''SABAH'IN KAMU BANKALARI KREDİSİ İLE ALINMASI VE GREV BİZİ İLGİLENDİRMİYOR!''

Yeni kurulan Medya Derneği'nin çiçeği burnunda başkanı Salih Memecan, T24'ten Selin Ongun'a konuştu.

Evet,ben yandaşım! Sen de yaz sen de çiz

Türk basınında son çeyrek yüzyılda adı en öne çıkan çizerleri içerecek bir liste Salih Memecan’ı asla teğet geçmeyecektir.

ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ni bitirdikten sonra master ve doktora derecesi almış, bir ayağı ABD’de olan bir çizer Memecan. Bu kez 21 yıldır çizdiği Sabah’taki “Bizimcity”si, “Sizinkiler”i veya “Zeytin”i ve “Limon”u ya da TV için yaptığı animasyonları ile gündemde değil. AKP’den İstanbul Milletvekili seçilen eşi Nursuna Memecan da değil, medyada çizgileri yerine genellikle tebessüm eden fotoğraflarıyla görünmesinin nedeni.

Bu kez kurucu başkanı olduğu “Medya Derneği” ile gündemde Salih Memecan. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu ile birlikte çıktığı basının karşısında, derneğin amacını “medyada çok seslilik ve kaliteyi artırmak” olarak açıkladı. Ve “yandaş medya dernekleşti” eleştirilerini ciddiye almadığını söyledi.

Mizahı muhalefetten uzaklaştı mı yoksa haksızlık mı ediliyor, karikatürlerinde artık çizgi aralarını da okumak gerekiyor mu, popüler medyada ön sırayı uzun bir süredir Hürriyet’te çizen Latif Demirci’ye kaptırdı mı?..

Hayır bunları sormadık! “Karikatür”ü fırsat bulursak başka bir söyleşiye bırakarak Salih Memecan ile hararetli bir tartışma yaratan “Medya Derneği”ni ve medyayı konuştuk.

www.t24.com.tr için sorduk: Kendisini “yandaş çizer” olarak görüyor mu? Medya Derneği neden genellikle hükümete muhalif habercilik yapmayan medyaların temsilcilerinden oluştu? Bu kesim dışında kimlerle temas kuruldu? Medya Derneği Başkanı olarak Sabah-atv grubunun kamuya ait Halk Bankası ile Vakıfbank’tan sağlanan 750 milyon dolarlık krediyle Ahmet Çalık’a satılması konusunda ne düşünüyor? Sabah’taki grev onu ilgilendiriyor mu? Medya Derneği’nin odağını oluşturan yayınlarda yakın zamanda hükümet aleyhinde yayımlanmış bir haber hatırlıyor mu?..

Biz sorularımızı esirgemedik, Salih Memecan da düşüncelerini...


- Derneğinizin Yönetim Kurulu Başkan yardımcıları arasında Ruhat Mengi ve Melih Aşık’ın da yer almasını ister miydiniz?

Biz sınırlama yapmıyoruz. Şu an bir başlangıç yaptık. İstemenin ötesinde zaten zaman içinde öyle bir yapı oluşacak.

- Bildiğimize göre örneğin Derya Sazak gibi Doğan grubunda çalışan, ne hükümete koşulsuz destek veren, ne de kıyasıya eleştiren gazetecilerin derneğinize katılması için talepte bulunmuşsunuz. Ama ikna olmamışlar?

Tek tek gazetecilere talepte bulunmak yerine daha çok kurum bazında girişimler oldu. Akşam gazetesine, Habertürk’e gidildiğini biliyorum.

- Taraf?

Bir eğitim projesine katkısı için Yasemin (Çongar) ile konuştum. “Tamam” dedi.

- Doğan grubu?

Şöyle, mesela Hürriyet’ten Enis Berberoğlu ile görüşüldüğünü de biliyorum. Yani biz talepte bulunduk ve bulunmaya da devam edeceğiz. Faaliyetlerimiz görüldükçe katılım artacaktır diye düşünüyorum.

- Hükümete karşı takıntılı muhalefet ve takıntılı tezahürat etmeyen bir gazetecinin derneğinize karşı çekimser kalması sizi endişelendirmedi mi?

Bu bir başlangıç. Onları da anlamak lazım; ne olduğunu bilmiyorlar, “Bir bakalım” demeleri gayet doğal.

‘Yandaş medya lafı çok konjönktürel bir yaftalama’


- Basın toplantısında “Yandaş medya dernekleşti eleştirilerini ciddiye almadığınızı” söylediniz. Neden?

