SADİ CELİL CENGİZ: BİZ HİÇBİR ZAMAN ÜÇLÜ OLMADIK!
Yazarımız Murat Tolga Şen, İşler Güçler'in Sadi'si, Sadi Celil Cengiz ile Sürgün İnek filminin setinde hem sinema, hem siyaset konuştu.
Merhaba, Sürgün İnek sizin ikinci sinema filminiz değil mi?
Merhaba... Evet, ilki Behzat Ç. Ankara Yanıyor ama yeni çekildi o daha. Henüz gösterime girmedi.
Televizyondan sonra sinema filmi yapmak nasıl bir duygu?
Çok güzel. Bir sinema filminin içinde olmayı seviyorum. Ben yıllar önce bir sinema filminde kamera arkasından çalışmıştım. Benim açımdan çok güzel bir tecrübeydi. O zamandan beri de kafamdaki asıl düşünce bir sinema filmi çekmek olduğu için, sinemanın içerisinde olmak, oyunculuktan bağımsız olarak, bir sinemasever olarak bile çok güzel bir duygu.
Televizyon oyunculuğu yapmakla, sinema oyunculuğu yapmak arasındaki fark nedir sizce? Bu daha zevkli, şundan daha çok keyif aldım diyebiliyor musunuz? Bundan sonra televizyonu azaltıp, sinema ağırlıklı olarak çalışmak istiyorum gibi bir düşünce var mı aklınızda?
Hayır. Henüz öyle radikal şeyler oluşmadı aklımda. Ancak zor olduğunu söyleyebilirim. En azından dizi de bir karakter oluştururken çok vaktiniz var. Burada daha yoğun ve daha konsantre bir şey yapmak zorundasınız. Biraz daha zor olduğunu söyleyebilirim, kısa tecrübelerimden yola çıkarak…
Biz, sizi İşler Güçler dizisiyle tanıyıp sevdik. Orada Ahmet, Murat ve sizin üzerinize kurulmuş bir hikaye vardı. Siz ana merkezdeydiniz, çember genişliyordu. Burada gördüğüm kadarıyla çok büyük bir kadronun içerisindesiniz ve ciddi anlamda hepsi marka olmuş oyuncular. Bu sizi korkuttu mu?
Aksine, ne kadar çok ne kadar farklı insan tanırsam, bana o kadar çok katkısı olacağına inanıyorum. Gerçekten de oldu. Hepsinin ayrı ayrı tecrübelerinden faydalanacağımı düşünüyorum.
Üçlüden koptuğunuzu düşünüyor musunuz peki? Seyircinin kafasında üçlü olarak yer ettiniz ama burada yalnızsınız. Onlar da film çekiyorlar, sanırım Sivas’ta değil mi?
Evet. Çok güzel bir film çekiyor Selçuk. Murat ağabey ve Ahmet başrolde oynuyorlar. Aslında biz hiçbir zaman üçlü olmadık zaten. Türk dizi tarihinde üç kişinin başrolde oynadığı onlarca dizi vardır, onlar nasıl üçlü olmadıysa biz de olmadık. Belki dizi de gerçek hayatlarımızdan yola çıkılarak ve kendi isimlerimizle oynadığımı için insanlarda bizim yıllardan beri arkadaş olduğumuz, hiç ayrılmadığımız kanısı oluşmuş olabilir. Halbuki alakası yok, herkesin kendi hayatı var. Ancak şunu söyleyeyim, Murat Cemcir de Ahmet Kural da birlikte çalışılabilecek en uyumlu en yetenekli insanlar. Onlarla birlikte olmaktan her zaman çok mutlu oldum, çok şey öğrendim her ikisinden de. Bundan sonra başka projelerde belki ayrı ayrı belki hep birlikte oluruz ama dediğim gibi tek başıma başladım hala da tek başıma devam ediyorum.
Peki, iki tane sinema filminde oynadınız. Sinema filmi her oyuncu için özeldir. Bunları seçerken senaryoyla ilgili çekinceleriniz nelerdir? Özellikle niye bu filmler ilk filmleriniz oldu? Bir de sinema ile dizi arasında şu an fark olarak ne görüyorsunuz?
