Saldım çayıra mevlam kayıra toplumu! Denetleyenleri kim denetleyecek?

Medyaradar analisti Atilla Akar, “Kartalkaya faciası” her yönüyle tartışılırken ilaveten toplumsal, idari zihniyet yapısı yönünden ele aldı…

ATİLLA AKAR atilla.akar@medyaradar.com

Efendim; günlerdir “Kartalkaya faciası” tartışılıyor., “Sorumlu şu sorumlu bu”, “Şu eksikti bu eksikti”, vb. Her cenah kendine göre bir yorum getiriyor. Güleyim mi ağlayayım mı bilmiyorum. Sanki idari yapı, yönetme zihniyeti bir diğerinden farklıymış gibi. Sadece onlar mı? Tüm toplum aynı kafa yapısına göre formatlanmıştır. O yüzden kimse kendini bu işlerden peşinen muaf saymasın. Bu gibi olayların “Becerisizlik” ten, “Öngörüsüzlük” ten başka izahı yoktur. Tabii birde kapitalize azami kâr hırsından başka!..

Çok basit gibi görünebilir. Ancak bence olay buralardan başlıyor. Eğer kırmızı ışıkta durmayı yeşil ışıkta geçmeyi huy edinmemiş bir toplumdan daha üst kurallara uymasını bekleyemezsiniz. Kaç defa şahit oldum, o kadar ki, trafik polisi varken bile yayalar geçiyorlar. Hoş, o polisinde iplediği yok ya. İşler bu derece laçkalaşmıştır. Tıpkı “Kırık Cam Teorisi” nde olduğu gibi yani!..

Refleksleri Körelmiş Hantal Bir Mekanizma!..

Peki “Bütün bunlar seni şaşırtıyor mu?” derseniz elbette ki şaşırtmıyor. Beni söz konusu sallapati zihniyetin nasıl olup daha fazla facialara yol açmaması şaşırtabilir ancak. Dolayısıyla –tuhaftır ki- her şey bana gayet “Normal” geliyor.

Burada siyasi anlayışlar durumu daha berbat hale getirebilse bile (Örneğin “Ne yapalım kader” deyip geçen ya da “ne yapalım liberal ekonomilerde olur böyle şeyler, turizm sektörü aksamasın” diyenler gibi) ortada onları da aşan, çok daha büyük, tüm dokulara sinmiş kırılması zor bir “Davranış kalıbı” var gibime geliyor. “Beyinsizlik” cari huyumuzdur!..

Kolonların kesildiği için apartmanların çöktüğü, kanalizasyon kazılarında bir uyarı levhası konulmadığı, çevrelenmediği için insanların düşüp öldüğü, bir büyük şehrin ortasında kuralına göre yapılmadığı için insanların caddede elektrik kaçağından çırpınarak öldüğü, inşaatlardan düştüğü, aşırı çalışmaya zorlandıkları için uykusuz kalan şoförlerin şarampollere yuvarlandığı, maden kazalarının doğal sayıldığı, atılan izmaritlerden dolayı ormanların yandığı, bebeklerin göz göre kuvözlerde öldürüldüğü, liyakatsizlerin kritik karar mevkilere getirildiği, vb bir ülkede bunlar niye tuhaf olsun ki?..

Siz Halen Titanik’i Buzdağı Batırdı mı Zannediyorsunuz?..

İnsanlık tarihi bir anlamda felaketlerin tarihidir de. (Depremler, seller, kasırgalar, yanardağlar, tsunamiler, salgın hastalıklar, vb) Ancak zamanla insanlar bunlara karşı bazı önlemler almış fakat gene de tam altından kalkamamışlardır. Birde önlemek ellerinde olup da yeterince ve doğru önlem geliştirememekten dolayı olanlar vardır. Buralarda kâr hırsı, aptallık, cahillik, taşlaşmış alışkanlıklar, zihniyet yapıları, bürokratik ve siyasi hatalar, vb gibi etkiler rol oynamışa benziyor.

Tam burada nedense aklıma 14 -15 Nisan 1912 gecesi Atlantik’te ilk seferinde bir buzdağına çarparak batan “Titanik Faciası” geliyor. Lakin onu batıran gerçekte buzdağı değildi. Onu batıran kendini bir b.k zanneden aptal şirket yetkililerinin önlerinde buzdağları olduğu uyarısını bildikleri halde sırf “New York’a erken vardık” reklamı olsun diye azami hız komutu vermeleri ve –maalesef- kaptanında bu emre körü körüne uymasıydı. Bu salaklar o kadar yatırım yaptıkları ve kâr bekledikleri kendi gemilerini de batırmış oldular. Sonuçta 1500 insan öldü…

İşte “Kartalkaya Faciası”nda da benzer etkiler rol oynamışa benziyor. Söylendiğine göre yangın dedektörü var ama çalışmıyor. Yangın alarmı çalışmıyor. Yangın sulama sistemi mevcut değil. Kaçış uyarı levhaları var ama ışıklandırması yetersiz. Yangın merdiveni var ama müşteriler yerini bilmiyor. Sen odaları geceliği binlerce liraya kirala fakat en temel önlemleri alma, vb. Daha ne olsun?

Devlet Her Konuda “Mış” Gibi yapıyor!..