Çünkü bu “yandaş medya” lafı çok konjönktürel bir yaftalama. Bundan önce ne vardı; Özalcı, Çillerci v.s. Bizim konumuz bu değil, siyasi olarak aynı fikirde olmayabilirsiniz, ama basının etik kuralları konusunda ortak çalışma yapabilirsiniz. Bizim platformumuz da böyle.

- “Yandaş medya” ile hükümeti koşulsuz destekleyen gazeteciler ve yayın grupları kast ediliyor.

Biz hükümeti desteklemeyen gazetecilere de açığız, böyle bir sınırlamamız yok. Tam tersi “çok sesli medya” diyoruz.

- Ama derneğinizin yönetici kadrosu ve destekleyen gruplar kısmına bakıldığında böyle bir resim yok. Bu da gerçek değil mi?

Bir müddet sonra niyetimizin ne olduğu görülecek; basın özgürlüğünün sınırlarını genişletmek, medyadaki çeşitliliği savunmak, değişimi tartışmak, gençlere burs ve staj faaliyetleri gibi birçok konuda faaliyetlerimiz olacak.

- Siz amaçlarınızı böyle sıralayınca bir grubun aklına düşüyor: “Başbakan gazete patronlarına seslenerek maaşlarını verdikleri köşe yazarlarını hizaya sokmalarını istediğinde sizin dernek nasıl bir tutum sergileyecek?”

Öyle bir durum olduğunda tavır takınılır. Biliyorsunuz, “Hükümete yakın medya” denen birçok gazetenin yazarı da Başbakan’ın bu tavrını eleştirdi. Ben de karikatür çizdim. Yani bu tip yaklaşımları suni buluyorum. Bu haksız bir suçlama.

- “Hükümete koşulsuz destek” ifadesi de haksız mı sizce; örneğin son iki ay içinde ilgili medya gruplarında yer alan muhalif bir haberden bahsedebilir misiniz?

Önce bizim kimseye “Sen şöyle manşet atıyorsun bize katılamazsın” gibi bir yaklaşımımız olamaz. Bu tercihler yayın yönetmeni ve gazetenin politikasına göre oluşur. Bu da gayet doğaldır. Gazete haberi nasıl vereceğini seçer, okur da ona göre gazetesini seçer. Ama burada iş öyle bir yere vardı ki gazeteciler arasında güven kalmadı. Asıl sorun bu.

‘Ahmet Albayrak’ın telefon konuşmalarından haberim yok’

- Yeni Şafak gazetesi sahibi Ahmet Albayrak’ın “Basın İlan’a Aydın Doğan’ın köpekleri hakim, Aydın Doğan’ın adamlarını Yönetim Kurulu’na sokmayacağım” ya da “Aleyhinde atmadan reklam vermemişti” sözlerini sorun kabul eden bir gazeteci derneğinize başvursa?

Bunları bilmiyorum, böyle şeyler mi oldu?

- Bu ifadeler, Ahmet Albayrak’ın İsmailağa cemaatine ilişkin soruşturma kapsamında Erzincan Sulh Ceza Mahkemesi kararıyla dinlenen telefon konuşmalarında yer almıştı. Derneğinize üye bir gazeteci, Yeni Şafak’ın yönetim kurulunuzda temsil edildiğine ve bu ifadelere işaret ederek “Etik bir açılım bekliyorum” dese?

Bu konudan haberdar değildim, şimdi duydum. Dolayısıyla bu konu hakkında yorum yapmam sağlıklı olmaz. Ama böyle başvurularda basın özgürlüğü ya da basını ilgilendiren bir konuysa tavır alırız. Fakat ticari ya da sadece o yayın kurulunu ilgilendiren bir konuysa bunun açıklamasını o kuruluştaki kişilerden bekleriz. Mesela bir milletvekili “TRT Genel Müdürü AK Parti’yi destekleyen bir derneğe nasıl üye olur?” diye soru önergesi vermiş.

- CHP Zonguldak Milletvekili “AKP hükümetini koşulsuz destekleyen yayın organlarının yöneticilerinden oluşan bir derneğe Anayasa’da ve yasasında özerk ve tarafsız olarak tanımlanan TRT’nin katılması doğru mudur?” diye sordu.