Behzat Ç. zaten bizim ekip olarak da sürekli ilişkide olduğumuz kişilerden oluşuyordu. Bir kere, karşılıklı olarak birbirimizi izlemeyi seviyoruz. İkinci olarak bizi izleyen kitleler aşağı yukarı ortak. Bu durumdan dolayı yakındık hep zaten. Ben aslında bir bölüm dizide oynamayı çok istedim. Ahmet ile Murat ağabey oynamıştı. Dizide nasip olmadı ama filmde oldu. Ercan, filmin senaristi benim arkadaşım, senaryoyu yazdığında senin oynamanı istediğim bir rol var dedi. Bende ilk filmimi bu kadar fenomen olmuş bir dizinin sinema filminde Serdar Akar gibi bir yönetmenle birlikte yapmayı çok istedim ve oldu. Sürgün İnek filminde de Burak ağabey vasıtasıyla senaryoyla tanıştım. Çok hoşuma gitti. Biliyorsunuz, Türkiye toplumunun iktidarla olan ilişkisi, genelde tebaa ilişkisi ve Türkiye’de iktidarların yaşattıkları bir korku ve bu korkunun insanlar üzerinde ciddi bir etkisi mevcut. Bu, Osmanlı’dan sonra yönetimin adı değişmesine rağmen, cumhuriyet olmasına rağmen değişmemiş bir şey. Sadece şartları askeri dönemlerde daha da sertleştirilmiş bir durum var ortada. Taşrada yaşanan bu korkunun trajikomik halleri de, bu yüzden Sürgün İnek’te en çok ilgimi çeken şey oldu. Dönem çok ilginç zaten. Hikayenin ele aldığı tabu çok ilginç. Türkiye’de tabular üzerinden insanlara karşı çok ciddi linç kampanyaları yapılıyor. O linç korkusunun yarattığı bir saçmalama hainde bahsediyor film. O nedenle hem hikayenin işlediği durum, hem de senaryonun kendisinin zaten komik olması beni cezbetti. Daha önce de birlikte çalıştığım kişiler var, şimdi tanıştıklarım var. Çok keyifli bir tecrübe oldu benim açımdan…
Film 28 Şubat sürecinde yaşanan bir hikayeyi anlatıyor ancak konuştuğum herkes filmin komedi filmi olduğunu söylüyor. Tamam, ama komedi siyasi eleştirinin en güçlü verildiği daldır. Bu anlamda bu tür filmleri son dönem Türk sinemasında çok fazla göremiyoruz. Bu tarz filmlerde oynamak istiyor musunuz yoksa oyuncu açısından risk teşkil ettiğine inanıyor musunuz?
Bence şöyle bir şey var: Yaşanan, olan biten çok fazla şey var bu topraklarda ancak bir kısmı hiçbir şekilde işlenmiyor ve belki de hiç konu edilmeyecek. Bahsettiğimiz süreç de bunlardan bir tanesiydi bugüne kadar ve belki şöyle bir endişe var. Mevcut iktidar baskısı tam tersi yönde olduğu ve insanlar mevzunun onların yanında olmakla bağdaştırabilineceğini düşündükleri için çekinceleri vardı. Yoksa 28 Şubat’ın bir askeri müdahale olduğu, halkın aleyhine bir tutum olduğu çok açık. Mağdur da sadece İslamcılar değil, Sosyalistler, Kürt hareketi, Aleviler vs herkes meselenin mağduru aslında. Banka boşaltmalarla birlikte inanılmaz bir ekonomik kriz var ve bütün halk bunun mağduru. Bence birileri mağduriyetini giderdi bu meseleyle ilgili ama hala gideremeyenler var. Bu açıdan film çok az değiniyor meseleye. Daha çok insan yaratılan korku ve onun ne hallere sürüklediğiyle ilgili bir durum komedisi Sürgün İnek. Benim o anlamda hiçbir çekincem yok. Eğer senaryoya inanırsam, bu rolü oynadığımda ne derler gibi bir derdim hiçbir zaman olmadı.