Gelelim sadede. Burada devlet ve kurumlar topu birbirine atmak dışında ne yapıyor? Maalesef ki devlet olması gerektiği “Toplumsal alanlar” da yoktur. Daha doğrusu göstermelik vardır. Asıl hayati konularda “Var-Mış” gibi yapar görünüyor. Ancak kendisine yönelik en ufak bir eleştiride hemen harekete geçen devlet gerçekte olması gereken alanlarda kılını kıpırdatmıyor. Müthiş bir uyanıklık seviyesi doğrusu!..

Öyle anlaşılıyor ki siyaset ve bürokrasi her aşamada kendini ve çıkarlarını kolluyor. Yasa, yönetmelik ve idari şemaları da ona göre düzenlemiş. Tek amaçları ayakta kalmak ve birbirlerine rant sağlamak. “Kifayetsiz muhterisler” in kendi aralarındaki dayanışma ağı müthiş!..

Ne Yapılması Gerektiğini Bilen Bir Kişi Bile Yeter!..

İlaveten mevcut düzen durumu düzeltebilme bilinç ve yeteneğine sahip insanlara yer açmıyor. Makam ve inisiyatif vermiyor. “Sen bir köşede uslu otur, salla başını al maaşını” diyor. Çünkü bu avam zihniyet onlardan korkuyor. Tekerlerine çomak sokacaklarından çekiniyor. Haklılarda. O yüzden yeteneksizler, kifayesizler zaten zor bulunan yeteneklileri, ehilleri boğuyor. Ayağını kaydırıyor. Aptallık ve hırs temel değer haline geliyor. “Zihinsel ve ahlaki kabızlar” sürece damga vuruyor. Pek matah bir şeymişler gibi el üstünde tutuluyorlar!

İnanıyorum ki; bir tane ne yaptığını bilen, ufuk ve perspektif sahibi, isabetli uyarılar yapan, inisiyatif sahibi kişi bile çok şey değiştirebilir. Yoksa 1000 tane afili titrler altında boş beleş adam koysanız bir işe yaramaz. (Hangi makam bir aptalı akıllı yapabilir ki?) Zaten öylede oluyor!..

Eğitimli Cahiller Ordusu!..

Eksik olanı ben size söyleyeyim; öyle anlaşılıyor ki eksik olan para değil. Eksik olan önce zekâ, sonra vicdan ve öngörü. Sorun bilgide, diplomalı insanda da değil. Aslında “Ne yapılması gerekiyor”u herkes az çok biliyor. Buna uygun cesaret ve inisiyatif alma yok. (İndira Gandi mevzularına hiç girmiyorum tabii!) Herkes gölgesinden korkuyor!..

Bir “Zihniyet devrimi” gerekiyor ama maalesef zihniyet dediğimiz taşlaşmış davranışlar öyle bir çırpıda ortadan kalkmıyor. Hatta hiç kalkmıyor. Aslında herkes halinden memnun. Statükolar böyle korunuyor. Sonuçta “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” e varılıyor. Geriye gaz alıcı “Hesap soracağız” nutukları kalıyor!..

Kimse Uzaydan Gelmiyor!

Siyaset toplumun aynasıdır. Siyasetçiler, yöneticiler bu toplumun içinden çıkıyor. A partisi B Partisi değişmiyor. Sadece doz değişiyor. Ama fazla ama az hepsi bu ortak havuzda buluşuyor. Al birini vur ötekine!

Siyaset toplumu, gündelik meseleleri doğru yönlendiremiyor. Doğru ve zamanında müdahalelerde bulunmuyor. Çünkü doğru nedir bilmiyor. Öyle bir perspektifi bile yok. Sonuçta ortaya tek hedefi para olan, fırsatçı ama bir gelecek “tasavvuru”, “nasıl daha iyi, daha doğru yaşarım” kaygısı olmayan üstünkörü bir toplum çıkıyor. Oradan da kendi siyasetçileri ürüyor. Fasit bir daire bu!..

Keyfiyet Toplumundan Kurallar Toplumuna Geçmedikçe!..

Kurumlar bize varmışlar ve işlevlerini yerine getiriyorlarmış numarası çekiyorlar. Toplumsal maya bozukluğu her alana sirayet ediyor. Nizamsızlık, intizamsızlık, kuralsızlık her yerde. Bize –ne acı ki- kafasızlıkları paçalarından akan, çapsız adamlar yön veriyor. Tahsilli ama diplomalı cahiller ülkesinde yaşıyoruz!

Kural koymak devlet olmanın bir gereğidir. Ancak asıl devlet olmak o koyduğun kuralı ısrarla takip etmek, uyulmaması durumunda cezalandırmak, olmaması durumunda bahanelere sığınmamak, topu birbirine atmamak demektir. “Sorumluluk” kelimesinden bihaberlerden de başka bir şey beklenemez zaten.

Fakat bütün bunlar bir şarta bağlı. Doğru düzgün, acımasız, periyodik, yeter donanımlı, yetki ve inisiyatif sahibi, siyasi müdahaleden azade, tarafsız “Denetleme ve denetleyiciler” faktörüne. Orada bir açık varsa nafiledir.

O halde temel soru şudur: Denetleyicileri Kim denetleyecek?..

27. 01. 2025

NOT: Lütfen bu yazıyı 19 Ağustos 2024 tarihli o süreçte yaşanan orman yangınları ile ilgili Geri Zekâlılık acilen suç sayılmalı! Bu sorumsuz ‘Embesiller’ den bıkmadık mı? başlıklı yazımla birlikte okuyunuz.

Tüm yazılarını göster