Evet, bizi taraflılıkla itham etmiş. Oysa bizim bu yönde bir beyanatımız hiç olmadı. Dolayısıyla derneğe yapılmış bir haksızlık olduğunu düşündük ve açıklama yaptık. TRT bir meslek örgütüne üye olabilir mi; bunun cevabını verecektir. Fakat TRT gibi yüzlerce gazeteciyi bünyesinde barındıran bir kurumun tarafsız olarak bir meslek örgütüne üye olmasının ne mahsuru var? Biz neye tarafız; kaliteli medyaya, basın özgürlüğüne.

‘ATV-Sabah grevi bizim derneğin alanı değil’

- Tam burada bir itiraz daha mevcut; Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı, "Kaliteli medya- kaliteli demokrasi" sözünüze atıfta bulunarak bir teklifte bulundu. ATV-Sabah grevi pankartını birlikte taşıyabilir misiniz?

Başından beri iş tanımlamamızı, faaliyet alanlarımızı söylüyoruz. Bu bizim alanımız değil, bu bir sendika meselesi. Bizim alanımız medyada kalitenin artması, gazetecilik ilkelerinin saptanması, bu gibi konular. Yoksa patron ve gazeteci arasındaki ilişkiler, çalışan hakkını aldı alamadı; bunlar başka konular.

- Kaç yıllık gazetecisiniz, bu söylediğinize kendiniz inanıyor musunuz?

İnanıyorum tabii ki. O zaman her şeyi biz çözmeye kalkalım?

- “Kaliteli medya-kaliteli gazetecilik” deyip çalışanın hakkıyla ilgili bir konuda “Bu bizi ilgilendirmiyor” demek garip değil mi?

Bakın, grev hakkı doğru ve demokratik bir faaliyettir. Ama “bu başka bir konu, bu bizi ilgilendirmiyor” derken şunu vurgulamak istiyorum. Özlük hakları ya da basınla ilgili tüm sorunları bu dernek çözecek diye bir şey yok. Yayınları kontrol edip, şikâyetleri değerlendirip, kınama cezası vermek gibi meşguliyetlerimiz de olmayacak.

‘Sabah’ın kamu bankaları kredisi ile alınması beni ilgilendirmiyor’

- Kişisel bir soru; örneğin Sabah-atv grubunun kamu bankaları kaynaklı 750 milyon dolarlık kredi ile alınması sizi meşgul eder mi?

Bunlar beni ilgilendirmiyor. Patronaj çok farklı bir olay. Bugün şu patron vardır, onun şu hissedarları vardır, ona şu kişiler kredi verir; yarın başka. Ben bununla ilgilenmem. Özgürce çizebiliyor muyum; benim ölçüm bu. Ben Türkiye’nin sivilleşmesini, Kürtlerin, Romanların eşit vatandaş sayılmasını istiyorum. Bu yolda adımları CHP atsa, onu desteklerim. Bu meselelerle AK Parti meşgul oluyor, onu destekliyorum. Eksik yaparsa da eleştiriyorum. Elimi tutan hiçbir şey yok.

’Evet ben yandaşım! Sen de yaz, sen de çiz’

Adamın teki çıkıyor, “Karın AK Partili, ondan böylesin!” diyor. 21 yıldır Sabah’ın birinci sayfasında çiziyorum; görüşlerim belli. İnsaf, bari referans göstereceksen direkt beni göster. Evet, ben yandaşım, ben tarafım! Fikirlerimi çiziyorum, sen de yaz, sen de çiz. Ama beni suçlama! Kimseye müdanam, borcum yok. Nur bir daha ki dönem milletvekili olmasa ne olacak; kendi bile etkilenmez bundan. Bu tip yaftalamalar suni ve haksız. Ama bunları gerçekten takmıyorum artık.

‘Başbakan medyayı çok ciddiye alıyor, sorun orada’

- Sizce Başbakan’ın medyayla sorunu yok mu; bu da suni bir tartışma mı?

Başbakan medyayı çok ciddiye alıyor. Sorun orada. Keşke bu kadar ciddiye alıp parlamasa.

- Eleştiriye karşı bu toleranssızlık sizi rahatsız etmiyor mu?

Ediyor tabii.

- Başbakan basınla ilgili neyi doğru okuyamıyor?

Bence doğru okuyamamaktan ziyade Başbakan’ın karakteriyle ilgili bir konu bu. Kendisi hakkında bir yazı okuyor ve kendine büyük haksızlık yapıldığını düşünüp tepki koyuyor. Başbakan’ın bu şahsi tepkilerini ciddiye alırsınız ya da almazsınız. Bence asıl mesele basının özgürlüğünü destekleyen yasalar var mı; burada önemli olan bu.