Sizin sosyal medyada da ideolojilerden bağımsız dik bir duruşunuz var. Haksızlığa uğrayan tarafı, çekinmeden savunabiliyorsunuz. Muhafazakar, sağcı, solcu, ateist, Budist olması sizi ilgilendirmiyor. O yüzden de kendi fikirsel yapınıza, senaryoyu yakın bulduğumu söylemeliyim…
Aynen. Hatta bence bazı mağduriyetleri hiç değinilmemiş. Mesela 28 Şubat’ın temelde iki tane mağdur kesimi var. Biri başörtülü kadınlar… Müthiş bir aşağılanmaya maruz kaldılar önce devlet, sonra da toplumun bazı kesimleri tarafından. Ötekileştirildiler. Kendilerine güvenlerini yitirdiler ve gerçekten bunun travmasını atlatamamış, görünürde olmayan bir nesil var. İkincisi de, o dönemde mahkum edilip yıllarca hapis yatan insanlar var. Bir tanesi de Salih Mirzabeyoğlu… O dönem saçı sakalı zorla kestirilip, kanlar içerisindeki fotoğrafları bu ülkenin yaygın medyasında işte kuzu gibi oldu şeklinde sunuldu. Siyasi görüşlerimden bağımsız olarak söylüyorum, bir işkence bu ülkenin yaygın medyası tarafından onandı. Hala o dönemin mağdurları var. 16 yaşında bir çocuk var mesela, ismini şimdi hatırlayamıyorum, terörle mücadele yasasından ceza alıp hala hapiste olan… Meselenin bu kısmı ama var ama bir de iktidar denen şeyin halkın üzerinde yarattığı korkunun etkileri var. Bu film o nedenle, sadece 28 Şubat’a değil, 12 Eylül’e, 12 Mart’a, tek parti dönemine vb her döneme adapte edebilirsiniz.
Bizim aşmamız gereken toplumsal sıkıntı da o sanırım. Biz, bizden taraf olan biri haksızlık yaptığı zaman görmeyip karşı tarafın yaptığı haksızlığı abartma eğilimindeyiz. Sosyal medyada da aynı şekilde… Siz de buna, benim gördüğüm kadarıyla karşı duruyorsunuz…
Evet, mümkün olduğunca…
Sürgün İnek algılanış itibarıyla bir komedi filmi. Komedi Türkiye’de çekilir, seyredilir ama değerlendirilmez. Festivallerde yok denecek kadar azdır. Bu filmin yarışmasını ister misiniz peki? Yani takdir mekanizması içerisine girmesini ister misiniz?
Elbette, yaptığımız işin takdiri hak ettiğini düşündüğümüz için buradayız ve gerçekten çok ciddi bir emek sarf ediliyor. Komedi drama meselesinde halksınız ama ben açıkçası onu neyden kaynaklandığını bilmiyorum. Drama her zaman, her anlamda daha ciddiye alınıyor. Sadece film konusunda değil, oyunculuk olarak da nedense dram oynamak daha önemseniyor. Mesela İşler Güçler’de Ahmet Kural’ın yarattığı performansa, başka dramlarda çok fazla takdir edilen oyunculukların yaklaşabildiğini sanmıyorum.
Hani, pozör oyunculuk dediğimiz şey değil mi aslında…
Evet. Ahmet, bir oyuncunun bir rolde yapabileceği her şeyi yaptı. Ama yine de komedi oyunculuğu ve dram oyunculuğu diye iki ayrı kategori yapıldı ve eğer tek kategori olsaydı o ödülü bir drama oyuncusuna vereceklerdi. Ama ben seviyorum komediyi. 2007’ye kadar ciddi kısa filmler çekiyordum ve bütün yaptığım işlerde insanı gülümseten bir taraf olmasını isterim her zaman…
Kısa filmde, takip ettiğim için söylüyorum, mesela uzun metrajın bütün sıkıntıları şu an kısa filmlere de sirayet etmiş durumda. Yine çok uzun planlar, asık suratlar, yine çok konuşmayan oyuncular… Halbuki kısa film gerilla işi vur kaç şeklinde bir şey olmalı bana göre. Ve dışarıdaki örnekler de genelde bu yönde…
Evet, bende öyle olması gerektiğini düşünüyorum.
