da beni çok üzüyor.
Buyurun dünkü yazısından hep birlikte okuyalım: "Kaldırıldığı söylenen ’Özel Yetkili Mahkemeler’ bundan sonra başka isimlerle sadece Kürtler için çalışacak.
Kürt meselesindeki ’muhteşem çözümsüzlüğün’ kalfalığını yapan AKP, Kürt meselesini ’çözmeden’ bitirebilmek için ’Kürtleri hapse atmak’ gibi bir çare buldu sanırım. / Hepsini hapse attıklarında bir sorun kalmayacak (...)Şimdilik tek mesele 20 milyon Kürdü içine koyacak hapishane bulmak, daha onları içeri atmadan bile hapishaneleri cehenneme çevirmeyi becerdiler, insanlar içerde alev alev yanıyor. Üstelik hepsi hapishanelerde Kürtçe konuşacak. / ’Anadilde eğitim’ sağlayamadık ama anlaşılan ’anadilde hapis’ sağlanacak: ’Buyrun, Kürtçe konuşanlar için yanan hapishanelerimiz mevcuttur.’ / İsviçre’de evrenin sırlarını çözdükleri bir çağdayız, Türkiye’de biz ’demokrasinin’ sırlarını çözmekte aciz kalıyoruz. / Demokrasimiz yok ama ’altı minareli’ camimiz olacak, Çamlıca tepesine camiyi kondurduktan sonra demeci de patlatırlar, ’Böyle cami Suriye’de bile yok.’ /Başbakan’ın medyası da ’yok valla’ diye el çırpar. / ’Mesele övünmekse demokrasi teferruattır’ arkadaşlar.." (8 Temmuz 2012, Taraf)
Bu nasıl "ironidir" Allah aşkına!
Daha doğrusu, bu nasıl bir Ahmet Altan’dır?
İnanın, "Hakikisi olamaz, çakması veya korsanı mıdır nedir" diye bir an için içimden geçirdim.
Geçen günkü yazımda, Ahmet Altan’ımız nasıl amansız bir sendroma dûçar olmuş ki CERN’den yola çıkıp işi ’dere yatağına’ bağlayabiliyor demiştim de, ağzı bozuk Şinasi takımı küfür mailleri döşenmişti. (Başlıkta "boru" var yazıda niye yok demeyesin Şinasi, boru döşenmiş vaziyette olduğu için göremiyorsun.)
Daha fazla sempatikleşip de hepten "Kıllanan Adam" haline gelmemesi için uyarmak istemiştim.
Onun gibi muhalif aydınlara bu toprakların her zaman ihtiyacı var.
Neylersiniz ki, ancak ve ancak Yılmaz Özdil veya Bekir Coşkun veya Ertuğrul Özkök’ün bakabileceği yerden Wittgenstein veya Nietzsche baksa durum değişmez.
Ahmet Altan ne yapsın!
Çünkü karınca okyanusa düşse karınca kadar boğulur.
Salih TUNA / YENİ ŞAFAK