- İşte burada Doğan grubuna kesilen ceza, tartışma konusu oluyor?

İşin teknik tarafını sahiden bilmiyorum. Bu kadar fazla bir ceza nasıl olur, neye dayanır; mahkemede kozlarını paylaşıyorlar. Fakat şu var; basının eskiden olduğu gibi bir dokunulmazlığı yok artık. Vergin varsa, Cola şirketi vergisini nasıl ödüyorsa senin de ödemen lazım. Yani eğer bu ceza haksız ise o zaman da şu sonuç çıkıyor; “Ben basınım. Bana bu kadar yüklenemezsin.” Bu da yanlış.

- Başbakan’ın Aydın Doğan’ı Al Capone’a benzetmesi doğru mu?

Çok yanlış. Sonra bir de Al Capone bir gangster, yanlış bir teşbih.

‘Çevremdeki insanlar samimi olarak irtica kaygısı içinde’

- Size göre hükümetle ilgili basındaki yaygın yanlış okuma nedir?

Sadece basın değil, çevremdeki insanlarda gördüğüm şu; samimi olarak irtica kaygısı içindeler. Mesela aile dostlarımız, arkadaşlarımız bu nedenle Nur’un AK Parti’de ne işi olduğunu anlamıyorlar.

- Bu kaygıları anlaşılır buluyor musunuz?

Şöyle, ne dünya, ne Türkiye, ne de konjönktür buna (irticayı kast ediyor) uygun değil. AK Parti’yi destekle ya da destekleme, bu gerçeğin hâlâ anlaşılmamış olmasını da ben anlamıyorum. Burada seçilmiş insanların, halkın iradesini savunduğun zaman bu kez “iktidar yalakası” oluyorsun.


‘Dinç Bilgin 28 Şubat’ta kendi yayınlarının etkisinde kalıyordu, irticadan korkuyordu’


- Mesela gazete patronlarının ve gazetecilerin son günlerdeki 28 Şubat özeleştirini okurken aklınıza takılıyor mu; “Dün de iktidardan yanaydın, bugün de iktidardan yanasın?”

(Gülerek) Dinç Bey (Bilgin) iktidardan yana değildi, ben iktidardan yanaydım. Refahyol hükümetine karşı komplolara karşı olan bendim. Ben şöyle değerlendiriyorum; Dinç Bilgin o zaman irtica tehlikesinden korkuyor gibiydi. Kendi yayın organlarının yaptığı yayının etkisinde kalıyordu (Gülüyor) ama sırf Dinç Bilgin değil ki, birçok insan öyleydi. Annemler öyleydi, kardeşlerim öyleydi; “Yahu yok irtica” diyorsun ama nafile.

‘Bana sansür yaptılar, demek büyük haksızlık olur’


- Sabah’ın o dönemdeki yazı işleri masası da irticadan korkuyor muydu?

Ne kadar samimi korkuyorlardı, korkar gibi mi yapıyorlardı; bilmiyorum. Korku sadece irtica meselesi değildi ki. İrticayı tehdit varsayan güçlerden, askerden de korkuluyordu. Ergun (Babahan’ın Taraf’taki söyleşini kast ediyor) bu konuda sadece yazı işlerindeki tartışmadaki tarafları söylemiş. “Salih Memecan, Ahmet Vardar, Can Ataklı olan bitene karşıydı” demiş. Oysa yazarlar arasında bizim gibi düşünen çok kişi vardı. Mehmet Altan, Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand, Gülay Göktürk… Epey kalabalıktık aslında. Şimdi burada da şunu söylemem gerek; yazarlar bunun sıkıntısını çok çekti. Ama açıkçası ben hiç mağdur edilmedim. Bildiğim gibi çizdim.

- Ergun Babahan o dönem en önemli işlerinden birinin yazarlara sansür yapmak olduğunu söylemişti.

Bana yapmadılar. “Bana sansür yaptılar” demek o dönemdeki yöneticilere, Zafer’e (Mutlu) ve ekibe büyük haksızlık olur.

‘Ben bağırıyorum, Ali Kırca bağırıyor…’

- Size niye böyle torpil yapılmış, düşündünüz mü?