Çok teşekkür ediyorum sohbet için…
Ben de teşekkür ederim…
Röportaj: MURAT TOLGA ŞEN / Fotoğraflar ve Deşifre: Başak Bıçak
Merhaba... Evet, ilki Behzat Ç. Ankara Yanıyor ama yeni çekildi o daha. Henüz gösterime girmedi.
Televizyondan sonra sinema filmi yapmak nasıl bir duygu?
Çok güzel. Bir sinema filminin içinde olmayı seviyorum. Ben yıllar önce bir sinema filminde kamera arkasından çalışmıştım. Benim açımdan çok güzel bir tecrübeydi. O zamandan beri de kafamdaki asıl düşünce bir sinema filmi çekmek olduğu için, sinemanın içerisinde olmak, oyunculuktan bağımsız olarak, bir sinemasever olarak bile çok güzel bir duygu.
Televizyon oyunculuğu yapmakla, sinema oyunculuğu yapmak arasındaki fark nedir sizce? Bu daha zevkli, şundan daha çok keyif aldım diyebiliyor musunuz? Bundan sonra televizyonu azaltıp, sinema ağırlıklı olarak çalışmak istiyorum gibi bir düşünce var mı aklınızda?
Hayır. Henüz öyle radikal şeyler oluşmadı aklımda. Ancak zor olduğunu söyleyebilirim. En azından dizi de bir karakter oluştururken çok vaktiniz var. Burada daha yoğun ve daha konsantre bir şey yapmak zorundasınız. Biraz daha zor olduğunu söyleyebilirim, kısa tecrübelerimden yola çıkarak…
Biz, sizi İşler Güçler dizisiyle tanıyıp sevdik. Orada Ahmet, Murat ve sizin üzerinize kurulmuş bir hikaye vardı. Siz ana merkezdeydiniz, çember genişliyordu. Burada gördüğüm kadarıyla çok büyük bir kadronun içerisindesiniz ve ciddi anlamda hepsi marka olmuş oyuncular. Bu sizi korkuttu mu?
Aksine, ne kadar çok ne kadar farklı insan tanırsam, bana o kadar çok katkısı olacağına inanıyorum. Gerçekten de oldu. Hepsinin ayrı ayrı tecrübelerinden faydalanacağımı düşünüyorum.
Üçlüden koptuğunuzu düşünüyor musunuz peki? Seyircinin kafasında üçlü olarak yer ettiniz ama burada yalnızsınız. Onlar da film çekiyorlar, sanırım Sivas’ta değil mi?
Evet. Çok güzel bir film çekiyor Selçuk. Murat ağabey ve Ahmet başrolde oynuyorlar. Aslında biz hiçbir zaman üçlü olmadık zaten. Türk dizi tarihinde üç kişinin başrolde oynadığı onlarca dizi vardır, onlar nasıl üçlü olmadıysa biz de olmadık. Belki dizi de gerçek hayatlarımızdan yola çıkılarak ve kendi isimlerimizle oynadığımı için insanlarda bizim yıllardan beri arkadaş olduğumuz, hiç ayrılmadığımız kanısı oluşmuş olabilir. Halbuki alakası yok, herkesin kendi hayatı var. Ancak şunu söyleyeyim, Murat Cemcir de Ahmet Kural da birlikte çalışılabilecek en uyumlu en yetenekli insanlar. Onlarla birlikte olmaktan her zaman çok mutlu oldum, çok şey öğrendim her ikisinden de. Bundan sonra başka projelerde belki ayrı ayrı belki hep birlikte oluruz ama dediğim gibi tek başıma başladım hala da tek başıma devam ediyorum.
Peki, iki tane sinema filminde oynadınız. Sinema filmi her oyuncu için özeldir. Bunları seçerken senaryoyla ilgili çekinceleriniz nelerdir? Özellikle niye bu filmler ilk filmleriniz oldu? Bir de sinema ile dizi arasında şu an fark olarak ne görüyorsunuz?
Behzat Ç. zaten bizim ekip olarak da sürekli ilişkide olduğumuz kişilerden oluşuyordu. Bir kere, karşılıklı olarak birbirimizi izlemeyi seviyoruz. İkinci olarak bizi izleyen kitleler aşağı yukarı ortak. Bu durumdan dolayı yakındık hep zaten. Ben aslında bir bölüm dizide oynamayı çok istedim. Ahmet ile Murat ağabey oynamıştı. Dizide nasip olmadı ama filmde oldu. Ercan, filmin senaristi benim arkadaşım, senaryoyu yazdığında senin oynamanı istediğim bir rol var dedi. Bende ilk filmimi bu kadar fenomen olmuş bir dizinin sinema filminde Serdar Akar gibi bir yönetmenle birlikte yapmayı çok istedim ve oldu. Sürgün İnek filminde de Burak ağabey vasıtasıyla senaryoyla tanıştım. Çok hoşuma gitti. Biliyorsunuz, Türkiye toplumunun iktidarla olan ilişkisi, genelde tebaa ilişkisi ve Türkiye’de iktidarların yaşattıkları bir korku ve bu korkunun insanlar üzerinde ciddi bir etkisi mevcut. Bu, Osmanlı’dan sonra yönetimin adı değişmesine rağmen, cumhuriyet olmasına rağmen değişmemiş bir şey. Sadece şartları askeri dönemlerde daha da sertleştirilmiş bir durum var ortada. Taşrada yaşanan bu korkunun trajikomik halleri de, bu yüzden Sürgün İnek’te en çok ilgimi çeken şey oldu. Dönem çok ilginç zaten. Hikayenin ele aldığı tabu çok ilginç. Türkiye’de tabular üzerinden insanlara karşı çok ciddi linç kampanyaları yapılıyor. O linç korkusunun yarattığı bir saçmalama hainde bahsediyor film. O nedenle hem hikayenin işlediği durum, hem de senaryonun kendisinin zaten komik olması beni cezbetti. Daha önce de birlikte çalıştığım kişiler var, şimdi tanıştıklarım var. Çok keyifli bir tecrübe oldu benim açımdan…
Film 28 Şubat sürecinde yaşanan bir hikayeyi anlatıyor ancak konuştuğum herkes filmin komedi filmi olduğunu söylüyor. Tamam, ama komedi siyasi eleştirinin en güçlü verildiği daldır. Bu anlamda bu tür filmleri son dönem Türk sinemasında çok fazla göremiyoruz. Bu tarz filmlerde oynamak istiyor musunuz yoksa oyuncu açısından risk teşkil ettiğine inanıyor musunuz?
Bence şöyle bir şey var: Yaşanan, olan biten çok fazla şey var bu topraklarda ancak bir kısmı hiçbir şekilde işlenmiyor ve belki de hiç konu edilmeyecek. Bahsettiğimiz süreç de bunlardan bir tanesiydi bugüne kadar ve belki şöyle bir endişe var. Mevcut iktidar baskısı tam tersi yönde olduğu ve insanlar mevzunun onların yanında olmakla bağdaştırabilineceğini düşündükleri için çekinceleri vardı. Yoksa 28 Şubat’ın bir askeri müdahale olduğu, halkın aleyhine bir tutum olduğu çok açık. Mağdur da sadece İslamcılar değil, Sosyalistler, Kürt hareketi, Aleviler vs herkes meselenin mağduru aslında. Banka boşaltmalarla birlikte inanılmaz bir ekonomik kriz var ve bütün halk bunun mağduru. Bence birileri mağduriyetini giderdi bu meseleyle ilgili ama hala gideremeyenler var. Bu açıdan film çok az değiniyor meseleye. Daha çok insan yaratılan korku ve onun ne hallere sürüklediğiyle ilgili bir durum komedisi Sürgün İnek. Benim o anlamda hiçbir çekincem yok. Eğer senaryoya inanırsam, bu rolü oynadığımda ne derler gibi bir derdim hiçbir zaman olmadı.