Herhalde karikatür daha rahat idare edilebiliyordu. Açıkçası ben o dönemdeki yönetim için şunu düşünüyorum; baskıya karşı koyamadılar ama belki sırtlarında çok fazla yumurta küfesi vardı. Batmaması gereken koskoca bir şirket vardı, ticari karar vermek zorunda kaldılar. Ama ben öyle değildim ki, karikatür yapıyordum. En fazla yapamazdım. O konuda da baskı görmedim. Ama sihir bozuldu. Hepimiz o kadar yakın arkadaştık ki ve birden bire o kadar ayrıldık ki. Kavgalar başladı. Bir sene önce şen şakrak olan yemeklerimiz savaş alanına döndü. Ben bağırıyorum, Ali Kırca bağırıyor, masanın diğer ucunda başka fırtına kopuyor. “Yeter” dedim, bütçemi yaptım, ailece bir sene yurtdışına gitmeye karar verdik. Zafer’e (Mutlu) söyledim, “Oradan çiz, hem bu kavgadan uzaklaşırsın, maaşını da vermeye devam ederiz” dedi. Çok da faydalı oldu.


‘Evet, 28 Şubat’ın en ballısı benim’


- 28 Şubat’ın en ballısı siz misiniz?

Evet, evet öyleyim! Ama diğer yandan bu süre çok da uzun sürmedi, gazete battı, maaşlar ödenmeyince sıkıntılar başladı.

- “Aslında epey kalabalıktık” dediniz. Bu ekip Dinç Bilgin ya da Zafer Mutlu’ya “Yanlış yapıyorsunuz, yapmayın” dedi mi hiç?

Tabii ki zaten bütün tartışmanın nedeni de oydu. “Yapmayın, bu yanlış” diyorsun onlar da “Sen Ankara’da ne oluyor bilmiyorsun. Bugün yarın darbe olacak, deniyor” diyordu. Sürekli, “bugün yarın darbe” denince hatta ben de bununla ilgili bir karikatür çizmiştim. Refah Partisi de bana “darbeci çizer” diyerek dava açmıştı; ne günler! Aslında gazetedeki birçok kişi sahiden darbe olacağına inanıyordu. Bu yüzden birçoğu da rahatlıkla kullanılıyordu. Çünkü böyle yaparak darbeyi önlediğini zannediyor. O kasetler, kafa sallayan adamlar… Kardeşim kim getiriyor bunları, nereden çıkıyor bu görüntüler? Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin tam da sevişirken oradan gazeteci mi geçiyordu? Birçok şüphe...

‘Ali Kırca da gazetedeki birçok kişi gibi irticaya inanıyordu’

- Bu şüpheler yazı işleri masasına yansır mıydı?

Hayır, o paşa şunu demiş, bu paşa bunu demiş, bilmem kim telefon açtı. Atmosfer böyleydi.

- Dinç Bilgin söyleşisinde kaset olayları ile ilgili olarak “Güç Ali Kırca’daydı” gibi bir tutum sergilemiş. Mümkün mü?

Hayır, bir kere bu Ali Kırca’ya haksızlık olur. Ali Kırca orada bağımsız çalışan biri değildi. Ali Kırca da gazetedeki birçok kişi gibi irticaya inanıyordu. Ve belki de darbe tehdidini önlemek için bir şeyler yapmak durumunda kalıyordu. Dinç Bilgin ise o sırada artık işlerden elini ayağını çekmişti. O seviyede bir kişinin neler düşündüğünü de bilemiyorsunuz. Tamam, ben en fazla çeker giderdim, çizmezdim. Ama Dinç Bilgin, “Tamam gazeteyi kapatıyorum” diyecek değildi. Bu yüzden stratejik kararlar aldı.

- Şu maddede sizin için hangisi geçerli; strateji mi, zaman içinde değişen yorum farkı mı? 1986’da İhsan Doğramacı’yı üniversitenin içine ederken gösteren meşhur Nokta dergisi kapağını siz çizdiniz. Doğramacı’nın vefatından sonra ise aksi istikamette bir karikatüre imza attınız?

Orada bizim eleştirdiğimiz YÖK’tü. YÖK ne yaptı; üniversitelerin içine etti, bunun sembolü de İhsan Doğramacı’ydı. İhsan Doğramacı’yı tanımıyordum. İki üç yıl önce Abdullah Gül’ün bir davetinde karşılaştık. Tabii benim o kapağı çizdiğimi bilmiyor. Bu arada sağlık sorunları var; yardımla yürüyordu. Ama o şekilde bile Afganistan’da, Irak’ta, Güneydoğu’daki üniversite çalışmaları yapmış. Anlattıklarını dinleyince, çabasını görünce adama haksızlık etmişiz, dedim. Vefatından sonra da bahsettiğiniz karikatürü çizdim.

Selin Ongun/t24.com.tr