Sizin sosyal medyada da ideolojilerden bağımsız dik bir duruşunuz var. Haksızlığa uğrayan tarafı, çekinmeden savunabiliyorsunuz. Muhafazakar, sağcı, solcu, ateist, Budist olması sizi ilgilendirmiyor. O yüzden de kendi fikirsel yapınıza, senaryoyu yakın bulduğumu söylemeliyim…
Aynen. Hatta bence bazı mağduriyetleri hiç değinilmemiş. Mesela 28 Şubat’ın temelde iki tane mağdur kesimi var. Biri başörtülü kadınlar… Müthiş bir aşağılanmaya maruz kaldılar önce devlet, sonra da toplumun bazı kesimleri tarafından. Ötekileştirildiler. Kendilerine güvenlerini yitirdiler ve gerçekten bunun travmasını atlatamamış, görünürde olmayan bir nesil var. İkincisi de, o dönemde mahkum edilip yıllarca hapis yatan insanlar var. Bir tanesi de Salih Mirzabeyoğlu… O dönem saçı sakalı zorla kestirilip, kanlar içerisindeki fotoğrafları bu ülkenin yaygın medyasında işte kuzu gibi oldu şeklinde sunuldu. Siyasi görüşlerimden bağımsız olarak söylüyorum, bir işkence bu ülkenin yaygın medyası tarafından onandı. Hala o dönemin mağdurları var. 16 yaşında bir çocuk var mesela, ismini şimdi hatırlayamıyorum, terörle mücadele yasasından ceza alıp hala hapiste olan… Meselenin bu kısmı ama var ama bir de iktidar denen şeyin halkın üzerinde yarattığı korkunun etkileri var. Bu film o nedenle, sadece 28 Şubat’a değil, 12 Eylül’e, 12 Mart’a, tek parti dönemine vb her döneme adapte edebilirsiniz.
Bizim aşmamız gereken toplumsal sıkıntı da o sanırım. Biz, bizden taraf olan biri haksızlık yaptığı zaman görmeyip karşı tarafın yaptığı haksızlığı abartma eğilimindeyiz. Sosyal medyada da aynı şekilde… Siz de buna, benim gördüğüm kadarıyla karşı duruyorsunuz…
Evet, mümkün olduğunca…
Sürgün İnek algılanış itibarıyla bir komedi filmi. Komedi Türkiye’de çekilir, seyredilir ama değerlendirilmez. Festivallerde yok denecek kadar azdır. Bu filmin yarışmasını ister misiniz peki? Yani takdir mekanizması içerisine girmesini ister misiniz?
Elbette, yaptığımız işin takdiri hak ettiğini düşündüğümüz için buradayız ve gerçekten çok ciddi bir emek sarf ediliyor. Komedi drama meselesinde halksınız ama ben açıkçası onu neyden kaynaklandığını bilmiyorum. Drama her zaman, her anlamda daha ciddiye alınıyor. Sadece film konusunda değil, oyunculuk olarak da nedense dram oynamak daha önemseniyor. Mesela İşler Güçler’de Ahmet Kural’ın yarattığı performansa, başka dramlarda çok fazla takdir edilen oyunculukların yaklaşabildiğini sanmıyorum.
Hani, pozör oyunculuk dediğimiz şey değil mi aslında…
Evet. Ahmet, bir oyuncunun bir rolde yapabileceği her şeyi yaptı. Ama yine de komedi oyunculuğu ve dram oyunculuğu diye iki ayrı kategori yapıldı ve eğer tek kategori olsaydı o ödülü bir drama oyuncusuna vereceklerdi. Ama ben seviyorum komediyi. 2007’ye kadar ciddi kısa filmler çekiyordum ve bütün yaptığım işlerde insanı gülümseten bir taraf olmasını isterim her zaman…
Kısa filmde, takip ettiğim için söylüyorum, mesela uzun metrajın bütün sıkıntıları şu an kısa filmlere de sirayet etmiş durumda. Yine çok uzun planlar, asık suratlar, yine çok konuşmayan oyuncular… Halbuki kısa film gerilla işi vur kaç şeklinde bir şey olmalı bana göre. Ve dışarıdaki örnekler de genelde bu yönde…
Evet, bende öyle olması gerektiğini düşünüyorum.
Çok teşekkür ediyorum sohbet için…
Ben de teşekkür ederim…
Röportaj: MURAT TOLGA ŞEN / Fotoğraflar ve Deşifre: Başak Bıçak